Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
almıştır. ABD’nin bu tür fütursuz, küstah girişimlerinde dolaylı veya doğrudan en büyük desteğinin ise, BM ve NATO gibi hala uluslararası camiada etkinlik ve saygınlığı sürmekte olan kuruluşların olması da ne yazık ki, bu kuruluşlardan hala medet uman küçük ülkeler için dikkat edilmesi gereken bir husustur. ABD’nin ‘özgürleştirme’ polikalarının sonuçları... C S TRATEJİ 17 beri üzerinde çok yönlü tehditler eksik olmayan Cumhuriyetimiz ne yapmalıdır?" sorusuna yanıt aramak durumundayız. Çünkü Batı’ya asırlardır tek ciddi tehdit oluşturmuş ve bugün de genişleme potansiyeli göz önüne alınırsa ciddi bir bölgesel güç konumuna erişecek olan ülkemiz, Batı tarafından rahat bırakılır, dirayetli yöneticilere kavuşursa, Batı’nın "yeni sömürgecilik" anlayışına belli ölçülerde engel olabilecek ciddi bir güce erişebilir. Bu noktada artık, her şeyden önce art niyetli politikacıların da gizli çıkarları doğrultusunda geleceklerini bağladıkları ve 43 yıldır kapısında beklediğimiz AB konusunda bir karara varmak durumundayız. O AB ki, üyelerinin büyük çoğunluğunun başta PKK olmak üzere Ortadoğu’daki birçok terör örgütüne kucak açmış, onlara finansman konusunda rahatlıkla kaynak yaratma olanağı vermiştir. O AB ülkeleri ki, Ortadoğu’dakinden daha çok ve çeşitli terör örgütünü ülkelerinde barındırmaktadır. Ve o AB ki özellikle Türkiye’ye zarar vermeyi amaçlayan irticacı ve bölücü her çeşit terör örgütüne hamilik etmektedir. Önce, her geçen gün Müslümanlığı hedef alan AB ile ilişkilerini netliğe kavuşturan bir Türkiye, bütün dünyaya hem kendi durumunu hem de Batı’nın her konuda ikiyüzlülüğünü anlatmalıdır. Batı ülkelerinin işlerine geldiği noktada terörü nasıl beslediklerini, din düşmanlığı yaratmanın bütün insanlık açısından ne kadar yanlış olduğunu anlatmalıdır. Yine demokrasi, fikir özgürlüğü, insan hakları gibi deyimleri ağzından eksik etmeyen Batı ülkelerinden biri olan Hollanda’daki partilerin bütün bu kavramlara ters düşecek şekilde 22 Kasım’da yapılacak seçimlere katılabilmek için sözde Ermeni soykırımını tanımayı şart koşmalarının akıl almaz bir antidemokratik uygulama olduğu bütün dünyaya anlatılmalıdır. Soykırımı tanımadığı gerekçesiyle Türk kökenli milletvekili adayının Sosyal Demokrat İşçi Parti’nin listesinden çıkarılmasının ardından Hıristiyan Demokrat Parti’de de Türk kökenli iki milletvekili adayının listeden atılması ikiyüzlülüğün, çifte standart uygulamasının en uç uygulamasıdır. Ancak, aykırı yaşam tarzlarının alabildiğine yaşandığı bu, sözde demokratik haklar ve özgürlükler şampiyonu ülkenin kurumlarından böyle aykırı, anti demokratik bir zorlama beklemek de normaldir. ABD ve AB ülkelerinde giderek artış gösteren benzeri faşizan uygulamaların başka örneklerinden biri de geçtiğimiz günlerde, sırf sakallı olduğu için Müslüman olarak algılanan ve faşizan bir tepkiye maruz kalıp uçaktan atılan bir İspanyol profesörün başına gelenlerle ürkütücü bir şekilde ortaya çıkmıştır. Yine bu bağlamda giderek artacağı ve dinler arası anlamsız bir çatışmaya yol açacağı anlaşılan bu tür çifte standart uygulamalarına karşı çıkmak, haksızlıklara karşı mücadele etmek için Türkiye, İslam ülkelerinin en gelişmişi olarak diğer laik eğilimli ve sağduyulu Müslüman ve hatta Batı tarafından ezilmişliğe, sömürülmeye aday olarak görülen Müslüman olmayan ülkeleri de yanına almalıdır. Nasıl ki mazlum milletlere örnek olacak şekilde emperyalizme karşı dünyada ilk bağımsızlık savaşını muzaffer bir şekilde vermiş ve sınırlarımızı emperyalistlerin cetvelle şekillendirmesiyle değil, kanla çizmiş isek bu konuda da insanlığa hizmet edecek bir girişimde bulunabiliriz. Bu noktada Batı dünyasının iç çelişkilerinden, rekabet olgularından da yararlanmak olasıdır. Çevremizde Pakistan, İran ve hatta Rusya gibi kaderleri bizle benzer olan öteki bölgesel güçlerin böyle bir beraberliğe yaşamsal açıdan gereksinimleri aşikardır. Laikliği kabul etmeyen ülkeler dışındaki bütün ülkelerin ve özellikle gelecekte küreselleşme adı altındaki yeni sömürü düzeninde en büyük hedef tahtası olacak Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin böyle bir bloklaşmaya ihtiyaçları vardır. Dipnot: (1)Bkz:Terör, Kaçakçılık, Hudut ve BizHesaplaşma, Erdal Sarızeybek,Ümit Yayıncılık, Ankara Eylül, 2006 BATIYA KARŞI VAROLUŞ MÜCADELESİ Batı dünyasının özellikle enerjiye ulaşmak için seçtiği yol son yıllarda bir Müslüman karşıtlığı şeklinde ortaya çıkarken, bu Müslüman ülkelerin kendi iç sorunlarının da yine bu günlerde artması da ilginçtir ve Batı’nın bu işlerde parmağı olduğu şüphesini akla getirmektedir. Özellikle ABD’de Müslüman düşmanlığının başlatılması, kamuoylarında, Müslüman ülkelere yapılacak harekâtlara bir destek yaratmak amacını taşımaktadır. Ayrıca yine AB ülkelerinde bu olgu, çoğunluğu Müslüman olan göçmenleri, iç politikalarında çoğunlukla oy toplama uğruna seçim malzemesi olarak kullanma şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Yani maalesef hem ABD’de ve hem de AB’de bilinçli ve devlet politikası şeklinde ortaya çıkan bir Müslüman düşmanlığının başlatılmış olması söz konusudur. Joseph Ratzinger, şimdiki adıyla Papa XVI Benedict'in son söylemleri ise bu yolda uygulanan, Batı toplumlarının Haçlı Seferlerine davet edildiğini düşündüğümüz stratejinin bir göstergesidir. Din adına başvurulan her tür şiddetten kesin ve mutlak surette vazgeçilmesini de öneren ve arada Müslümanlığa ve onun büyük önderi Peygamberimize dil uzatmaya cüret eden ve şiddetten vazgeçme çağrısında bulunan Ratzinger Batı dünyasında son yıllarda başlatılan, bütün Müslümanların faal veya potansiyel "bombacı", "intihar saldırganı" olduğu şeklindeki yaklaşımları desteklemiştir. Ancak dünya dillerinde "İslamofaşizm" terimini güncel hale getirmeye çalışan Batı stratejistlerinin bu söylemlerine karşı bugün öncelikle Türkiye, Pakistan ve İran gibi önde gelen Müslüman ülkelerin Batı ülkeleri halklarına hatırlatması, öğretmesi gereken bazı önemli hususlar vardır. Geçmişte Güney Amerika'daki, Afrika’daki milyonlarca yerli güzellikle Hıristiyan edilmemiştir. Hıristiyan Batılılar sömürgecilik yolunda köle ticaretinin en vahşi örneklerini yaratmışlardır. Haçlı Seferleri'nin hangi öğretinin, inancın eseri olduğu açıktır. Hiroşima’ya, Nagasagi’ye atom bombalarını da Müslümanlar atmamıştır. Son yıllarda Afganistan'a, Irak'a, Gazze'ye, Lübnan'a füzelerle saldırılması da Müslümanların eseri değildir. Bütün bunlar Batı dünyasının bencil, vahşi yaklaşımlarının eseridir. İnsanlık tarihi bunları affetmeyecektir. Ayrıca bugün gerek Papa XVI Benedict'in ve başta ABD olmak üzere Batı dünyasındaki bir kısım oportünist politikacıların görüşlerinin kökünü ta Ortaçağ zihniyetinden alan ilkel bir yaklaşımın ürünü olduğunu da burada vurgulamakta gerek vardır. Yine aynı zihniyetin ürünü olan, sözde müttefiklerimizin PKK desteği ve binlerce vatan evladımızı, sivili, kadını, çocuğu, Güneydoğu Anadolumuz’a uygarlık hizmeti vermek için giden görevlilerimizi şehit ettiren sinsi politika Türk milletince bilinmektedir. Ancak bütün olup bitenin, Batı zihniyetinin ülkeleri bölmek için hangi entrikaları çevirdiği, silah, para ve siyasal destek yardımları yaptığı da gözler önüne serilmelidir. İstiklal Savaşı’nda, İnönü’de 1.588, Sakarya’da 3.280, Büyük Taarruz’da 2.542 şehit vermişiz. Ama Batı ülkeleri ve komşularımızca bize musallat edilen PKK terörünün bize faturası çok daha ağır olmuş ve 3.664’ü asker, 1.177’si korucu, 199’u polis toplam 5.040 şehit vermişiz. 4.466 vatandaşımız da hayatını kaybetmiş. Yine aynı dönemde 11.037 asker ve 5.474 vatandaşımız yaralanmış. Şehit olanlar içinde 96 da öğretmen var. 305 cami ve PTT binası, 241 okul tahrip edilmiş, 1.124 iş makinesi yakılmış. Teröristlerden 54 uçaksavar topu, 760 Bixi makineli tüfek, 151 havan topu, 1559 roketatar, 46 bombaatar, 11.000 mayın ve binlerce Kaleşnikof tüfek ele geçirilmiş. (1) Ey uygar, barışçıl Batı, bunları sen vermediysen kim verdi? Kim PKK terör örgütüne bağlı dernekleri, yayın organlarını, TV’yi bağrında barındırıyor, Kürt haraç örgütlerini Avrupa’da koruyor? İmralı’da yatan terörist başının ağzından, Almanya, Fransa, Hollanda ve İngiltere’deki faaliyetlerini işitmek mümkün. Ey Batı ülkeleri halkı, ey Papa XVI Benedict bunları bilmiyor musunuz? Uygarlığınız, değerleriniz işte ancak işinize geldiği yerde geçerli ve bu da bebek katillerini kollamak şeklinde ortaya çıkıyor. Dahası, Irak'ın kuzeyindeki terör örgütü PKK’nın varlığına kim izin veriyor. Teröristlerin Kandil Dağı'nda bulunan sözde Mahsun Korkmaz Askeri Akademisi ve Haki Karer İdeolojik Eğitim Merkezi’ndeki 3 binden fazla Kaleşnikof, 10 bin el bombası, 242 roketatar ve 13 tane uçaksavar varlığını kime borçlu? Bütün bu teröristleri kim yetiştirdi? Uygarlığının kökünü Hıristiyanlığın sözde insani değerlerinden aldığını iddia eden, insan haklarına önem verdiğini savunan Batı ülkeleri değil midir ki bu bebek katili hainler hala ortalıkta? 6036 saldırı, 3071 bombalama, 388 gasp, 1046 adam kaçırma ve bu olaylarda 4412 vatandaşımızın, 3874 askerimizin, 241 polisimizin 1225 köy korucusunun şehit edilmesinden suçlu bulunarak mahkum edilen Abdullah Öcalan adlı terörist başını yıllardır kim himaye etmiş, kimin elçiliğinde bu bebek katili yakalanmıştır? Bütün bunlar ekonomik çıkarları uğruna ülkeleri bölmek isteyen ve dünyada insanlar arasında düşmanlığın artmasından medet uman Batılı ülkeler tarafından yaratılan sorunların bizi ilgilendiren kısmı değil midir? DİN ÇATIŞMASININ KÖRÜKLENMESİ Bugün yeni bir Haçlı Seferi gibi yaratılmak istenen medeniyetler çatışması nedeniyle Batı ülkelerinde Müslüman olmak adeta suçtur. Müslümanlık düşmanlığı ve karşıtlığı toplumlarda, okullardan başlayarak öğretilmektedir. Bu düşmanlığın boyutlarının artması Batı ülkeleri için nereye kadar yararlı olabileceğinin bilincinde olmayan Batı toplumları sadece kısa vadeli çıkarlarına bakmaktadır. Kısa vadede akıllarınca belki çıkarlarına uygun gözüken bu yol, Sovyetler döneminde ABD’nin Afganistan politikasında olduğu üzere yarın daha uzun vadede çok daha büyük çalkantılara ve hatta şimdiden başlamış gibi gözüken bir 3. Dünya Savaşı’na yol açmayacak mıdır? O zaman, bugün Müslüman düşmanlığını ülkelerinde halklarına politikacıları vasıtasıyla enjekte eden Batılı politikacılar şimdiden zor sağladıkları petrolü nereden bulacaklardır? Ama bu noktada bizler, gelişmekte olan, Müslüman ve hele Türkiye gibi bölgesel güç konumunda olan ülkeler ne yapmalıdır sorusuna yanıt da önemlidir. Özellikle ve öncelikle bu noktada, "Kurulduğundan