26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

C S Aybike KOCA TUSAM Çalışma Hayatı ve Türkiye Araştırmaları Masası akoca@tusam.net TRATEJİ 5 Dünyada ve Türkiye’de özelleştirme anlayışının sonuçları... İşsizlik önlenemiyor S on zamanlarda Türkiye’nin gündemini en çok meşgul eden konu şüphesiz özelleştirmeler ve bunun sonucunda karşılaşılan işsizlik. Bir de buna 2005–2008 dönemini kapsayan standby anlaşması çerçevesinde Maliye Bakanlığı’nın Dünya Bankası’na gönderdiği, "2009 yılı ortasına kadar 21 kamu işletmesinin daha özelleşeceği ve 29 bin işçinin işsiz kalacağı" konusundaki mektup eklenince özelleştirme tartışmaları daha fazla gündeme geliyor. Türkiye’deki kurum ve kuruluşların yanında uluslararası kuruluşları da etkileyen özelleştirme konusuna ışık tutabilmek için geçmiş deneyimlere bakmak, bugünle kıyaslamak ve diğer ülkelerdeki örnekleri incelemek yerinde olabilir. örneği 2001 yılında Brezilya’da yaşandı. Bir zamanların en ucuza elektrik tüketen ülkesi olan Brezilya’da elektrik dağıtım şirketinin özelleşmesi sonucu elektrik fiyatları yüzde 400 arttı. Enerji (Petrol, doğalgaz, elektrik vs.) sektöründe yaşanan özelleştirmeler, gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunda yanlış uygulanıyor. AVRUPA’DAKİ YAKLAŞIM Dünyada dış borç ödeme sorunu ile karşı karşıya kalan ülkelerin hemen hepsi özelleştirmeyi bir çözüm olarak görüyor. Özelleştirme faaliyetleri ilk olarak İngiltere’de Margaret Thatcher döneminde, devlete ek gelir sağlanması amacıyla benimsendi. Genellikle sağ eğilimli iktidarların benimsediği özelleştirme anlayışı zamanla sol eğilimli partiler tarafından da benimsendi, kamu mallarının satışı fikri gün geçtikçe yaygınlaştı. Avrupa’da genel kanı, özelleştirme sonucu geri dönüşümün olacağı ve değişikliklerin yeni fırsatlar sunacağı yönündeydi. Her ne kadar özelleştirmenin 2006 yılında da yeni fırsatlar sunacağı düşünülse de, her kurumun –özellikle yabancılara satılmaması konusunda oldukça temkinli bir duruş tüm Batılı ülkelerde hâkim. Buna karşın Avustralya’daki şirketlerin, satışa çıkarılan Latin Amerika firmalarına milyar dolarlar ödediği dikkat çekiyor. Firmalar değerleri karşılığı özelleşmesine rağmen işsizlik yine birincil derecede önem arz etmeye devam ediyor. 1990–2000 yılları arasında gerçekleşen özelleştirmelerden elde edilen toplam gelirlere bakıldığında özelleştirme anlayışındaki farklılık daha iyi anlaşılabilir. Bu on yıllık dönemde İtalya, yaptığı özelleştirmelerden toplam 111 milyar doların üzerinde gelir sağlarken, Fransa 72, İngiltere 43, Türkiye ise sadece 7 milyar dolar gelir elde etti. Bunun nedeni özelleştirilen firma sayısındaki azlık değil, Türkiye’de şirketlerin değerlerinin çok altında satılması. Elde edilen gelirler ise kısa vadeli "muhasebe temizleme" işleminden başka bir işe yaramıyor. BORÇLARA SPONSOR Özelleştirmenin piyasaya etkisinin önceden tahmin edilemeyeceği, bunun ancak detaylı bir inceleme sonucunda belli olabileceği gerçeğini ihmal etmeyen pek çok ülke, bu gerçeğe rağmen elde edilen gelirlerle borçların kapatılmasında bir sakınca görmüyor. ARGE çalışmalarının yapılmasına karşın, ülkelerin özelleştirme gelirleri ile borçlarını finanse etmeleri, işsizlik sorunu ile mücadele etmediklerini de gösteriyor. Örneğin 1995 yılında özelleştirilen Deutsche Telekom şirketinden, yeni teknoloji ve verimli çalışma gerekçesiyle 60 bin kişi işten çıkarıldı. Telekom sektöründe bir başka örnek özelleştirmelerin öncüsü İngiltere’de. British Telecom şirketi 1984 yılında özelleştirildikten sonra çalışanlarının yarısından fazlası işinden oldu. Fransa’da da durum farklı değil. 1997’de özelleştirilen France Telecom şirketinden yaklaşık 25 bin kişi işten çıkarıldı. Türk Telekom’un da yüzde 55’i blok satış yöntemiyle 6,55 milyar dolara satılmıştı. Satışın istihdama ve fiyatlara etkisinin orta vadede belirginleşmesi bekleniyor. Türkiye gibi ülkelerde özelleştirme satışlarından elde edilen gelirler, Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşlara olan borcun ödenmesinde kullanılıyor. Zaten bu kuruluşların Türkiye’deki özelleştirme faaliyetlerini destekleme nedenleri de, borçlarını bir an önce tahsil edebilmek. Bu da Türkiye’de üretimin engellenmesi anlamına geliyor. Borçların ödenmesinde finans kaynağı olarak görülen özelleştirme gelirleri, yatırıma ve üretime aktarılamadığı takdirde, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin elinde satacak başka bir kurum kalmayacak gibi görünüyor. Devlet hazinesine ek gelir gözüyle bakılan özelleştirmelerden elde edilen gelirlerin borçların finansmanına ayrılmasını "yararlı" gören Türkiye’de süreç beklendiği gibi gelişmiyor. Bir ülkenin reçetesinin başka bir ülkenin hastalığına iyi gelmeyeceğini unutan hükümetler, detaylı çalışmaları unutup ülkeleri örnek almaya devam ediyor. Nitekim Türkiye’deki özelleştirme faaliyetlerinin hemen hepsinin istihdam ve üretim açısından hüsranla sonuçlandığını görüyoruz. Türkiye’nin, özelleştirmelerin fayda maliyet analizine değil de seçimlerden önce mi sonra mı yapılması gerektiğine öncelik vermesi, işsizliğin Türkiye’nin en ciddi ekonomik sorunu olmaya devam edeceğini gösteriyor. YANLIŞ ANLAŞILAN ÖZELLEŞTİRME Türkiye’de 1980’li yıllarda başlayan özelleştirme hareketleri, uygulamalardaki yanlışlıklar yüzünden işsizliğe ve yoksulluğa neden Türpaş’ın özelleştirilmesine oldu. Özelleştirme kamuoyunda 1990’lı tepki gösteren işçiler. yıllardan beri eleştiriliyor. 1995 yılında özelleştirilen Et ve Balık Kurumu’nun farklı illerdeki kombinalarında ortaya çıkan manzara, gözleri özelleştirme yandaşlarına çevirdi. Bu kurumu "ekonomiye kazandırma" derdinde olan yetkililer, özelleştirme sonrası ortaya çıkan binlerce işsizi ve azalan üretimi görmezden geldiler. Özelleştirmenin yanlış uygulanmasına bir diğer örnek Petrol Ofisi Anonim Şirketi’dir (POAŞ). 1998’de ihaleye çıkarılan şirkete 1 milyar 160 milyon dolar teklif verilmesine karşın bazı "prosedür eksiklikleri" nedeniyle şirket başka bir firmaya 1 milyon 110 bin dolara satıldı. Şimdi de bir diğer petrol şirketi Türkiye Petrol Rafinerileri Anonim Şirketi’nde (TÜPRAŞ) benzer olaylar yaşanıyor. İlk olarak 1990 yılında özelleştirme kapsamına alınan, 2002 yılına kadar halka arzı devam eden, yüzde 51’lik blok hisse satışı için 12 Eylül 2005’de ihale edilen, 3 Şubat 2006’da ise yürütmenin durdurulmasına karar verilen ve hakkında son kararın 25 Nisan’da verilmesi beklenen TÜPRAŞ, Türkiye’nin tek stratejik enerji kuruluşu. Türkiye’nin böylesine önemli kuruluşlarını satması, üstelik ortaya çıkan üretim ve işgücü kaybına ses çıkarmaması özelleştirmenin yanlış anlaşıldığı tezini güçlendiriyor. Dünyadaki örneklere bakıldığında Türkiye’nin özelleştirmeyi yanlış uyguladığı ortaya çıkıyor. Dünyadaki en büyük üçüncü ham petrol üreticisi olan Meksika’nın PEMEX şirketinin tamamına yakını, Yunanistan petrol şirketi Hellenic Petroleum’un önemli bir bölümü ve Norveç petrol şirketi Statoil’in yüzde 71’i kamu mülkiyetinde bulunuyor. Yani özelleştirmenin, "sermayeyi tabana yayma"dan çok dünyadaki pek çok petrol şirketinin kamu "devlete gelir sağlama" amacı tüm devletlerde ağır mülkiyetindeki payları korunuyor. Ülkenin petrol basıyor. Öyle ki ülkeler arasında özelleştirme rekabeti gereksinimini karşılamak amacıyla kurulan yaşanıyor. BM tarafından 2000 yılında çıkarılan TÜPRAŞ’ın özelleşmesi, sosyal devlet ilkesinin "ÇaprazKenar Birleşmeler, Kazanımlar ve zedelenmesi bir yana, petrol fiyatlarının arttığı şu Kalkınma" isimli Dünya Yatırım Raporu’na dönemde Türkiye’yi ciddi bir enerji dar boğazına bakıldığında, dünyadaki en büyük on özelleştirme sokabilir. Bu işlemin blok satış yoluyla yapılması ise satışında İspanya, ABD, Hollanda, Portekiz ve tekelleşmeye davetiye çıkarabilir. Nitekim bunun bir Özelleştirme, uygulandığı hemen hemen bütün ülkelerde işsizler yarattı. İngiltere, Almanya ve Fransa’da telekom firmalarının özelleşmesi 10 binlerce kişinin işinden çıkarılmasına neden oldu.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear