Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
C S sahip çıkılmıyor… TRATEJİ 9 anlaşıldı mı? olmak ve bilinçlenmek, kamunun yararına ve zararına olan durumları görebilmek, günü ve geleceği değerlendirebilmek. ? Siyasi haklarına sahip çıkmak. ? Egemenliğini devrettiklerinin her şeyi daha iyi bilirler anlayışına sığınmamak. ? İdare edenleri denetlemek, gerektiğinde hesap sormak ve hesap vermek. ? Düşünce ve çözüm üretmek, ilgililere iletmek, basın yoluyla kamuya mal etmek, bunu bir hak değil, ulusal ve vicdani bir görev olarak kabul etmek. ? Gerçekleri görüp ortaya koymamayı bir hainlik olarak görmek. ? Yetkili makamda, her şeyin en iyisini ben bilirim, anlayışında olmamak. "Bir milletin egemenliğini anlamış olabilmesi ve onu emniyetle korunmuş tutabilmesi bir takım özel niteliklere ve üstün terbiyeye sahip olmasıyla mümkündür. Bir milletin ki, siyasi terbiyesinde, milli terbiyesinde, vatanseverliğinde noksan vardır; öyle bir millet egemenliğini gerektiği derecede kuvvetle elinde tutamaz " (1.4.1923,TBMM) Türk ulusunun bunca yaşanan olumsuzluklara karşın sessiz, duyarsız ve tepkisizliğini Ata’nın bu açıklaması anlatıyor mu dersiniz? Ne olduğunu bir kenara bırakalım, üniversite öğrencilerinin bile, "siyasi terbiye", "milli terbiye" kavramlarını hiç duymamış olduklarına tanık oluyoruz. Bunlar seçmendir, ulusal egemenlik sorumluluğunu üstlenmiş gençlerdir. Gençlerimizi seçmen yapmışız ama görevini, sorumluluğunu öğrenmesini sağlayıcı "demokrasi" dersi vermeyi unutmuşuz (!). Ortaöğretimde demokrasi konusunun işlenmediğini biliyor muydunuz? Demokrasiyi öğretmeden, bunun gerektirdiği katılımcı davranışlar kazanmasını sağlayıcı siyasi terbiye vermeden, nasıl ulusal egemenliğe sahip çıkmasını beklersiniz? Ulusuna ve yurduna bağlılığını ve sorumluluğunu doğurucu milli terbiye vermeden, ülke sorunları ile ilgilenmesini katılımcı davranışlarda bulunmasını nasıl beklersiniz? Sadece "Benistan"da değil, aynı zamanda "Bizistan"da yaşamasını nasıl sağlarsınız? Bizistan’da yaşamanın gereğini öğretmeyince vatansever olmasını ne ölçüde beklersiniz? 2001 yılında lise öğrencisi bir genç kız, basına gönderdiği mektupta haykırıyordu: "Bu vatanı sevmeyi bize öğretemediniz!" diyordu. Ata’nın belirttiği terbiyeler verilmeden, halkın egemenliğine gerektiği şekilde ve derecede sahip çıkması beklenemez. İyi veya kötü yönlere herkes tarafından sürüklenebilir. "Tarihe göz atacak olursak, milletin egemenliğini yavaş yavaş kaybetmiş olduğunu görürüz. Fakat, düşününüz! Milletimizin her bireyi mütefekkir (düşünür) ve mütehassis (duyarlı) bir tarzda yetiştirilmiş olsaydı, muhakkak bu hale gelmeyecekti…" (24.12.1919Kırşehir) Atatürk bu sözünde, ulusun 1919’daki duruma düşüşünün nedenini açıklıyor. Sömürge oluşunun, bağımsızlığı yitirişinin, vatanın elinden alınışının ve tüm ulusun hayatına kastedilişinin nedenini belirtiyor. Milletimizin her ferdi mütefekkir ve mütehassis bir tarzda yetiştirilmiş olsaydı bu duruma gelmeyecektik diyor. Bireyler ülke işlerine yönelik mütefekkir ve mütehassis olsaydı, Türkiye bugünkü duruma gelir miydi? Yönetenler ülkenin geleceğini ipotek altına alan uygula Atatürk, Kurtuluş Savaşı’na başlarken "ulusal egemenlik sistemine dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız, yeni bir Türk devleti kurmak" kararı ile yola çıkmış ve bunu gerçekleştirmişti. Ulusal egemenlik sisteminin can verilerek kazanıldığı göz önüne alındığında, bunun korunması ve savunulması için aynı yaklaşım sergilenmelidir. maları yapabilir miydi? Hayır, hata yönetenlerde değil, malına sahip çıkmayan yurttaşlardadır. Ulusal egemenlik için yurttaşların egemenliğe sahip olması yetmemekte, mutlaka sahip çıkması gerekmektedir. Aksi durumda ulus için hayat olamaz, refah olamaz ve olmuyor, şeref olamaz ve olmuyor. Bireyler egemenliğe sahip çıkarken, Norveç diline bir deyim olarak yerleşmiş olan "Mustafa Kemal gibi düşünmek" prensibini esas almalıdır. Mustafa Kemal’i bizden daha iyi anlamışlar. Biz de "Mustafa Kemal gibi düşün"ü bir deyim halinde dilimize almalıyız, zihnimize yazmalıyız, davranışlarımıza yansıtmalıyız. Atatürk, ulusal egemenlik sisteminin işleyebilmesi için, sistemin sorumluluk yüklediği vatandaşların, maddi özgürlüğünün sağlanmış olmasına dikkat çekiyor. Yaşamın; karnını doyurma, barınma, ısınma, giyinme gibi zorunlu gereksinimlerini karşılayamayan yurttaşlardan, sistemin beklediği sorumluluklarını yerine getirmesini bekleyemezsiniz, diyor. Derdi karnını doyurmak olan için ülke sorunları önemli ve öncelikli değildir. Hatta kim karnını doyurursa, akşam evine iki ekmek gönderirse, kapısına iki çuval kömür bırakırsa, iradesini ona teslim edebilir, ülke yönetimi de yanlış ellere geçebilir, diyor. Ülkemizde bugün çalışanların önemli bir bölümü asgari ücretle çalıştırılmakta, ayda 400YTL net ücret almaktadırlar. Bu para ile bir ay yaşamak durumunda olan, gazete almaz, alamaz. Bir de bakmakla yükümlü oldukları varsa, durumu içler acısıdır. Halkın egemenliğe sahip çıkmasının sağlanması için çözülmesi gereken önemli sorunlardan biri de gelir dağılımında adaletin sağlanmasıdır. Çalışanın karnını doyurmak derdinden kurtarılması, işsizliğin önlenmesidir. "Referansımız İslamdır", "Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır" diyen bir partiye toplam seçmenin %25’i oy verdi. 40 milyon seçmenin 10 milyonu sandığa gitmedi, bu partinin iktidar olmasının yolunu açtı. AKP’nin iktidar oluşu, egemenliğe sahip çıkmanın çok zayıf olduğunun kanıtıdır. AKP kurulduktan sonra partinin başkanı ABD’ye gider. Bu ziyarette gazetecilere; "partimiz Amerika’nın doğal müttefikidir. Türkiye’de IMF’ye direnenleri üzüntüyle izliyoruz." (Hür. 31.1.2002) der. Kasım 2002 seçimlerinden 10 ay önce bunu diyen bir partiye seçmen oy verir. Ulu Önder, manevi kızı Bu egemenliği anlamaÜlkü ile birlikte... mış olmanın işaretidir. ABD Irak’ı işgali sonrasında, direniş karşısında zorlanmaya başlayınca, 2003 sonbaharında Türkiye’den