Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
EKİM P CUMA E R V A S I Z P E R kitap T A V S I Z Enis BATUR DVD Kitap düştükleri "ombutsman"lık işleviyle çakışıyordu Pivot’nun kılavuzluğu. (Öte yandan, Deleuze’ün televizyon için yaptığı bence olağanüstü programda eleştirilebilmiştir, unutmuyorum.)… Dışarıdan bakmış biri olarak, Pivot’nun programlarından hem çok keyif aldığımı, hem de yararlandığımı söylemeliyim. Erişemeyeceğim insanların, yapıtların, konuların adreslerini açıyordu uzaktan. Birkaç yıl önce kaldırıldı programı ekrandan. Besbelli "yeterince" izlenmediğine hükmedildi: Hayıflananlar arasındayım ben de: O gün bugün yerine o ayarda bir yapım koyulamadı ayrıca. Şimdi, büyük bir yayınevi, büyük bir TV kanalıyla işbirliği içinde, Pivot’nun kimi "kült program"larını DVD formatında yayımlıyor. Genellikle çok konuklu olurdu iki programı da Pivot’nun; ne ki, ağır top bir yazarı, düşünürü ekrana çıkmaya ikna ettiğinde (bunlar, genellikle spotlardan uzak yaşamayı seçmiş ünlülerdi), yanına kimseyi katmaya kalkmazdı. Tarihî seanslardan birinin DVD’sini aldım sonuçta; zamanında izleme olanağı bulamadığım bir saatlik teke tek Vladimir Nabokov söyleşisi, gerçekten de önemi yadsınamayacak bir belge. Bazı kişilik özellikleri beni hayli şaşırttı ve düş kırıklığına uğrattı gerçi; ama bir kez daha, yapıtının gücünü ve önemini sağlayan bazı başka özelliklerinin kaynağını görme fırsatım da oldu. Benzersiz bir deneyim, az bulunur bir fırsat. Bugün ulaşılabilir hale gelmiş olması bizi ilgilendirmeli ve düşündürmeli. DUDAK UÇUKLATICI OLANAKLAR Yeni teknolojiler, kültür ürünlerinin sunulması, yaygınlaştırılması bağlamında dudak uçuklatıcı olanaklar getiriyor. Türkiye’de, çok geçmeden harekete geçilmesi gerek. Sözgelimi, TRT arşivindeki durum tam nedir bilmiyorum, ciddi kayıplar da olabilir, ama bir biçimde korunmuş malzemenin işlenmesi, yeniden kazanılarak dolaşıma sokulması sahiden de ivedilik taşıyan bir hedef. Aklıma Ahmet Oktay’ın, siyahbeyaz dönemde Ahmet Muhip Dıranas’tan Necatigil’e gerçekleştirdiği söyleşiler geliyor hemen. Define sandığında kim bilir neler vardır, iş onu gömülü durduğu yerden çıkarmakta. Ya Sabahattin Eyüboğlu’nun kısa filimlerini bir araya getirmeye ne dersiniz? Yapılacak iş çok. Malzemenin saptanması, derlenip toplanması bu uğraşın bir cephesi, öbür cephede işleme sorunları yer alıyor. Ciddi bir editörlük çalışması anlamına geliyor her proje. Seçtiğimden inanın değil, şimdi şu an aklıma gelen bir örnekten çıkarak kaba bir çerçeve kurmayı deneyebiliriz: Anayurt Oteli’nin filminin önüne arkasına neler takılabilir, ufku genişletmek için? Yusuf Atılgan da, Ömer Kavur da yaşamıyor bugün; geçmişte gerçekleştirilmiş bir ortak röportajları, bugün Serra Yılmaz’la ya da kitabı yabancı dile çeviren Ferda Fidan’la yapılacak söyleşiler, Zebercet figüründe odaklanacak yoğun bir tartışma, Manisa’da çekilecek bir belgesel, Serpil Atılgan’la bir perde arkası konuşmasısıralayın, seçin, ayıklayın, sonra da yapın, hazırlayın, sunun. BAZEN KİŞİ ÜZERİNDEN GELİŞTİRİLEBİLİR PROJE... Bazen, Anayurt Oteli örneğindeki gibi, yapıt esas alınabilir. Bazen kişi üzerinden geliştirilebilir proje. Bazen de bir yapı kuşatılabilir: Doğan Kuban’la Divriğ neden olmasın örneğin? Afife Batur’dan yıllar yılı içinde yaşayan Ferit Edgü’ye, Botter Han’dan sıkı bir monografi çıkmaz mı? Abartısız öne sürüyorum: Sonsuz zenginlikte bir alana açılıyor bu pencere. Yalnızca geçmişin yitip gitmeye aday parçalarını bir araya toplamak anlaşılmasın, yaklaşımımdan. Böyle tasarılar, gerçekleştirmeye koyulduğumuz an, şimdiki zamana bakışımızı, geleceği öngörme biçimimizi de kökünden değiştirir. Dağlarca’yı konu edinen kaç belgesel var elimizde? Kaç kişi Peride Celâl’e böyle sokuluyordur? Ertuğrul Oğuz Fırat’ı, Adnan Varınca’yı, Halil İnalcık’ı çok geç olmadan büyükçe objektifle kuşatmak gerekmez mi? Koskoca kurumlar, kuruluşlar nelerle uğraşıyor. Bu sonuncusu, soru değil. KULE CANBAZI SUNAY AKIN C 15 yıl sonra Ahmet Okyay! Y Bernard Pivot li yıllardan başlayarak, 1970’ neredeyse otuz yıl boyunca, Batı televizyonlarının en etkili kitap programı, Bernard Pivot’nun önce Apostrophes, ardından da Bouillon de Culture adıyla hazırlayıp sunduğu yapım olmuştu. Fransa sınırlarını aşmıştı ünü, uluslararası bir kanaldan tekrar yayın gerçekleştiği için Türkiye’de bile tiryakilerini yaratmıştı. Deleuze, bir defasında okkalı bir eleştirisini yapmıştı Pivot’nun. Hayattaki iki gerçek tasası ‘yemek’ ve ‘futbol’ olan birinin, Edebiyat ve Düşünce dünyasını aslında jelâtinle kaplayarak tüketimin hizmetine açtığını, köktenci ve muhalif olanı bile indirgediğini ve yumuşattığını söylüyordu o yazıda, neredeyse bazı kültürel geri gidiş emârelerinin baş sorumluları arasında görüyordu programlarını. İçeriden bakıldığında, Deleuze’ü anlamak, tepkisinde doğruluk payının yüksek olduğunu düşünmek zor olmayabilir; kendi payıma, gene de Pivot’nun okumayı kışkırttığı, sevdirdiği, yayılmasını sağladığı kanısında olduğumu söyleyebilirim. Bizde Doğan Hızlan’ın, yazılı ve görsel basın ortamında, kimilerinin hafife alma yanılgısına üz yıl öncesinde kullanılan bir silahın adıdır humbara. Metal bir gülle olan humbara top ile fırlatıldığında düştüğü yerde parçalanıyor ve içindeki metal parçacıkları şarapnel etkisi göstererek can alıyordu. Bu silah, benzerliğinden dolayı metal, bozuk paraları biriktirdiğimiz kumbaraya ad olmuştur. İşte ben, İstanbul’da, Haliç’in kıyısında bulunan eski humbarahanede tanıdım Ahmet Okyay’ı!.. 1986 yılının Aralık ayıydı ve diz boyu kar vardı İstanbul’da. Sabah erkenden kalktığımda pencereden karla kaplı yollara bakınca, “Askerlik tatil olur mu?” diye aklımdan geçirmedim de değil hani!.. Humbarahane binası Personel Yedek Subay Okulu olarak kullanılıyordu o yıllarda. Zar zor ulaşabilmiştim, 145 üniversite mezunu arkadaşımla birlikte askerliğe ilk adımı atacağım tarihi binaya. Benim yaka numaram 12602 idi… Sahi, Ahmet Okyay’ın numarası neydi?.. Birbirimizi unutmamak için bir de albüm hazırlamıştık. Birkaç gündür kütüphanemin her köşesinde o albümü arıyordum. Sonunda buldum!.. Ahmet’in yaka numarası 12638!.. Elbette merak ettiğim bu değildi. Kimdi bu Ahmet Okyay? Onun için neler yazılmıştı Personel Okulu Yedek Subay Albümü’ne?.. Hayır! Bu albümde hiç de abartma, haksız değerlendirme yoktu, olamazdı da. Çünkü, bizler lisans ve yüksek lisans eğitimi sonrasında bir araya gelmiş, çoğumuz hayata karışmış ve evli olan insanlardık. Liseli kimliğimizden uzak, hem de çok uzaktık. İZMİR BAROSU 100 YAŞINA GİRECEK Ahmet Okyay hakkında yazılanları merak etmemin nedeni de, 2008’de 100. yaşına girecek olan İzmir Barosu seçimlerine aday olan Çağdaş Avukatlar Grubu’nun hazırladığı kitapçıktır. Söz konusu tanıtım kitabının sunuş yazısı Ahmet Okyay imzasını taşıyor!.. Bu kitapta elbette güzel sözleri olacaktır Ahmet Okyay’ın. Gerçekten de, İzmir Barosu başkan adayı Okyay’ın yaşamöyküsü pırıl pırıl. Benim, tam yirmi yıl öncesinde hazırlanan albümü aramamın nedeni de bu; hayatını hukuka adamış, baronun birçok alanında görev almış Okyay hakkında en dürüst, en samimi, en doğru bilgilerin yazıldığı metni gün ışığına çıkarmak. Hemen söyleyeyim; biz, çoğumuz hukuk mezunu 145 insan, çok sevmiştik Ahmet Okyay’ı. OKYAY’IN HUKUK BİLGIİSİ Ahmet Okyay’ın tek vukuatı şöyle yazılmış albüme: “Sıla izninden iki saat geç dönmesi, hukuk bilgisinin mükemmelliğine karşın İstanbul coğrafyasını yeterince tanımaması kabul edilebilir bir savunma vermesini engellemiştir.” İşte, Ahmet Okyay, eski humbarahane binasında bunları biriktirdi. Kimi arkadaşlarımız dereceye girmek için geceli gündüzlü ders çalışıyorlardı. Dereceye girenler kura çekmeyecek, bal/kaymak yerler arasından dilediğini tercih edecekti. Ahmet Okyay’ın hukuk bilgisine herkes şapka çıkarıyordu… Ama o, başını ders notlarına gömmek yerine, bir sıkıntısı olan, neşesiz, dalgın arkadaşlarımıza yaklaşıyor, dost elini omuzlarına koyarak zamanını onlarla sohbete ayırıyordu. Ahmet Oktay, Çağdaş Avukatlar Grubu’nun tanıtım kitapçığının kapağında bir kez daha karşıma çıktı. Etrafında yine bilgisine, çalışkanlığına, dürüstlüğüne inanmış insanları toplamış, gülümsüyor… 20 yıl geçti aradan ama, fotoğrafa bakıyorum da, değişen hiçbir şey yok Ahmet Okyay için. Deleuze Hayat Semaverin Deminde/ Mehmet Uhri/ Selis Kitaplar/ 144 s. Hayatın başka türlü aktığına dair her türlü suni gündeme karşı Mehmet Uhri, “muhabbet ehli” bir doktorun penceresinden hayata tutunmaya çabalayanları, her şeye rağmen kendi gündemlerini yaşayanları hikâye ediyor bu kitapta... Kimi zaman bir bahçıvan, kimi zaman bir öğretmen, kimi zaman bir balıkçının sohbetinde, kentleşmeyle birlikte yaşamın ıskalanan güzellikleri... Şah Hatayi ve Pir Sultan/ Lütfi Kaleli/ Alev Yayınları/ 158 s. “İslam inancının bozulması Alevilerce kabul görmedi. Bu kabul görmeyişin yoğun yaşandığı 1500’lü yılların Anadolu’sunda, şeyhülislamların karalayıcı fetvalarıyla desteklenen padişah fermanlarıyla kan gövdeyi götürdü. Bu kanlı olaylarda Şah İsmail, Safevi Devleti’nin hükümdarı olarak, Pir Sultan Abdal ise halk ozanı kimliğiyle sahnede görüldüler. Her ikisi de Alevi toplumunca kabul görüp, öncü lider sayıldılar. Özellikle de yazdıkları şiir, nefes ve duvazimamlarıyla Alevilerin ibadeti olan cem törenlerinde başköşeye oturtuldular. Ve Yedi Ulu Ozan arasında payelendirilerek günümüze dek yaşatıldılar. Bu çalışmada Şah İsmail ile Pir Sultan’ın tarihsel kişiliklerini, yaşadıkları dönemin sosyal ve siyasal olaylarını özetlemeye çalışırken, Anadolu Aleviliğini İran Şiiliğine ya da Sünni Hanefi mezhebine bağlamak isteyenlere Aleviliğin Batıni bir inanç Yetenekli Çocuğun Dramı/ Alice Miller/ Çev.: Emine Avşar/ Profil Yayıncılık 158 s. “Deneyimlerimizden, ruhsal rahatsızlıklarla mücadele ederken her zaman kullanabileceğimiz çok önemli bir araca sahip olduğumuzu öğrendik. Bu araç tek ve benzersiz olan kendi çocukluk öykümüzün gerçeğini duygusal yönüyle kavrayabilmemiz, duygularımızla ona ulaşabilmemizdir… Fakat yanılsamalardan kendimizi tümüyle kurtarabilir miyiz? Her yaşam yanılsamalarla doludur; bu da, sanıyorum, gerçek bize çoğu zaman dayanılmaz göründüğü içindir.” Freud Ekolü’nün temsilcilerinden Miller’ın, Psikanalitik Kuram çerçevesinde kendi görüşlerini açıkladığı ilk kitabı. Türk Sineması’nın Ustalarından Sinema Dersleri/ Hazırlayan: Pınar Tınaz Gürmen/ İnkılâp Kitabevi/ 320 s. ‘Türk Sineması’nın Ustalarından Sinema Dersleri’, her yaştan sinemaseveri, ama öncelikle sinemacı olmayı hedefleyen genç yetenekleri, bir araya getirmeyi amaçlayan bir söyleşi kitabı. Yapılan sohbetler sırasında, sanattan siyasete, tarihten insan ilişkilerine dek hemen her konuya değinen yönetmenler, kendilerine pek sık sorulmayan bazı soruları da cevaplıyor; hazırlık aşamasından gösterime dek film çekimi sırasında karşılaştıkları sorunları, bu sorunlara karşı geliştirdikleri çözüm yöntemlerini, kısacası mesleklerinin pek çok ince ayrıntısını okurlar ile paylaşıyorlar. olduğunu göstermek istedik” diyor Lütfi Kaleli. Bozkırdaki Yabancı/ Nedim Gürsel/ Doğan Kitap/ 168 s. ‘Bozkırdaki Yabancı’, Nedim Gürsel’in çeşitli sempozyumlarda sunduğu ya da bazı kitapların çevirilerine önsöz olarak yazdığı metinleri bir araya getirdiği bir araştırma. Gürsel’in deyişiyle, “belli alanlarda derinleşen ve XX. yüzyıl Türk edebiyatında ortaya çıkan sorunsalları ele alan bir kitap”. İlk kez 1993 yılında yayımlanan ‘Bozkırdaki Yabancı’, yenilenmiş ve genişletilmiş haliyle yeniden yayımlanırken, Sabahattin Ali’den Demir Özlü’ye, Yaşar Kemal’den Mario Levi’ye kadar pek çok yazarı ve yapıtlarını inceliyor, onları dönemin önemli olayları bağlamında da ele alıyor. Casanova’nın Son Günleri/ Alain Vircondelet/ Çeviren: Ayşen Özışık/ Dharma Yayınları/ 192 s. İlkbahar çiçek açmasını yine de sürdürüyordu. Her gün yeni yapraklar açılıyor, çimenler daha da yeşilleniyordu. Başka hiçbir mevsim Dux’e bu kadar uygun düşmüyordu; otların yayılmasıyla şatonun ağırbaşlılığı örtülüyor, yalnızlığı yumuşuyor gibiydi. Ama Casanova acı bir yıkım duygusundan kendini kurtaramıyordu. Ne arzusuna ne de kendi keyfine göre hareket edememenin tırmanan sinsi öfkesi onu ele geçiriyordu. Anna’ya, “Tutkulu olan yalnız iki dünya vardır. Hapishane dünyası ve zevk dünyası... Birincisinden kaçmalı ve ikincisinin lütfuna hiç duraksamadan teslim olmalı” diyordu. Gençliğine rağmen Anna onu anlayabiliyordu ama bazen Casanova’nın huzursuzluğundan ürküyordu. Onun doğruyu söylediğini hissediyordu, şatonun yüksek duvarları arasında bunalıyor, bundan kaçmak için ona yaptığı ziyaretleri çoğaltıyordu. Yıl 1798. Casanova, Bohemya’daki Dux Şatosu’nda ölüyor. Hesapların zamanı, hâlâ aşkın da saati olabilir mi? Hizmetçi Anna ve yaşlı liberten arasında “komedya”nın son sahnesi, gelip geçen yolculuğun son kısmı oynanıyor... Oyuncu Kadın/ Orhan Kemal/ Epsilon Yayıncılık/ 204 s. “Nazmiye için önemli olan, oyuncu kadının hayat macerasıydı. İstanbul’un neresinde oturuyordu? Babası, annesi kimdi? Buralara nasıl, ne için gelmiş, bilhassa bu hayata nasıl düşmüştü?” Kitaplarının çoğunda kadının çaresizliğini dile getiren, ezilmeyi yazgı kabul etmeyen güçlü kadın kahramanlara yer veren Orhan Kemal, ‘Oyuncu Kadın’ da, varolma mücadelesinde, fark edilebilmek için bir arzu nesnesi olmayı bile kabul ederek kurtulma yolu arayan kadınların ve kadını aşağılamayı doğal sayan erkeklerin öykülerini anlatıyor. Zekiler çünkü anneleri de zeki Çeviri Servisi Britanya’daki bilim adamları, 1929’da ortaya atılan, anne sütüyle beslenen bebeklerin diğerlerine oranla daha zeki olduklarına ilişkin saptamaya yeni bir boyut getirdi. İskoçya’daki Edinburgh Üniversitesi ve Britanya Tıbbi Araştırma Konseyi’nin çalışmasına göre anne sütüyle beslenen bebeklerin daha zeki olduğu doğru. Ancak bu bebeklerin IQ’larının yüksek olmasının nedeni ‘‘süt’’ değil. BBC’nin sitesindeki habere göre, araştırma, 5 bin bebek ve 3 bin annenin verileri kullanılarak yapıldı. İki çocuklu, birini anne sütüyle besleyen diğerini sağlık sorunu nedeniyle emziremeyen annelerin bebekleri arasında belirgin bir IQ seviyesi farkı olmadığı ortaya çıktı. Tabii tüm bunlar Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği ‘‘en az iki yıl anne sütüyle beslenme’’ gerekliliğinin ortadan kalkacağının işareti değil. Uzmanlar anne sütüyle beslenmenin kan şekeri seviyesinin dengeli olması, obez olma riskini azaltması, solunum yolu enfeksiyonlarına karşı bünyeyi daha güçlü hale getirmesi gibi birçok yararı olduğuna dikkat çekiyor.