Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
yapmak gerek. Ama hayır. Türkiye’nin küreselleşmeye teslim olmaya ihtiyacı yok. Böyle bir zorunluluğu hiç yok. Türkiye’nin ulusdevlet olarak üniter yapısını sonuna kadar koruması gerekiyor. O zaman liberal demokrasi gibi görünüş itibari ile "güzel" kelimelerden uzak durmanız gerekiyor. Çok dikkatli olmanız gerekiyor. Zaten üniversitedeki hocalarınız, entelektüelleriniz "Biz Avrupalıyız, Batılıyız" diyorlardı yıllardan beri. Şimdilerde ise Küreselciyiz diyorlar. Akıllarında boşluk var onların. Küreselleşme nedir? Küreselci kimdir? Küreselleşme ne getiri götürür bilmiyorlar. İlerleme zannediyorlar Küreselleşmeyi. Yani küreselleşme bağımsızlığı yitirme anlamına geliyor değil mi sayın Naito? Tabii tabii, kesinlikle bu anlama geliyor. Irak başta olmak üzere Türkiye’ye komşu ülkeler, İran, Pakistan, Afganistan ve tabi ki Filistin de küreselleşme ve bunun aktörlerince son derece karmaşık ve istikrarsız süreçlere zorlanmışlar. Ve Türkiye bu karmaşanın çok çok yakınlarında. Bu noktada Türkiye’nin bölgesel istikrarda son derece önemli bir rolü var. Japonya’dan baktığımda ise bu husus daha da artıyor. Ama bakıyoruz ki, AKP istikrar değil tam tersine yönelik uygulamalar yapıyor. Sanki kafalarının içinde biz AB’ye gireriz o zaman Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden diriltiriz gibi düşünceler var. Sanki bu havayı yaratmaya çalışıyorlar. Çok kültürlü sistem zaten Osmanlı İmparatorluğu’ndan model alınarak dillendiriliyor. Ama bu coğrafyaya İngiltere geldi, Fransa geldi, topraklarınızda Hıristiyanlar azınlık olduğu için baskı yapıldı Osmanlıya. Yani bu çok kültürlülüğü kullanarak Osmanlı parçalanmaya çalışıldı ve parçalandı. İşte Türkiye şimdi aynı durumla karşı karşıya ama bu gözden kaçırılmak isteniyor. AKP de bunun için olayı farklı biçimlerde yansıtıyor. Demokrasi diyor, küreselleşme, liberalleşme diyor… Dışardan Türkiye’ye baktığınız zaman Türk dış politikası kişilikli bir görüntü veriyor mu size? Zamana zaman Türk dış politikasının AB, zaman zaman da ABD eksenli olduğunu dile getiriyoruz. Siz bu görüşlere katılıyor musunuz? Evet zaman zaman öyle oldu. Halen de oluyor. Dikkat edilmesi gereken bir nokta var. AKP hükümeti AB müzakere sürecinde kamuoyunda haklı tepki aldı. Çünkü çifte standartlara sürekli boyun eğdi. Çünkü AB’ye alternatif yok diyor. Ama öyle değil. AB müzakerelerinin devam ettirilmesi konusu ayrı. O artık haklı bir süreç haline gelmiş durumda. Ama mesela son dönemdeki PKK olayları, sınır ötesi operasyon konusunda gerek ABD’nin gerekse AB’nin görüşlerine başvurmaya ne gerek vardı? İşte 23 Kasım’da İstanbul’da Irak’a komşu ülkeler toplantısı vardı. O zaman ABD Dışişleri Bakanı Rice buradaydı. AKP hükümeti onunla görüştü. Ama görüşmeden iki gün sonra Tayip Erdoğan ABD’ye gidip aynı şeyleri bir de Bush ile görüşme ihtiyacı hissetti. Hal böyle olunca AKP ABD’den destek alıyor, icazet alıyor görüntüsü ortaya çıkıyor. Yani ABD’nin dış politikasında en yetkili kişi Türkiye’deydi zaten. Onunla görüşüldü ama bunun üstüne daha bir hafta geçmeden Başbakan ABD’ye gitti. Ocak ayının başında da Cumhurbaşkanımız gidecek ABD’ye yani iki ayda bir ABD’ye gidiliyor ve bu hiç de hoş olmayan bir görüntü yaratıyor. Yani siz diyorsunuz ki bunlara hiç gerek yok. Öyle mi Sayın Naito? C S TRATEJİ 17 kullanabilmelisiniz. Kullanmalısınız. Başka hiçbir ülkede kendi sorunları ile ilgili olarak kilometrelerce uzakta olan bir ülkeden gidip izin aldığı görülmemiştir herhalde. Niye izin almak gereksin ki? Kaldı ki BM kararlarına göre teröre karşı sınır ötesi harekat yapma hakkımız da var. Sıcak takip esasına göre bu hakkı kullanabiliriz. Evet, tabii ki. Sıcak takip söz konusu ise zaten kimseye danışmaya, izin almaya gerek yok. PKK kamplarının bulunduğu yerlerde tampon bölgeler oluşturulması gerektiğine inanıyorum ben. Terörden bahsediyoruz. Ve yeri gelmişken değinelim; Genelkurmay Başkanımızın terör ile ilgili bir takım beyanatları oldu. Bunlarla ilgili ne düşünüyorsunuz? Ordunun verdiği reaksiyonlar son derece doğrudur. Özellikle AB ülkeleri ile ilgili açıklamaları çok doğrudur. Çok eskilerden beri İsveç, Almanya, Fransa gibi ülkeler PKK teröristlerine siyasi sığınma hakkı verdi. Avrupa çok büyük hatalar yaptı o dönemde. Özellikle Stockholm PKK’nın dış merkezi haline geldi. Berlin de aynı şekilde. Hatta Avrupa’nın birçok şehri PKK’nın sığınağı haline gelmişti. Bugüne baktığımızda AB PKK’yı terör listesine almasına rağmen yaptığı hataları halen kabul etmediğini görüyorum. Halen PKK varlığı da var AB ülkelerinin çoğunda. Hatta AB parlamentosu da PKK’yı destekleyen partiye çağrı yapıyor, toplantılar yapıyor. Bu nasıl bir hak, nasıl bir özgürlük, anlamak zor. Terör örgütü olarak tanınan bir gruba yakınlığı bilinen bir partinin adamalarını kürsüde konuşturmak ne anlama geliyor olabilir? Bu insan hakları adına açık açık bu isimlere terör propagandası yaptırması AB’nin çifte standardıdır. İşte bu ve bunun gibi konularda Genelkurmay Başkanı haklı olarak rahatsız olduklarını dile getirdi. Ben de katılıyorum bu rahatsızlıklarına. Tabii çünkü iktidar bu konuda kendine göre nedenlerden son derece sessiz kaldı ve ordu açıklama yapmak zorunda hissetti kendisini. Evet, hatta başbakan geçenlerde aftan bahsetti. Ama PKK sorunu tamamen bitmeden, örgüt tamamen pasif hale getirilmeden affı dillendirmek çok yanlış. Önce yakalanıp, yargılanmaları gerekir bu teröristlerin. Ancak bu süreçten sonra bir takım af söylemleri ortaya çıkabilir. Ama aktif bir şekilde terör ile PKK ile mücadele içerisindeyken aftan bahsetmeyi gerçeklere aykırı ve uygunsuz olarak nitelendirmek istiyorum. Tabii bu da bence orduyu rahatsız etti. Evet, Sayın Naito size çok teşekkür ediyoruz. Türkiye’nin sorunlarını gerçekçi bir açıdan ve sözde müttefiklerimiz olan AB ve ABD’nin dışında, tam tersine bir görüşle dile getirdiniz. Ben de teşekkür ediyorum *Prof. Dr. Masanori Naito, 1956 yılında Japonya, Tokyo’da doğmuştur. Felsefe ve tarih bilimleri alanındaki lisans derecesini Tokyo Üniversitesinden,coğrafya alanındaki yüksek lisans derecesini yine aynı üniversiteden almıştır. Sosyal bilimler alanındaki doktora derecesini 1997 yılında Hitotsubashi Üniversitesinden almıştır. İslam ve Batı Avrupa ilişkileri, Batı Avrupa’daki Müslüman göçmen hareketleri ve Orta Doğu araştırma yaptığı konulardır. Japonya Orta Doğu Çalışmaları Merkezi Başkanlığı yapan, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesinde, Damascus Üniversitesi Coğrafya Enstitüsünde misafir öğretim üyesi olarak bulunan Prof. Dr. Naito halen esas görev yeri olan Hitotsubashi Üniversitesi Evrensel Konular Çalışma Enstitüsünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. “Erdoğan ABD’ye gittiğinde Türk Ordusu’nun İkinci Başkanı da beraberinde gitti başbakanın. Halka bir propaganda şeklinde yapıldı bu AKP tarafından. Askerler de bizimle mesajı verilmeye çalışıldı. AKP bunu siyasi bir malzeme olarak kullandı. Böyle yapmaması gerekirdi.” Evet kesinlikle öyle. Gerek yok. Bir de şöyle bir şey var; Erdoğan ABD’ye gittiğinde Türk Ordusu’nun İkinci Başkanı da beraberinde gitti başbakanın. Halka bir propaganda şeklinde yapıldı bu AKP tarafından. Askerler de bizimle mesajı verilmeye çalışıldı. AKP bunu siyasi bir malzeme olarak kullandı. Böyle yapmaması gerekirdi. Hükümet sınır ötesi için meclisten yetki aldıktan sonra 40 gün bekledi. Zaman çok uzadı ve artık geçti. O zamana kadar da ordunun eli kolu bağlı kaldı. Çünkü hukuki olarak beklemesi gerekiyordu yetkiyi ve anayasal olarak hiçbir şey yapamadı ordu. AKP’nin süreyi uzatmaktaki amacı da buydu. Bile bile beklettiler yetkiyi. Yetki verildiğinde de pek bir anlamı kalmamıştı artık. Böyle yapılarak PKK sorunu çözülmez, çok zor. Hem bu noktada halk da kandırılmış oluyor bir anlamda. Halka doğruyu söylemek gerekir. Halkın kafası karışıyor, tepki doğuyor, ABD’den ne bekliyorsunuz deniliyor ve son kertede kafası karışan halk bir süre sonra neyin doğru neyin yanlış olduğunu görmekte zorlanıyor. Yani siz Japonya’dan bakarak AKP’nin askeri bir operasyon için ABD’nin gözünün içine bakmasını yadırgıyorsunuz. Yani Türkiye’nin ABD’yi bu kadar dinlemesine, dikkate almasına gerek yok diyorsunuz. Hiç gerek yok. Bu bir terör olayı. Ulusal bir tehdit bu. Ulusal güvenlik meselesidir. Tabii uluslararası boyutu da var. Kuzey Irak da işin içine giriyor artık PKK deyince. Ama her ülkenin kendi toprağını koruma hakkı vardır. Siz bu hakkı