yardım için asker ister. Mart 2003 tezkeresinin TBMM’de reddinden dolayı doğal müttefikine karşı mahcubiyet içinde olan AKP hükümeti, isteğe olumlu yaklaşır. Kamuoyuna, Türkiye’nin yüksek çıkarları ve Irak’a yönelik kurulacak masada yer alabilmek için, göndermemiz gerekiyor denir. Tezkere bu kez Meclis’ten geçer. Asker gönderilecektir. Mehmetçik kim için kiminle savaşacak, ne için ölecektir? ABD için işgale direnen Iraklılarla savaşacak ve ABD için ölecektir. Tezkere gündemdeyken Meclis’ten geçmesini önleyici, egemenliğine sahip halk olarak bunu istemediğini gösterici bir toplumsal eylem anımsayan var mı? Meclis’ten kolayca geçmesi de bunun yokluğunun kanıtıdır. Yani bu kadar hayati bir kararda dahi egemenliğimize sahip çıkmadık. Can vereceklerin kendi çocuklarımız olacağını bile bile. Sonrasında Iraklı bazı gruplar, Türk askeri sakın gelmesin yollu tehdit savurunca, ABD gelmeyin dedi. ABD gelmeyin deyince, Türkiye’nin asker göndermemesi mi gerekir? Hayır. ABD kim oluyor? Ben, Türkiye’nin yüksek çıkarları için bu kararı aldım ve uygularım, demesi gerekir. Devlet olmak budur. Ancak Başbakan; "Bizim ille de Irak’a asker gönderme gibi bir derdimiz, ihtirasımız yok. İstenmiyorsak gitmeyiz. Bu tezkere ABD istedi diye çıktı. Karar ABD’nin" der. (Hür. 19.10.2003). Bu demeçten sonra egemenliğin sahibi olan halk; "Bizi kim yönetiyor, biz ABD’nin uşağı mıyız, ordumuz ABD’nin ordusu mu, nerede kaldı Türkiye’nin yüksek çıkarları ve bağımsızlığı" şeklinde hesap sordu mu, bağımsızlığına ve egemenliğine sahip çıktı mı? Çıkmadı. Halkın egemenliğine sahip çıkmadığı görülünce ve çıkmayacağı anlaşılınca AKP mutlak egemen gibi yönetmeye başladı Devlet, devlet edemez duruma getirildi. Etkinliği, saygınlığı, kurumlarının uyumlu çalışması bitirildi. Küçültüyoruz diye yokluğu varlığı tartışılır hale getirildi. Bağımsızlığı dışa teslim edildi. Devlet kaleleri tek tek düşürüldü, kalan birkaç kalenin de düşürülmesine çalışılıyor. Devlet’in Atatürkçü rejimi büyük ölçüde islamileştirildi. AB adaylığı hikayesi, taraflarca vasıta olarak kullanıldı, devletin ulusallığı ve üniterliği bitirilme noktasına getirildi. Vatanı el değiştirmeye başladı, ekonomisi el değiştirdi, yabancılaştırıldı. Milli kimlik ve kültür yozlaştırıldı. Halk; dini, mezhebi ve etnik kökenlere göre kamplaştırılmakta, "bizleronlar" diye nitelendirilmekte. Bunlara benzer binlerce olumsuz gelişmeyi vatanın ve devletin asıl sahibi ise çoğunlukla seyrediyor. Yani ulusal egemenliğine sahip çıkmıyor. Ancak bunun bedeli ödenecektir. Ulusça ödenecektir. Bedel ödemeyi kan ve gözyaşına dönüştürmemek için her yurttaş dünya görüşü, dini, kökeni ne olursa olsun, her şeyden önce kendi geleceği için ulusal egemenliğine sahip çıkmak zorundadır. Yaşanılanlar, yaşanacakların işaretidir. Gün, "başkaları" yapsın günü değildir. Osmanlı Döneminde bir şairimiz şöyle diyor: Ey Türk oğlu! Senin üç düşmanın var. Ne İngiliz, ne Rus, ne Bulgar. Bana ne, neme lazım, ne çıkar.