26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI Geçmişini unutup, Türkiye’den bir yalanı kabul etmesi isteniyor... C S TRATEJİ olan Fransa, ülkesinde azınlık bulunduğunu kabul etmez. Fransa’da dil, din ve ırk temel alınarak istatistik araştırması yapmak yasaktır. Fransa’da mahalli dillere ve şivelere özgürlük tanıyan yasa tasarısı 17 Temmuz 1999’de reddedilmiştir. Cumhurbaşkanı Chirac, bu yasa ile ilgili olarak yaptığı konuşmada "Fransızca, Fransa’nın çimentosudur... Bu yasayı kabul ederek Fransa’nın balkanlaşmasına müsaade edemeyiz" demiştir. Fransa’nın Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişkilere derin düşmanlık tohumları ekme yönündeki bu tür müdahalelerini artırmış olmasının nedenleri düşündürücüdür. Öncelikle, Sovyetlerin çöküşüyle birlikte tüm Batılı güçler gibi Fransa da bu bölgede çok daha geniş bir hareket serbestîsine erişmiştir. Buna ek olarak, unutmamak gerekir ki Fransa da küresel çöküşten nasibini almaktadır. Fransa’nın sömürgelerini kaybetmiş olmasıyla ivme kazanan bir ekonomik ve sosyal çöküş içine girmiş olması, konumuz açısından da göz önünde tutulması gereken bir durum olarak belirmiş bulunuyor. Le Monde gazetesinde 2005 yılı sonlarında banliyölerdeki ayaklanma olayları nedeniyle yayınlanan bir dosyada yer alan verilere göre, ülke genelinde yüzde 6,2 oranındaki bir nüfus, yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Özellikle, kenar mahallelerde yaşayanlar, konut, sağlık ve eğitim açısından nüfusun diğer kesimiyle eşit olanaklara sahip olmanın çok uzağında bir yaşam sürdürmektedirler. Fransa’da yalnızca 1996 yılında her ay 35 bin kişinin işine son verilmiştir. Kuşkusuz, ekonomik bunalımın ağırlığı, kenar mahallelerde kendisini çok daha fazla duyurmaktadır. Çoğunluğu Kuzey Afrika kökenli ailelerin yüzde 20’si yoksulluk sınırının altındadır. İşsizlik oranı, ülke genelinde yüzde 10 civarındayken, ayaklanmalara sahne olan yoksul göçmenlerin oturdukları kenar mahallelerde yüzde 2040 arasında değişmektedir. Ekonomik sorunların derinleşmesine koşut olarak, içerideki göçmen nüfus üzerinde sürdürülen sömürü giderek ağırlaşmaktadır. Bu konuda ICFTU’nun aylık yayın organında üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir olguya işaret edilmiştir. "2000 yılında kölelik" olarak nitelendirilen bir olguya sahne olan sanayileşmiş ülkelerin başında, insan hakları savunuculuğunu kimseye kaptırmayan Fransa gelmektedir. Madagaskar’dan ve Afrika’nın başka bazı yörelerinden, ailelerinden çocuk yaşlarında koparılarak Fransa’ya getirilmiş olan bu insanlar, köle gibi çalıştırılmaktadırlar. Ayrıca, bunlar arasında yer alan kadınların ve çocukların cinsel açıdan da istismar edilmeleri söz konusu olabilmektedir. Pasaporttan yoksun olan göçmen kadınlar, genellikle ev işlerinde çalıştırılmak üzere "kelimenin tam anlamıyla mahpus olarak tutulmaktadırlar. Bunlar, sistematik olarak dövülmekte, aşağılanmakta ve herhangi bir ücret almaksızın günde 16 saat çalışmaya mecbur edilmektedirler" (Trade Union World, Kasım 2000, s.6) Ekonomik gerilemenin kaçınılmaz bütünleyicisi olarak alkolizm ve ruhsal bozukluklar başını alıp gitmektedir. Fransa’da her yıl alkolden ölenlerin sayısı 40 bine, tütün kullanımından ölenlerin sayısı 20 bine ulaşmıştır. Bir yılda intihardan ölenlerin sayısı 15 bindir ve bu rakam bir yılda trafik kazalarında ölenlerin sayısına eşittir. (R. Garaudy, Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum, TEV yayını, İstanbul 2005) Öyle anlaşılıyor ki Fransa’nın yarım kalmış emperyalist emellerinin tatmini yolunda sahte düşmanlar ve sahte çelişkiler yaratmaktan medet umması, geniş yurttaş kesimlerinin, özellikle göçmenlerden oluşan değişik etnik grupların ve bu arada Ermeni kökenlilerin ağırlaşan sorunlarını çözmekte giderek yetersiz kalmasıyla bağlantılıdır. Ermeniler için icat edilen düşman bellidir. Ermenilere düşman olarak Türkleri gösterdikleri ölçüde sömürüye dayalı düzenlerinin dokunulmazlığını korumuş olacaklardır. Bu arada, Ermenistan’ın ve Türkiye’nin sorunlarının daha da büyümesi, rekabet esasına göre kurulu bir dünyada onların sorunu değildir. ransa Cumhurbaşkanı Chirac’ın Ermenistan gezisi, bilinen bazı gerçekleri çarpıcı bir biçimde ve yeniden ortaya koydu. Bir kere daha görüldü ki Fransa, sömürgeci geçmişinden gelen geleneksel "böl yönet" taktiğini terk etmiş değildir ve bu uğurda kendisinin gırtlağına kadar gömülü olduğu bazı günahların benzerlerini başkalarına yamama konusundaki pervasızlığını sürdürmektedir. Basına yansıyan haberlerden anlaşıldığına göre, Chirac, Türkiye’nin AB’ye girebilmesi için sözde soykırımı kabul etmesi gerektiğine dair görüşlerini tekrarlamıştır. Fransa parlamentosunun (Bir zamanlar "Dünya yuvarlaktır" diyenleri cezalandıran engizisyon mahkemesi gibi) sözde soykırımı reddedenlerin cezalandırılmasına dair yasayı görüşeceği 12 Ekim tarihinden hemen önce bu açıklamanın yapılmış olması ayrıca anlamlıdır. Chirac bununla da yetinmemiş, Koçaryan’la birlikte askerleri selamlarken yüzünü Ağrı dağına dönerek Ermeni faşistlerin saldırı ve yayılma emellerine yeşil ışık tuttuğunu göstermekten de kaçınmamıştır. Artık iyice görülüyor ki başta Fransızlar olmak üzere, Batılı egemen çevreler, bunca tarihçinin ortaya koyduğu bilimsel çabaya, açıklanan bunca ciddi belgeye rağmen sözde soykırım konusunda gerçeklere gözlerini kapatmak ve bildiklerini okumak konusunda kararlıdırlar. F ‘Küçülen’ Fransa eşleşmiş bulunan bu işgalden kaçanlar, Azerbaycan nüfusunun sekizde birini oluşturmakta ve tam bir çaresizlik ortamına mahkum edilmiş bulunmaktadırlar. Bu olayların, bazılarının ders alması gereken bir diğer yanı da Ermeni işgali altında yaşayan Kürt kökenlilerin başına gelenlerdir. 4 Mart 1999 tarihli International Herald Tribune’de Thomas Goltz imzasıyla çıkan bir yazıda anlatıldığı üzere, AzerbaycanErmenistan savaşı sırasında, Yukarı Karabağ’da, Kelbecer’de doğup büyümüş olan Kürtler, Ermeni faşistler tarafından tam bir etnik temizliğe uğratılmışlardır. Fransa’nın soykırım konusundaki merakını tatmin için fazla uzaklara gitmesine de pek gerek yoktur. Bu açıdan, kendi tarihine bakması yeterlidir. Fransa’nın Cezayir’de dillere destan olan işkence yöntemleriyle birlikte sergilediği soykırım, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından birisini oluşturur. Chirac, ‘ülkelerin geçmişini kabul ederek büyüyeceğini’ belirterek, Türkiye’ye ‘çağrı’ yaptı. Buradan yola çıkılırsa Kuzey Afrika’daki ‘deneyimlerini’ kabul etmeyen Fransa, ‘küçüldüğünü’ düşündürüyor. KIŞKIRTILAN ERMENİLER Oysa, tarihsel gerçeklere birazcık tarafsızlıkla göz atabilen herkes bilmektedir ki Türklerin ana unsurunu oluşturdukları Osmanlı İmparatorluğu döneminde Ermeniler, asla ayırıma tabi tutulmamışlar, tam tersine, başta dışişleri olmak üzere bürokraside ve sanat gibi değişik alanlarda en itibarlı konumlara ulaşabilmişlerdir. Ermenilerle Türkler arasındaki güvensizlik, 1. Dünya Savaşı döneminde emperyalist kışkırtmalar dolayısıyla tahrik olmuş, emperyalist merkezlerin sözcülerinin "soykırım" dedikleri olaylar, bu merkezlerin o dönemdeki marifetlerinin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet’le birlikte onarılan TürkErmeni ilişkileri, geniş ölçüde Fransa’nın kanatları altında palazlanan ASALA’nın Türk diplomatlarını hedef alan ve tam bir soykırım boyutu ve niteliği taşıyan eylemleri yüzünden bir kere daha tahrip olmuştur. Eğer Fransa, soykırım aramaya meraklıysa, dikkatlerini başka bazı yerlere çevirmesi gerekir. Bugün, Azerbaycan topraklarının yüzde 20’si Ermenilerin işgali altındadır ve sivil halka yönelik yoğun bir soykırımla FRANSA KÜÇÜLÜYOR Chirac, Ermenistan ziyareti sırasında yaptığı açıklamada "ülkeler hatalarını ve dramlarını kabul ederek büyürler" demiştir. Onun bu sözlerinin ışığında bir değerlendirme yapacak olursak, Fransa’nın bugün büyümek değil küçülmek yolunda olduğu sonucuna varmamız kaçınılmazdır. Çünkü Fransa, sömürgeci geçmişinden dolayı özür dilemek bir yana, 23 Şubat 2005 tarihinde, okullarda sömürgeciliği övmeyi zorunlu kılan ve sömürgeci atalarına şükranlarının ifadesi olan bir yasa kabul etmiştir. Anılan yasanın, uyanan tepkiler dolayısıyla 15 Şubat 2006’da kısmen değiştirilen ve fakat Chirac tarafından sonuna kadar savunulan 4. maddesinin ilk biçimine göre "Üniversite araştırma programları, Fransa’nın denizaşırı ülkelerdeki, özellikle Kuzey Afrika’daki mevcudiyetinin tarihine lâyık olduğu önemi tanıyacaktır. Okullarda uygulanan eğitim programları, Fransa’nın denizaşırı ülkelerdeki, özellikle Kuzey Afrika’daki mevcudiyetinin öncelikle olumlu yönünü kabul edecek ve Fransız ordusunun savaşçılarının tarihine ve bu ülkelerin topraklarındaki özverilerine hak ettikleri seçkin yeri tanıyacaktır." Bizim ülkemizde neredeyse mikroskopla azınlık arayarak ayrılıkları büyütme çabası içinde Chirac, Koçaryan’ın izinde...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear