26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

6 Kaan Kutlu ATAÇ Hacettepe Üniversitesi Doktora Öğrencisi İsrail ve Lübnan merkezli sorunlarda C S TRATEJİ idaresinin İsrail ile olan ilişkilerinde askeri ve ekonomik yönden güçsüz bir durumda olması ve İsrail’in de sahip olduğu avantajları açık bir müzakere aracı olarak kullanması halinde arabulucunun güçlüzayıf tarafla ilişkisi hassas bir dengeye oturur. Türk Hükümeti’nin bölgede meydana gelen şiddet olaylarında takındığı tavır ileri de oynayacağı muhtemel rollerde olumsuz bir unsur olarak karşısına çıkabilir. Bu halde de Türkiye’nin bölgeye yaklaşımı farklı hükümet dönemlerinde, farklı siyasi söylemelerin yerine devlet organları arasında uzlaşmaya varılmış ve belli bir dirayete sahip siyasi söylemeleri içermelidir. Siyasi duruştaki netlik, arabuluculuk rolünün başarılı bir şekilde sona erdirilmesinde kilit rol oynar. Arabulucunun çatışma konusuna ve taraflarına karşı "empati" (sorunu hissetme, tarafların yerine kendisini koyabilme) besleyebilmesi arabuluculuğun ilk koşulunu oluşturmaktadır. Bu empatinin tüm müzakere boyunca devam ettirilerek güven unsurunun sağlanması ve sürecin sağlıklı bir zemine oturtulması açısından önemlidir. Empatinin yerine kolaylıkla ikame edilebilen psikolojik durum ise konuya ve/veya taraflara karşı "sempati" ve/veya "antipati" duygularının hakim olmasıdır. Türkiye’nin, İsrailHamas ve Hizbullah örneklerinde sergilediği tutum, son iktidar döneminde empatiden daha çok HamasHizbullah kamplarına doğru sempatik tavra doğru kaymayı ortaya koyuyor. Bu tutum kimi zaman Türk dış politikasının negatif açıdan ağırlıklı gündemini de oluşturabiliyor. Örneğin Hamas’ın Siyasi Büro Şefi Halid Meşal’in Şubat 2006’daki Ankara ziyareti ve sonrası yaşanan gelişmeler Türk Hükümeti’nin konuya yaklaşımındaki sempatiyi açıkça ortaya koydu. Öte yandan, devletin en üst temsilcisi olan Cumhurbaşkanı da kimi zaman İsrail’e karşı gösterdiği sempati duruşu ile dikkati çekiyor. Cumhurbaşkanı Sezer’in Haziran 2006’da İsrail’e gerçekleştirdiği gezide İsrail Cumhurbaşkanı’na hitaben "Meşal'i devlet davet etmedi. AK Parti SezerAbbas davet etti. Şu anda görüşmesinden... onlar iktidarda olsa bile, bu davet hiçbir şekilde devletin politikasını yansıtmıyor" şeklindeki sözleri Türkiye’nin pozisyonunu bu kez de farklı bir mecraya çekti. Türkiye’nin kurumları arasında bölge politikasına ilişkin belirgin siyasi görüş farklılıklarının olması, diplomasinin yeknesaklık içinde götürülmesini engelleyici bir unsur olarak ortaya çıkıyor. Neticede Türkiye’nin bölgesel sorunlarda arabuluculuk iddiası belirgin bir sempati ve tarafgirlik anlayışının gölgesinde kalıyor. Bu durumda da daha ilk başta güvenilirlik prensibi zedelenmiş gözüküyor. Bu anlamda Abdullah Gül’ün İsrail gezisi sırasında kaçırılan İsrailli T ürk hükümetinin son dönemde özellikle Ortadoğu’da süregelen çatışma ve kriz süreçlerinde arabuluculuk rolünü üstlenmesi yönündeki isteklerine tanık oluyoruz. Türkiye’nin bölgesindeki krizlere tarihsel geçmişe bağlı olarak seyirci kalamayacağı, devletlerarası ilişkilerin uygun metot ve araçlarıyla farklı roller üstlenmesi gerektiği muhakkaktır. Ancak arabuluculuk gibi, belirli koşulların önceden sağlanmasının gerekli olduğu bir rol tanımlanmasında Türkiye’nin bu iddialarının yalnızca siyasi söylem düzeyinde kaldığı, konunun taraflarınca bu söylemlere olumlu tepki gösterilmediği görülüyor. Bu durumun açık nedenleri bulunuyor. Bu yazıda, Türkiye’nin İsrail, Hamas ve Hizbullah’la olan ilişkilerinde dile getirdiği arabuluculuk niyetinin neden salt bir söylem düzeyinde kaldığını incelemeye çalışacağız. Bu çerçevede arabuluculuk sürecinde belli başlı temel ilkeleri tartışmak istiyoruz. Türkiye arabuluculuk yapamıyor ARABULUCULUĞUN KOŞULLARI Ortadoğu Türkiye’yi tarihsel ve kültürel nedenlerle yakından ilgilendiriyor. Bölgedeki çatışmalarda arabuluculuk istemleri zaman zaman gündeme geliyor. Ama arabuluculuğun birçok koşulu sağlanamadığı için girişimler başarısızlıkla sonuçlanıyor. arabuluculuk iddiası ile ilgili olarak bazı başlıklara değinilecek. Konumuz itibariyle arabuluculuğu, kısaca, "çatışma içinde bulunan tarafların kendi başlarına çözüme gidemedikleri durumda üçüncü bir tarafın konuya çözüm bulunması için yürüttüğü bir müzakere şekli" olarak nitelendirebiliriz. Arabuluculukta uluslararası ve/veya yerel şiddet ve çatışma sürecinden bahsetmek olanaklıdır. Bu noktada arabuluculuk müessesi ile ilgili olarak bazı temel varsayımlar ön plana çıkıyor: 1 Arabulucu tarafgirlikten uzak olmalıdır, 2 İlgi taraflar arabuluculuğa rıza göstermeli ve arabulucunun atanmasına onay vermelidir, 3 Çatışmanın hızlı ve kolayca çözüme kavuşması beklenmemelidir, 4 Taraflar bir uzlaşıya sahip olmalıdır, 5 Arabulucu esnek bir yapıya sahip olmalıdır, 6 Arabulucu cezalandırmaya dayalı bir önleme başvurmamalıdır, 7 Arabulucu bu görevin gerektirdiği altyapıyı oluşturan deneyime, bu deneyimin aktarıldığı bir bilgi birikimine, veri tabanına (databas), teknik donanıma ve nitelikli insan gücüne sahip olmalıdır. Tüm bu özelliklerin yanı sıra arabulucu rolünü üstlenen yapının, çatışmanın taraflarına ait sosyopsikolojik dinamiklere karşı belli bir hissiyata ve önyargılara sahip olmaması da bir koşul olarak ortaya çıkıyor. Aşağıda ise Türkiye’nin bölgede EMPATİ Mİ, SEMPATİ Mİ? 1Arabulucu tarafgirlikten uzak olmalıdır: Arabuluculuk her şeyden önce güven oluşturmaya dayalı bir çaba olarak görülmelidir. Bu anlamda arabulucu çatışan taraflar arasında köprü görevi görür. Çatışmaya konu taraflar, arabulucunun kendilerine adil davrandıkları inancına sahip olmak isterler. Bu özellikle tarafların birinin diğerine karşı belirli dezavantajlara sahip olduğunu düşündüğü koşullarda daha da önem kazanır. Örneğin Filistin
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear