Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Bu durum gelişmekte olan ülkelerde yeni bir finansal krizi tetikleyebilir. Üstelik Japonya Merkez Bankası’nın deflasyon ile mücadele amacıyla beş yıldır uyguladığı gevşek para politikasından vazgeçeceğini açıklamasıyla küresel çapta ucuz para döneminden çıkıldığı görülüyor. DOLAREURO DENGESİ sermayenin değişen sermayeye göre büyümesi zorunlu olarak genel kâr oranında bir düşmeye yol açar. Marx’a göre kapitalistin kârı olan "artık değer" emekten elde edilir. Kâr oranı, artık değerin, değişken ve sabit sermayeye oranı olarak tanımlanır. Emek tasarruf edici yeni bir teknoloji kullanılmaya başlandığında artık değerin emeğe oranı ki (sömürü oranı) sabitse kâr oranı azalır. Marx ve Keynes, farklı temellerden hareketle, Borsa, ABD ekonomisine yön veriyor. C S TRATEJİ 9 baskı altına alması önemlidir. Keynes’in ülkeler zenginleştikçe tüketim oranındaki düşmenin talep sorununa yol açacağı veya Marx’ın üretimdeki sermaye mallarının payı arttıkça, emekten elde edilen artı değerin ve bu nedenle de kapitalistin kâr oranlarının azalacağı ve bunun kaçınılmaz olarak bir talep sorununa yol açacağı tezleri benzerdir. 2001 sonrasında ABD, cari açığını ağırlıklı olarak iki yoldan finanse ediyor. Birincisi petrol ticareti dolarla yapıldığı için dünya üzerindeki dolar talebi sürekliliğe sahip. ABD kağıt maliyeti ile bastığı kendi parası cinsinden borçlanabiliyor. Hemen bu noktada Irak müdahalesinin, Venezuella’daki darbe girişiminin ve şimdi de İran’a düzenlenmesi gündeme gelen saldırının altındaki gerçek nedenin bu ülkelerin petrol satışını dolar yerine Euro ile yapmaya kalkmaları, İran’ın uluslararası petrol ticaretinde Euro kullanımını baskın hale getirecek bir petrol borsası kurma yolunda ilerlemesi olabileceği aklımıza geliyor. Keynes ABD’nin açıklarını finanse eden ikinci etken de birincisi kadar önemli. Çin büyümesini sürdürebilmek için ABD’ye mal satmak zorunda, Çin’in iç pazarı kendi üretimini emebilecek güçte değil. Bu yüzden de Çin ABD ile ticaretinde elde ettiği fazla ile ABD’ye borç veriyor. Çin’in resmi rezervleri 820 milyar dolar düzeyinde. Yani bir karşılıklı bağımlılık dengesi söz konusu. ABD cari açığını finanse edemez ve doların değerinde ani bir düşüş söz konusu olursa bundan ilk etkilenecek ülke Çin olacaktır. Dünyadaki dolar talebinde ortaya çıkabilecek bir azalma ki Japonya, Rusya gibi ülkeler rezervlerindeki dolar/euro oranını Euro yönünde değiştirebilecekleri yönünde bazı açıklamalar yapıyorlar, ya da emlak piyasalarındaki balonun patlaması yeniden bir tüketim yetersizliği sorununun gündeme gelmesini tetikleyebilir. TÜKETİM YETERSİZLİĞİNİN İPUÇLARI Küreselleşme sürecinin temel dinamiğinin merkez ülkelerde sermayenin karşı karşıya kaldığı azalan kâr oranlarına bir çözüm getirmek olduğu görüşünü, Keynes veya Marx’a dayandırabileceğimiz gibi tamamıyla neoklasik iktisadın varsayımları üzerine kurulan Solow’un büyüme modeline dayandırmak da mümkündür. Solow, küreselleşme taraftarlarının geri kalmış çevre ülkelerinin de küreselleşmeden fayda sağlayacakları iddialarını dayandırabilecekleri bir teori ortaya koymuştur ve bu teorinin temel varsayımı da sermayenin bol bulunduğu yerde verimliliğinin azalacağıdır. Zenginleşen ülkelerde sermayenin marjinal verimliliği yani getirisi düşmektedir. Bu durumda doğal olarak sermaye daha kıt, bu yüzden de getirisinin daha yüksek olduğu çevre ülkelere gidecektir. Böylece bu çevre ülkelerde sermaye ile birlikte, büyüme oranı artacak ve ülke zenginleşecektir. Solow’un büyüme teorisinin temel varsayımlarından biri olan sermayenin, azalan marjinal ürüne sahip olması bu iddiayı destekler. Neoklasik büyüme modeli her ülkenin aynı teknolojiyi kullanabildiği varsayımı altında gelişmekte olan ekonomilerin, gelişmiş ülkelerden daha hızlı büyüyerek onları yakalayacağını söyler. Başta Çin ve Güney Kore olmak üzere bazı Asya ülkelerinin büyüme performansları bu modelin ve türevlerinin gündemde kalmasını sağlamıştır. Neoklasik büyüme modeli merkez ülkelerde kâr oranlarının azalmasına vurgu yapar ve çözüm olarak çevre ülkelere yatırım yapılmasını önerir. Bu görüş, 19601980 arasında azalan kâr oranlarının tekrar yükseltilmesi için küreselleşme kavramını gündeme getirmiştir. İşte bu küreselleşme sürecinin sonucunda, bu gün batı ekonomilerinde potansiyel bir tüketim yetersizliği sorununun ip uçları görülmeye başlanmıştır. KÜRESEL İŞSİZLİK Yukarıdaki senaryoyu tamamlayan başka bir etken ise tüm gelişmiş ekonomileri tehdit eden yüksek işsizlik oranları. Çin ve Hindistan’daki düşük emek maliyetleri artan petrol fiyatlarına rağmen küresel bir enflasyon yaşanmasını önlemekle birlikte gelişmiş ülkelerde işsizliğe neden oluyor. Şirketler üretimlerini ve hizmet tedariklerini, emek maliyetlerinin düşük olduğu bu ülkelere kaydırıyorlar. Gelişmiş ekonomilerde artan işsizlik tüketim yetersizliği yaşanması olasılığını destekliyor. Hintli ve Çinli bir orta sınıf gelişmekle birlikte bunların tüketim gücü henüz sınırlı. Üretimin Asya’ya kayması süreci 1980’lerdeki küreselleşme akımı ile gündeme gelmişti ve altında yatan temel dinamiklerinden birisi batı ekonomilerinde Keynesci talep destekleyici ekonomi politikalarının ve refah devletinin, ücret paylarını arttırırken kâr oranlarında azalmaya yol açmasıydı. İleri kapitalist ülkelerde kâr oranlarında 1960’ların sonundan 1980’lere kadar yüzde 1617 seviyelerinden yüzde 10’lara kadar düşmüştü. Bu süreçte uluslararası rekabetin artması ve üretkenlikteki azalma da etkili olmuştu. Keynes’in tüketim yetersizliğine yaptığı vurgunun bir benzeri Marx’da "kâr oranlarının azalması" şeklinde karşımıza çıkar. Marx’a göre, kapitalist üretimin gelişmesi ile birlikte, değişen sermayede (emek) değişmeyen sermayeye oranla bir azalma olması, kapitalist üretimin bir yasasıdır. Artı değer oranı ya da emeğin sermaye tarafından sömürülme yoğunluğu aynı kaldığı sürece, değişmeyen TÜRKİYE’NİN PLANI VAR MI? Kâr oranlarındaki azalmanın diğer bir sonucu da düşen getirilerden tatmin olmayan finansal sermayenin reel üretimden kopup spekülatif bir karakter kazanmasıdır. 1980’lerde gündeme gelen ve Türkiye’ye de dayatılan finansal sermayenin serbestliği mitinin altında da küresel sermayenin dünyanın her yanında serbestçe dolaşıp kâr etme arzusu vardır. Borsadan, emlak piyasalarına pek çok alanda başta ABD, dünya genelinde Krugman’ın değimiyle 1930’lardakine benzer eğilimler dikkat çekiyor ve dünya ekonomisinin bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu gözardı ediyoruz. Olası bir küresel durgunluk senaryosu için Türkiye’nin bir stratejisi var mı? Kemalistler 1929 bunalımını merkezin etkisiniden kurtulup bağımsız bir kalkınma modeli uygulamak için bir fırsat olarak değerlendirmişti. 1930 yılında İktisat Vekili olan Mustafa Şeref Bey buhranın kökenindeki sorunu banka egemenliğine giren sanayi olarak görüyor ve sanayinin ekonominin şahdamarı olması için finans kapitale izin verilmemesi gerektiğini söylüyordu. Hele Atatürk’ün bizzat iktisat vekili Celal Bayar ile birlikte hazırladığı bir "İkinci Sanayi Planı" vardı ki kendi enerji kaynaklarımıza dayanan bir ağır sanayi hamlesini hatta ihracatı ön görüyordu. Bu plan 1960’ların dünya ekonomisine eklemlenmiş ithal ikameci planlarından çok daha tutarlı ve ileri görüşlüydü. Atatürk’ün ölümünden sonra sahip çıkılsaydı, Asya kaplanlarından çok önce bir "Anadolu Kaplanı" olma ihtimalimiz vardı belki de. Peki ya bu gün? Talep daralması nedeniyle borsadan emlak piyasasına hemen hemen her ülkede koşullar 1930’lar öncesini çağrıştırıyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında 1929 buhranı Türkiye’de ekonomik atılımın başlangıcı olmuştu. Günümüzde ise bir stratejiden söz edilemiyor. kapitalist ekonominin içsel dinamiklerinden kaynaklanan dalgalanmalara dikkat çekmişlerdir. Marx da Keynes gibi eksik istihdamın kapitalizmin normal bir sonucu olduğuna inanıyordu. Keynes’teki sermayenin marjinal etkinliğinin azalması bir bakıma Marx’taki azalan kâr oranına karşılık gelmektedir. Benzer şekilde Marx da kapitalistlerin gelirlerindeki artışın önemli bir kısmını biriktireceklerini söylerken kapitalist sınıfın tüketim eğiliminin özelliklerini vurgulamaktadır. İkisinde de artan gelirin tüketimi