24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

bir değerlendirmenin demokratlığına, laikliğine toz kondurtmadığımız Avrupa ülkelerinden gelmiş olması. Küreselleşme palavrasının darmadağın ettiği insan kimliğine ve yaşam sorunsalına ilişkin bunalımında, insanın, özellikle tüketim sürecini ve çarpık sosyalleşmeyi körükleyerek (İtalyan erkeklerinin yüzde kırkının; kadınlarının yüzde otuzunun kilo fazlası var; öte yandan toplumun yüzde on üçü yoksulluk sınırına dayanmış) insanın kendi çöküşünü kendi eliyle hazırlamış olduğunu gözardı ederek, onu bataktan çıkarmak adına yapılan öneri bizim gözümüzde bir kez daha antilaik bir yaklaşımın işaretlerini vermiş olur. Avrupalı her ne nedense geçmişini yadsımak için her fırsatı değerlendiriyor galiba... Bu kez de büyük düşünür Vico’nun pabucu dama atıldı: "Tarihsel gerçeklikten kim sorumlu, insanoğlu mu,Tanrı mı?" diye sorarken humanizmacı geçmişini yadsıyan Avrupalıyı, yaşasaydı, nankörlükle suçlayabilirdi. C S TRATEJİ İtalya’da çalışan yabancılar... 19 Avrupa’nın köylerinde bile siyahi gençlere rastlandığını; bu gençlere misyonerlik adına Kilise’nin de çok destek verdiği bilinmektedir. On yıl sonra Müslüman, Hıristiyan bir bölük göçmen kuşu kilise sunaklarını süsleyecek; bir bölüğü de yaşlı patronlarının ölümüyle birlikte iş adamı olacaktır. Korkarım günün birinde yurttaş Santino’nun söylediği gibi çoğunluklu sayılarıyla (yurttaşlık için gerekli olan oturma süresi İtalya’da on yıldan beş yıla indiriliyor) ülkeyi ele geçireceklerdi. Bu hoşgörüyü, çoğunluk, geriye bakarak Avrupalının "günah çıkarması" ya da "vicdan sorgulaması" olarak yorumluyor. Ancak böyle giderse ki gidecek, o zaman Kral Alberto’nun "Tanrım İtalya’yı İtalyanlara geri ver!" yakarışları yeniden yüreklerde yankılanacaktır. Petrarca’nın kendi zamanında, parçalanmışlığı içerisinde, başka uluslara hizmet veren ülkesinin şimdilerde G8’ler bağlamında yer alarak bu kez de yoksullardan hizmet almaya kalkmış olmasını ve öteki Avrupalılardan geri kalmamak için deyim yerindeyse, sömürgecilik yapmasını içine sindiremiyordu. İtalyanların 60’lı yılları unutmuş oldukları gözleniyordu. Tersine yaşanan bir süreç başlamıştı bugün İtalya’da. Siyahi gençlerin bir gün varsıl olup ülkelerine dönecekleri varsayımı büyük bir yanılgıydı. Oysa yapılacak şey gene Petrarca’nın sözü edilen şarkısının bitiş dizelerinde dile getirdiği "barış, barış, barış" beklentisini dünya yüzünde yaşama geçirmek ve ardından dinler arası hoşgörü anlayışını ve laik/demokrat yaşam biçimini dünya insanının aklına sunmak; yoksul halkları yurtlarından, evlerinden, ailelerinden etmeden (ki bunu da en iyi gene İtalyanlar bilir) kalkındırmak ve esenliğe kavuşturmak olmalıdır diye düşünüyordu. Ben İtalya’yı hiç bu kadar ‘siyah’ görmedim. Petrarca İtalya’da İtalyanları görmek ve İtalyanca konuşulsun isterdi. Ben de öyle. İlginç değil mi Türkiye’nin Avrupa Birliği’ile ilişkilerinde kılı kırk yaran Avrupa sıra göçmenlere gelince kapıları ardına kadar açıyor. Papa’nın aforozuna mı uğradık biz; Kara Defter’e mi adımız yazılı yoksa? Bu ve bunun gibi birçok soruyu yanıtlamaya çalışarak İtalya’dan ayrıldım. Yüreğim iki parça oldu. Biri orada kaldı, birini buraya taşıdım. * İtalya’m Romano Prodi LAİKLİK YIPRANIYOR Dante’nin de pabucu damda. Kendisinin daha 1300’lerde doğru saptamalarla düşünüp kaleme aldığı Kilisesiyasa ilişkini 2000’li yıllarda soydaşlarının nasıl da çarpıttığını görünce bulunduğu yerden Amerika karşısında Avrupa’nın çaresizliğine bakacak, sanatla, ekinle, uygarlıkla yoğrulmuş olmasına ve kitaplarla dolu kütüphanelerine karşın daha dünkü çocuk bir ülkeye boyun eğdikleri için Avrupalıları, özelde İtalyanları kınayacaktı. Oysa burunların dibindeki, seksen yıllık bir geçmişi olan genç bir ülkede, Türkiye’de, laiklik için ne savaşımların ve bu uğurda nice şehitlerin verildiğini görmediklerinin ayırdına varacak; "yeşil kuşak" uydurmacasıyla yola çıkan Amerika ve Avrupalı yandaşlarının Ortadoğu’yu sözde demokratikleştirmek adına yaptıkları yanlışları izledikçe ve bu göstermelik iyi niyetlerinin arkasında gene kendi çıkarlarına uygun düşecek tezgahlar kurduklarını gördükçe kahrolacaktı. Bağnaz Arap varsıllarının gönlünü almak için Riccione (İtalyan Riviera’sı) sahillerinde para bıraksınlar diye hanımlarına hasırlarla çevrilmiş özel plajlar açmaya kalktıklarını ve beş dakikada binlerce dolar harcayan Arap kadınlarına hizmete hazır olduklarına tanık olunca uğruna savaşım verdikleri ülkülerinden ardıllarının ne denli ödün verdiklerini saptayacaktı. İslam gericiliğinin Hıristiyan fanatizmiyle birleşerek yavaş yavaş kendi içlerine de yayılacağının ve tüm demokratik/laik söylemlerine karşın bu tehlikenin Avrupa için de söz konusu olduğunun ayırdına varmayan Avrupa kamuoyuna birilerinin bunu anımsatması; irticanın yayılmasında kılık kıyafetin önemli bir etmen olduğunu ve çağdaşlığa aykırı giyimkuşamın demokratik gerekçelerle açıklanamayacağının bilinmesi gerekir diye düşünüyordu. Oysa beğenmedikleri bir ülkede, Türkiye’de, özellikle tesettüre ayrılmış plajları yaşatmamak için insanların nasıl kavga verdiklerini bilmeyen, görmek istemeyen Avrupalılara laikliğe örnek olarak bu ülkeyi gösterecekti. Bugün irticanın kucağında soluğu kesilen bir ülkeyi Ortadoğu’da "denge unsuru" olarak gören Avrupalı siyasetçilere gerçek denge unsurunun İslam ülkeleri içinde tek demokrat ve tek laik bir ülke olarak Türkiye’yi görmeleri gerektiğini ve eğer Batı, Arap ülkelerini demokratikleştirmek istiyorsa, ki ondan artık kuşku duyulmaktadır, "yeşil kuşak" uydurmacasını bir tarafa bırakarak İslamla, laik ve Ortadoğu konusunda ABD ile birlikte hareket eden İtalya, turizm geliri uğruna laikliği zayıflatan uygulamaları da gündeme getirmiş. Zengin Arapların konaklaması, eşlerinin denize girmesi için hasırlarla çevrilmiş plajlar dahi oluşturulmuş. demokrat öğretinin örnek bir bireşimini sağlamış olan Türkiye’yi işaret etmelidir. AVRUPA’YA GÖÇ KAPISI Dünyada olan bitenden habersiz, (İtalyan televizyon kanallarının bizimkilerden farkı yok) "dolce vita" yaşayan Batılı kitleler, yığınlar, açlıkla pençeleşen Üçüncü Dünya ülke çocuklarını görmezden geliyorlar. Onlar da kendilerini göstermek için durmadan Avrupa’ya çıkarma yapıyorlar. Salt geçen yıl 200.000 gencin Lampedusa adasına çıktığını (Salina Prensi bunları görseydi ne düşünürdü acaba? "İtalyanlar, İtalyanlaşmayı tamamlayıp bu kez de Afrikalılaşıyorlar mı yoksa", derdi belki de) ve buradan Avrupa’ya dağıldığını artık
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear