23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

22 kurumun da halka karşı bir sorumluluğu bulunmaz. İnsanlar elektriğini, suyunu kendi getirir. Yolunu kendi açar vs. Ama inanır mısınız kimse bundan da şikayet etmez Lübnan’da. Hariri Suikastı’ndan sonra yaşananlar Lübnan için bir ilk oldu diyebilirim. İnsanlar bir şeylere karşı çıkmaya, şikayet etmeye başladılar. Bu, Lübnan için çok önemli bir dönüm noktası oldu. Ancak, işte burası çok önemli, bu baş kaldırı sadece 3 ay sürdü. Özellikle meydanlara çadır kuran üniversite öğrencilerine ben çok önem veriyordum. Hepsi benim öğrencilerim. Çoğu Hıristyandı bu çocukların. Zaten benim de ders verdiğim Beyrut Amerikan Üniversitesi, Lübnan’ın "militan üniversitelerinden" biri olarak bilinir. Hemen hepsi "feci Hıristiyandır". Yarısı General Mişel Aun’u destekler, yarısı da Samir Caca’yı. Meydanlarda yatıp kalktılar aylarca. Biliyorsunuz siz de orda bulundunuz, gördünüz. Bir gün sordum amacınız ne, Hariri Suikastını protesto mu ediyorsunuz dedim. Hayır dediler, evet üzüldük Hariri’ye ama bizim derdimiz ülkeyi değiştirmek. Haklılar da aslında, Lübnan’ın artık eskimiş, işlemeyen bir yapısı var her alanda ve bunu değiştirmek istiyorlar. Aradan iki ay geçti halen meydanlardalar, çadırlardalar. Ama üçüncü ay geldi bir baktım protesto filan yok. Her şey bitmiş, gitmiş. Bir baktım yine sosyetik hanımlar, beyler sosyetelerine dönmüşler. Öğrencilerim okula geri gelmişler. Yani yine her şey eskiye dönmüş. Okula dönen öğrencilerime sordum hemen, ne oldu protestoya, hani ülkeyi değiştiriyordunuz? Cevap çok ilginç gelebilir ama aslında benim hiç şaşırmadığım bir şeydi. Protestoları organize eden liderler demişler ki çocuklara "Tamam, buraya kadardı, sizin işiniz bitti haydi eve gidin artık". Unutmadan belirteyim bunlar seçimlerden hemen önce oluyor. Başka bir deyişle Suriye Lübnan’dan çekildikten hemen sonra. Anladım ki, o birileri demişler ki bu “Hizbullah, Lübnan’da devletin olmadığı yerde "devlet" görevi yapıyor. Arkalarında İran desteği var ama kendi çabaları asla yadsınamaz. Sivil toplum olayını kavramışlar ve o vazifeyi görüyorlar. Olsa olsa Hizbullah, İran’ın sesi olabilir o kadar. Hizbullah Suriye yanlısı olmaz, sadece düşmanları ortak.” çocuklara, "Suriye’yi kovduk, tamam gerisine karışmayın siz. Sizin göreviniz buraya kadardı. Gerekirse gerisini biz hallederiz. Haydi, bakalım, herkes evine, öğrenciler okuluna." İşte böylece bir "devrim" tamamlanamadan bitirilmiş oldu. Çünkü, protestoları başlatan siyasilerin çıkarları buraya kadarına izin veriyordu. Gerisi, yani daha fazla değişim onların da işine gelmiyordu. Suriye’yi kovaladıktan sonra gelen aşama neydi, düzeni değiştirmek. Ama düzen zaten onların lehine işliyor, neden değiştirsinler ki? Tek amaç "artık" çıkarların uyuşmadığı Suriye’nin varlığını bitirmekti. O da oldu, tamam bitti işte… Adamlar ülkeyi öyle bir paylaşmış ki. Sadece din, mezhep değil, her türlü çıkar grubu var ülkede. Parsellemişler ülkeyi ve mevcut düzen onların düzeni zaten. Bozulmasını istemiyorlar elbette. Başka bir deyişle 14 Martçılar olarak adlandırılan bu grubun, yani Hariri Suikastı’ndan sonra protestolara başlayan Suriye karşıtı grubun, biliyorsunuz şu an yönetimdeler, inanın hiçbir vizyonu yok. Bence çok büyük bir potansiyel harcandı. Yazık oldu Lübnan’a çünkü bir daha da böyle bir potansiyeli bulamazsınız Lübnan’da. Sorunuzun cevabına gelince. Çok açık bir şekilde C S TRATEJİ şöyle özetleyeyim. Gerçekten bir ara heveslendim, bir şeyler değişiyor galiba dedim ama 30 yılın sonunda anladım ki, özellikle de son olaylardan sonra, Lübnan değişmez. Bazen düşünüyorum, tek çözüm ülkeyi kapatıp baştan kurmak diyorum kendi kendime ama o da imkansız tabii… Yıllardır Lübnan’da yaşayan ve Lübnan’ın tarihsel hafızası olan biri olarak Hizbullah gerçekten ‘devlet içinde devlet’ mi? Nedir bu ‘Hizbullah efsanesi’? Kesinlikle hayır. Devlet içinde devlet değil, Hizbullah Lübnan’da olmayan devletin yerini doldurdu. Hizbullah, bugün Lübnan’da devletin olmadığı her yerde "devlet" görevi yapıyor. Bunun için çok güçlendiler zaten. Tamam arkalarında İran desteği var elbette ama kendi çabaları da asla yadsınamaz. Her şeyden önce adamlar sivil toplum olayını kavramışlar ve o vazifeyi görüyorlar. Ülkenin güneyinde İsrail’den kaynaklanan muazzam bir güvensizlik duygusu var ve bu konuda halkın güvenliğini koruyan bir tek Hizbullah var. Zaten Hizbullah ilk kurulduğunda askeri bir amaçla, İsrail’e karşı İran’ın teşviki ile Lübnanlı Şiiler tarafından kurulmuştu. Ve İsrail ile 18 sene süren şiddetli mücadelesi oldu. Sonuçta İsrail’in Lübnan’dan çekilmesini sağladılar, hem de tek başlarına. Fakat 2000 yılında İsrail Güney Lübnan’dan çekilince büyük bir askeri güç bir anda "işsiz" kaldı. İşi kalmadı yani. Ve böylece Hizbullah’ın siyasallaşma süreci kendiliğinden başlamış oldu. Aslına bakılırsa Hizbullah içerisinde de bu konu büyük tartışma yarattı. Politikaya girsek mi girmesek mi diye oldukça çetin tartışmalara girdiler. Ve en nihayetinde politikaya girmeye karar verdiler. Ama politikaya girerken de o kadar kuvvetli girdiler ki. Kimse beklemiyordu belki de. Öyle ki yıllarca siyasetten uzak tutulan, dışlanmış olan Şii toplumuna siyasal anlamda bir kişilik, kimlik kazandırdılar. Bundan hoşlanmayanlar olsa da kimse bu duruma pek sesini çıkarmadı ama dediler ki, madem siyasallaşıyorsunuz silahlarınızı bırakın. Hatta BM’nin Filistin’e barış gücü istenebilir Türkiye Ortadoğu’yu bilmiyor, öğrenmeli... En son 2005 yılındaki Beyrut ziyaretimizde, Lübnan’da neredeyse bir ‘kahraman’ konumuna geldiğinize şahit olmuştuk. Hatta size ‘general’ diye hitap ettiklerini biliyorum.Yani bir Türk olarak Lübnan’ı, Ortadoğu’yu, orada yaşayan halkı çok iyi anlıyor ve çok iyi biliyorsunuz. Ancak, röportajdan önce katıldığınız bir toplantıda, Türkiye’nin Ortadoğu’ya bakışı hakkında ilginç ifadeler kullandınız, bu konuda ne düşünüyorsunuz. Gerçekten Ortadoğu’yu bilmiyor mu Türkiye? Maalesef Türkiye çok ilgisiz üstüne üstlük de bilgisiz. Bakın, ben Türkiye’den Lübnan’da bir gösteri gazeteci ve televizyoncu arkadaşların hiç birini geri çevirmiyorum. Ne zaman isterlerse demeç veriyorum, haber aktarıyorum, yayına çıkıyorum. Hem kimseyi kırmak istemiyorum hem de Türkiye Ortadoğu’yu bilsin, öğrensin istiyorum. Gece saat kaç olursa olsun telefonum açık, konuşuyorum. yaşanan son gelişmeler bunlar hep birbiri ile genel anlamda Ortadoğu ile ilintili. Ve göreceksiniz Türkiye’nin Filistin’de "Barış Gücü" olması istenecek. Bunu hem El Fetih hem de özellikle İsrail istiyor. Bugün Filistin’de olan olaylar hiç olağan değil. Baksanıza Filistin kanlı bir iç savaşa sürüklendi adım adım. Arafat’ın karargahı basıldı, hatta yağmalandı, devlet başkanı Abbas’ın evi de aynı şekilde basıldı. Özellikle Gazze’de çok şiddetli çatışmalar yaşandı ve yaşanmaya da devam edecek gibi görünüyor. Acımasızca birbirlerini öldürüyorlar. İsrail 40 yıl önce işgal ettiği topraklardan biri olan Gazze’yi adam edemdiyse biz mi adam edeceğiz? Türk askeri oraya giderse vasfı ne olacak? Barış Gücü mü? Hangi barışın hangi gücü? İsrail’in teröre karşı "koruma kalkanı" olarak isteniyor Türkiye. Ama orada bildiğiniz bir savaş yok. Hiç bilmediğimiz, tanımsız bir savaş yaşanıyor. Türkiye çok dikkatli olmalı ve Ortadoğu’yu öğrenmeli artık. Ama buna rağmen çok büyük bir olay olmadıkça mesela geçen sene yaşanan İsrail savaşı ya da 2005’deki Hariri Suikastı dışında Lübnan ile daha doğrusu Ortadoğu’nun bu cenahları ile ilgilenilmiyor. Örneğin Nahr el Bared mülteci kampında yaşanan olaylar, Filistin’de
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear