26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

etmektedir. Kültürel ve dini açılardan Türkiye’nin diğer Avrupa ülkelerinden farklı olması Türkiye’nin reddedilmesine neden olmamalıdır. Ayrıca, herhangi bir dine aidiyet AB genişlemesi bağlamında argüman olarak da kullanılmamalıdır. AB kendi geleceğine bakışını artık din ve ırk tartışmalarından arındırılmış bir bakış temeline dayandırmalıdır. Avrupalı olmanın artık sadece Avrupa kıtasında yer almakla nitelendirilemeyeceğinin anlaşılması, kültürel çeşitliliğinin ve kültürlerarası yakınlaşmanın giderek önem kazandığı günümüz dünyasında bu kültürel çeşitlilikler ve kültürlerarası diyaloga işaret etmek çok büyük bir önem taşıyor. İşte bu çerçevede, AB farklı kültürler arasındaki diyalogu genişletmeli ve ilerletmelidir. Eğer AB kendi varlığını çok daha uzun yıllara taşmak amacında ise, Birliği kapalı kapılar ardına kilitlememeli ve dışlayıcı tutumlar içerisinde bulunmamalıdır. Bilakis, bu davranışların tam aksine, kendi evrensel değerleri çerçevesinde öteki olarak nitelendirdiği değerlerle kendisini her zaman yeniden oluşturmanın yollarını aramalıdır. Türkiye’nin AB’ye tam üye olup olmaması AB’nin kendisini tanımlaması anlamına da gelecektir. Yüzyıllardır kendisiyle ilişki içinde olan ve kendisiyle tam üyelik müzakerelerine başlamış olan Türkiye’nin AB’ye tam üye olarak kabul edilmemesi ister istemez başka sorunların mevcut olduğunu akıllara getirecektir. Böyle bir tercih ise, AB’nin çok kültürlülük iddiasının boşa çıkmasına yol açacaktır. Çok kültürlülüğü, çok dinliliği ve bunların uyumundan söz eden bir kulübün pratikte bunu hiçe sayması o kulübün inandırıcılığına, samimiyetliliğine ve güvenirliliğine çok büyük zarar verecektir. C S TRATEJİ 23 BARIŞ MI, SAVAŞ MI? Türkiye, olası üyeliğiyle AB’ye çok büyük bir etkileşimi, diyalogu ve uzlaşıyı taşıyacaktır. Bu etkileşim, diyalog ve uzlaşı ise Türkiye’nin içinde barındırdığı zengin, derin ve köklü medeniyetler ve kültürler aracılığıyla olacaktır. Ortadoğu ile, Kafkaslar ile, Orta Asya ile AB’nin özellikle de Batı Avrupa’nın birbirlerini anlamalarına Türkiye ölçüsünde katkı yapabilecek başka bir ülke yoktur. Farkına varılmalıdır ki, Türkiye dışında hiçbir ülke AB’ye böylesine derin, zengin ve köklü bir medeniyet ve kültür birikiminden faydalanma olanağını sunamaz. Bu çerçevede, Türkiye çok özgün bir kimliği, AB’ye katacaktır. Türkiye, Doğu ile Batı’nın, Hırıstiyanlık ile İslâm’ın faklı insan anlayışlarının, medeniyet güzelliklerinin, değişik özelliklerinin Türkiye’ye özgü sentezini yaparak AB’ye muazzam bir katkı sağlayacaktır. AB’nin özellikle Batı Avrupa’nın "Türkler" ve "Türkiye" sınavı bu aşamada çok büyük bir önem taşıyor. Eğer bu sınav başarılı bir biçimde verilir ise, insanlık için yeni bir dönemin başlangıcından da söz edilebilecek; geçmişte birbirleriyle çatışır görünse de aslında birbirlerine çok şeyler katmış olan farklı uygarlıkların, birbirlerini tamamlayarak yeni bir uygarlığa ve anlayışa doğru gidildiği görülecektir. Sonuç itibariyle, şu an iki farklı kültürün bir araya gelebileceği tek platform olarak görünen AB, hem Hıristiyanlığı hem de Müslümanlığı aynı birlik içerisinde bir araya getirip, amacını ve değerlerini de farklılıklarla ortak yaşam, hoşgörü ve çok kültürlülük kavramlarıyla temellendirebilir ise, bundan sadece Avrupa kıtası değil tüm dünya çok olumlu şekilde etkilenecektir. Genelde Hıristiyan Müslüman, özelde ise Avrupalı ve Türk kimliklerinin bir araya getirilmesi kaçırılmaması gereken tarihi bir fırsattır. Dini bir farklılık Avrupa’ya güç katacaktır. Ortaya çıkacak bu güç ile de Avrupa, "medeniyetler çatışması"nın insanlığın kaçınılmaz bir kaderi olmadığı fikrini çok kuvvetli bir şekilde savunabilecektir. S T R A T E J İ K İ T A P L I Ğ I Dünyanın Kısa Tarihi Yazar: Geoffrey Blainey 1001 Kitap Yayınları, Şubat 2005, 425 sf. vustralyalı tarihçi Geoffrey Blainey’in Dünyanın Kısa Tarihi adlı kitabı, ilk insanın ortaya çıkışından günümüze kadarki uygarlık tarihine ilgi duyanlar için güzel bir el kitabı özelliği taşıyor. İnsanlığın çıkış noktası olan Afrika’dan başlatılan uygarlık serüveni, Asya, Eski Yunan, Roma, İnka, Aztek uygarlıkları, tek tanrılı dinlerin ortaya çıkışı gibi dönemler okuyucuyu geçmişin yaşam koşulları ile yüz yüze getirerek ve o zamanları da yaşatarak anlatılmış. (Bu yönüyle biraz Sovyet tarihçileri İlin ve Segal’in ‘İnsan Nasıl İnsan Oldu’ kitabını çağrıştırıyor.) Kitabın dünya tarihinin bütün dönemlerine aynı ağırlığı verdiğini söylemek olanaklı değil. Özellikle 19 ve 20. yüzyıllar çok kısaca anlatılmış. Yazar bunu şöyle gerekçelendiriyor: "20. yüzyıla çok fazla yer ayırmamamın nedeni biraz da insanların yaşadıkları yüzyıla gereğinden fazla önem vermesini engelleme isteğimden kaynaklanıyor. Eğer bu kitap, 2400 yılında yazılsaydı, zamanımızın birçok önemli olayına yer verilmeyecekti." Anlatılan dönemlere ait çok sayıda haritayı barındıran kitap, coğrafyanın uygarlıkların oluşumu ve A karşılıklı etkileşimleri üzerindeki etkilerine vurgu yapıyor. Bu sayede bizler, Asya’da, Avrupa’dan farklı olarak neden ortak "Asyalılık" değerlerinden söz edilemeyeceğini, Hint uygarlığının neden Asya’daki diğer uygarlıklardan farklı olduğunu anlama olanağı buluyoruz. Yapıtta, dinler tarihi, özellikle de üç evrensel dinin (Hristiyanlık, İslamiyet ve Budizm) evrenselliklerini, başka bir deyişle dünyada geniş kitlelerin dini haline gelmelerini neye borçlu oldukları anlatılıyor. Buna göre, her üç din de, kritik dönemlerinde güçlü yöneticiler tarafından desteklenmiş ve her üç din de, ticaretle uğraşanların beklentilerine yanıt verdiği için, ticaret yolları boyunca yayılma imkanı bulmuştu. Yazar, belli tarihsel olayların önemini ya da bazı kişilerin eylemlerinin neden tepki çektiğini dünyanın her yerinden ve her kesimden okurun anlayabileceği örneklerle vurguluyor. Sözgelimi, Hz. Muhammed’in Mekke’de putlara karşı çıkmasının, İslamiyet öncesi dönemde de din turizmiyle geçinen Mekke’nin ileri gelenlerinin çıkarlarına nasıl ağır bir darbe indirdiğinin anlaşılabilmesi için, Muhammed’in yaptıklarının, günümüzde Venedik Belediye Başkanı’nın Venedik’e turistik gezileri yasaklamasına benzetmiş. Kitapta, Protestanlığın ortaya çıkış sürecinin yanısıra, Katolik kilisesine karşı çıkanlar arasıdaki farklılıklar da son derece ilginç olaylarla anlatılıyor. Güncel tartışmaları izleyenlerin ilgilenebileceği bir konu da, kitapta Kalvinizme uzunca bir yer ayırılmış olması. (Bu bölümü okuyan kişi, "İslamın Kalvinistleri" gibi bir ifade kullanırken, herhalde daha dikkatli davranır.) Kitabın, göze çarpan bir diğer özelliği ise, dünya tarihini Avrupa merkezcilikten uzak bir bakış açısıyla anlatıyor oluşu. Sözgelimi, ortaçağ olarak adlandırılan dönemin sadece Avrupa için ortaçağ, ya da karanlık dönem olarak adlandırılabileceği, İslam dünyası ile Amerika yerlilerinin aynı dönemde altın çağ yaşadıkları, kitapta birkaç kez vurgulanarak, ilkokul yıllarından bu yana öğrendiğimiz geleneksel tarih şablonunun dışına çıkma olanağı bizlere sunuluyor. Özellikle son yıllarda, dünyanın Brüksel’in etrafında döndüğünü sanan bazı çevrelerin tarih ders kitaplarında Avrupa tarihi ve "Avrupalılık bilinci" vurgusunu arttırma isteklerini ve bu yönde değişimlerin yapılacak olduğunu düşündüğümüzde, Batılı bir yazarın bu batı merkezci bakış açısının tamamen dışına çıkarak yazdığı bu kitap, bizler için daha önemli hale geliyor. Kitabı, dünya tarihinde yorucu ve sıkıcı olmayan bir geziye çıkarak bugünü kavramak isteyenlere önerebiliriz. STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear