Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Days
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
6 1 EYLÜL 2012 CUMARTES İ TUTUKLU GAZETE Başbakan’ın ‘adamı’ “ şkenceye sıfır tolerans” açılan işkence davave Sedat Selim Ay’ın İslarının gerektiği gitanbul Terörle Mücadele bi soruşturulmadıŞubesi’nin başına getirilğına ilişkin AİHM mesi, atanması... kararlarının bulunBirincisi, yalanlarındaki duğunu ve devletin cüretkârlığı temsil ediyor. bunların hepsinden İkincisi, gerçeklerin zavalsorumlu tutularak lılığını… “İşkenceye sıfır davacılara tazminat tolerans”ın antitezi, işkenödemeye mahkum ceciye sonsuz iltimas oluedildiğini es geçyor. Sentezi de AKP, ipteki mek vs. vs. Bütün cambaz. ‘Ustalık’ diye bubunlar Başbakan’ın na derler. konuşmasının ruBaşbakan, SSA’nın başhunu belirleyen şeyF Tipi Cezaevi ta Taraf Gazetesi olmak lerdi. Ruhsuzluğun EDİRNE üzere yazılı ve görsel medruhunun, işkenceci yada iki hafta boyunca bir kişiliğin, insanmahkeme tutanakları, adli lık dışı konumunu tıp belgeleri, yargı kararları, doğru savunmak ve sahiplenmenin buz sodan anlatımlar, tanık beyanları, sokak ğukluğu... eylemlikleri vb. üzerinden yadsınaNereden mi biliyorum bunları? mayacak biçimde ifşa edilen insanlık Nasıl mı bu kadar emin oluyorum? icraatlarıyla ilgili olarak nihayet koÇünkü ben de SSA ve ekibinin işnuştu, konuşmak zorunda kaldı. kence tezgâhından geçenlerden biriKonuştu da ne oldu? İşin özü itiba yim de ondan. Hem de Başbakan’ın riyle demiş oldu ki kamuoyuna; “Ta yemin billâh reddedip, olamaz kabul mam ‘işkenceye sıfır tolerans’ımı ye ettiği ‘gazetecilik faaliyetlerim’ nedememiş olabilirsiniz, ama ben size iş niyle geçirildim o tezgâhtan. 1997 yıkencecimi de yedirmem. O benim lının 21 Şubat’ında her zamanki ikaadamım! Bu işler böyle, yerseniz!” metgâhımdan iki gazete çalışanıyla ‘Usta’lığın zavallılaşması böyle birlikte gözaltına alındım. İstanbul oluyormuş ya da cahilliğin cüretkârlı Emniyet Müdürlüğü’nde 14 gün tutulğı. TV’den kendini izleyen, dinleyen dum. Bunun 11 günü, kesintisiz işen azından yüz binlerce halktan insa kence seanslarıyla geçti. Filistin askının zekasına işkence yapmak da böy sından, haya burkmaya, kaba dayakle bir şeymiş işte. Kamuoyunun tan, soğuk ve sıcak hava akımına tuSSA’nın bir ‘terör örgütü’nün ‘tezga tulmaya, 11 gün boyunca sandalyede hı’na kurban edilmek istendiğine oturtulmaya ve uyutulmama baskısıinandırmaya çalışmak. Onun hakkın na, aralıksız yüksek volümlü müzik da işkence suçu nedeniyle ceza vermiş dinletilmeye kadar marifetlerini serhiçbir mahkeme kararı bulunmadığı gilediler benimde üzerimde ‘Başbayalanını halkın gözünün içine baka kan’ın adamı’ ve diğerleri. Doğru dübaka söylemek. SSA hakkında açılmış rüst sorgu bile yapmaya gerek görmeişkence davalarının bazılarının za diler, Atılım Gazetesi yayın kurulu çaman aşımına uğratıldığını halktan lışanı olmamı bilmeleri yeterdi onlar gizlemek. Sedat Selim Ay’ın da arala için. Düpedüz ‘gazetecilik faaliyeti’ rında bulunduğu polisler hakkında yani... Gerisi onlar için ‘zevk’ mesele “Üstünlerin hukuku”ndan “Tanrıların hukuku”na!.. Müyesser YILDIZ İ Sedat ŞENOĞLU siydi ve askıda hayalarımı ezerken söylediler de bunu zaten. İşte bunlardan biliyorum, Başbakan’ın ‘o adamını’ savunurken içine yuvarlanmak zorunda kaldığı ‘karanlığın’ yüzüm ve dilime yansıyan yanlarını. Hani Rakel Dink, Hrant’ın katledilmesi sonrasında yaptığı o müthiş konuşmasında “...bir bebekten bir katil yaratan karanlığınızdan...” söz etmişti ya... İşte o aynı karanlığın ürünlerinden birisidir işkence ve işkenceciler. İnsanın insana yabancılaşma sürecinin en derin izlerinden biridir işkence. Ve işkenceci bu yabancılaşmanın, insanın insana zulmünün öznesi hâline gelmiş en soysuz kişilik tiplerinden biridir. ‘İnsanlık dışılığın’ bireysel aletidir onlar. Ama arkalarında insan dışılığı üreten ve sürdüren, var oluşu ona bağlı olan bir sömürü düzeni, egemenlik hiyerarşisi ve devlet/iktidar gücü vardır. Başbakan’la ‘adamı’ arasındaki sıkı bağın nedeni bu olmasın? 1997 senesine dönelim. Gözaltı sonrası tutuklanıp Gebze Cezaevi’ne konuldum. Çıkarıldığım ilk duruşmada ‘gazetecilik faaliyetlerimin’ suç delili kabul edilemeyeceği gerekçesiyle tahliye edildim. Mesleğime kaldığım yerden devam ettim. Dava beş yıl kadar sürdü ve beraatımla sonuçlandı. Şimdi yine cezaevinde tutuklu bulunan gazetecilerden biriyim. Bu yılın eylül ayında 7’nci yılına girecek tutukluluğum. Hakkımdaki suç isnadı; Atılım Gazetesi Yayın Koordinatörü olmak. Yine düpedüz ‘gazetecilik faaliyeti’ yani… Başbakan’a hatırlatmak isterim; şimdiye kadar tarihin ‘gazetecilik faaliyetleri’nin insanlık suçu olduğuna dair hiçbir kaydı olmadı. Ama işkencenin ve ‘işkencecilik faaliyetleri’nin de insanlık değerlerine ait olduğuna dair bir kaydı yok. Bu böyle biline! ,5 ay niye tutuklu kaldığımı anla15 madığım gibi, niye tahliye olduğumu anlamadan Ankara’ya geldim, kendi mi ormana, tilkilerin yanına attım. AKP’nin önemli bir ismiyle karşılaştım. Yıllardır tanıdığım, birlikte yürüyüşler yaptığım insandı. Samimi bir sohbet olduğu için ismini vermeyeceğim, ama zaten yazının sonunda kim olduğunu anlayacaksınız. Beni Silivri’ye koyarlarken sessiz kalmasına rağmen, karşılaştığımızda “geçmiş olsun”u esirgemedi. Öyle ya, onun partisine, iktidarına göre biz ‘gazeteci’ değil, ‘terörist’tik. “Cezaevinde çok onurlu bir duruş sergilediğimi” vurguladı önce. “Her derde deva olacağı” anlatılan 3’üncü Yargı Paketi o günlerde çıkmış, adli kontrol uygulamasında üst sınır kaldırılmıştı. Komisyonda bu düzenlemeyi görüşürken, tahliye olduğumun ertesi günü çıktığım CNN Türk’te Cüneyt Özdemir’in 5 N 1 K programında beni izlemişler. Orada anlattıklarım da epey etkili olmuş o düzenlemenin son halinde, bunu söyledi. “İnşallah, cezaya dönüşmüş tutukluluklar sona erer; milletvekilleri, gazeteciler, askerler, öğrenciler tahliye olur” temennimi ilettim. “Meclis üzerine düşeni yaptı. Göreceksiniz, olacak” dedi. “Lütfen bir kez gidin, Silivri mahkemelerini izleyin, neler olduğunu, nasıl bir hukuk soykırımı yaşandığını kendi gözlerinizle görün. İnanın gidişiniz, kamuoyunda çok ses getirecektir” dedim. “Evet, gitmeliyiz” dedi. Ardından kendisiyle 12 Eylül referan dumu üzeri yaptığımız tartışmaları hatırlattım, “Hani üstünlerin hukukundan, hukukun üstünlüğüne geçilecekti? Bu mu hukukun üstünlüğü?” diye sordum. Cevabı her şeyi özetliyordu: “Bilmiyorum duydun mu; geçenlerde, ‘Bazı hâkimler kendilerini Allah sanmaya başladı’ dedim!..” Duymuştum duymasına da, sonuç? O paket kimlere yaradı, gördük... “Devlet benim” diyen Başbakan Erdoğan bile sözünü dinletemiyor ki, gazeteciler, milletvekilleri, askerler, öğrenciler hâlâ tutuklu. Ülkemizde hukukun üstünlüğü mutlaka ama mutlaka sağlanacak ve gerekirse bunu da biz başaracağız. Az kaldı... Bir avuç olsak da, kovulsak, atılsak, susturulsak, hapsedilsek de direnmeye devam!.. Silivri, Hasdal, Hadımköy ve Maltepe’ye kucak dolusu sevgiler… Bir cezaevinden diğerine girmek Vedat KURŞUN B apishanede uzun sopasıyla iğdelerin mektup almaen kızarmış olanlarını Füsun ERDOĞAN nın her tutsak düşürüp yemekmiş… için nasıl bir sevinç kayGericigeleneksel denağı olduğunu bilir miğer yargılarının yanlışlığı siniz? bir yana; bu değer yargıGeçen sonbaharda larının acımasızlığıyla duruşmadan tahliye kuşatılan Fito ve annesihaberiyle dönemeyince nin öyküsünün çok farklı koğuştaşlarım bir teselolduğunu Sedat yıllar li armağanı olarak masonra hapishanede annesamda beni bekleyen sinden öğrenmiş: mektubu elime tutuşFito’nun babası, halkıturmuşlardı. nın uğradığı baskı ve zulZarfın üzerindeki me, asimilasyona başkalGebze Kadın Kapalı adrese baktım… dırıp mücadeleyi seçerek, Cezaevi Erzurum Oltu T Tipi dağın yolunu tutanlarA8 Koğuşu Cezaevi’nden, Sedat danmış! KOCAELİ Avcı’dan gelmişti. Babası savaşta hayatıTanışmıyorduk... nı kaybedince, gelenekleSedat o zaman 14, şimdilerde ise 15 rine göre arkada kalan Fito’nun anneyıllık bir mahpus. sini, kayınbiraderi ile evlendirmek isSıcak, içten satırlarıyla kendini ta temişler. Ancak annesi, törelerin bu nıtıp, sonra da bir düşünü/projesini acımasız buyruğuna boyun eğmeyi paylaşmış ve yardım talep etmişti. reddetmiş. Kendisine dayatılan bu evAdına “İğde Kardeşliği” dediği liliğe razı olmamış. Bir gün oğlunu da projenin çıkış noktası, mahallede “Fi yanına alarak Wan’a kaçmış! Fito 15 yaşına geldiğinde, savaşın to” diye çağırdıkları öksüz bir çocuk! Wan’ın tozlu, çamurlu bir mahalle erken büyüttüğü yüzlerce yaşıtı ve sinde Fito’yu tanımış. 810 yaşlarında, babası gibi yüzünü dağlara dönsessiz, içine kapanık, kendi hâlinde, müş… On altısında Fito’nun çocuk bedeni, ölümün o soğuk yüzüyle tayalnız bir çocukmuş Fito... Babasını hiç tanımamış. Yaşıtların nışmış. Bir çatışmada hayatını kaydan Eşo’ya gönlünü kaptırmış ama betmiş! Savaşın en çok çocukları ve kadınbunu da ona çok görmüşler. Ortalıkta dolaşan dedikodular ne ları vurduğu, en büyük acıları kadındeniyle yapıştırdıkları “piç” yaftasıyla, ların ve çocukların çektiği bilinir, söylenir. yaşıtlarınca dışlanıp ötekileştirilmiş. Savaş koşullarında çocukluklarını Çocuk oyunlarından kovulmuş, yaşayamadan büyürmüş çocuklar... horlanıp ezilmiş Fito... Fito’nun yaşamında da böyle gösBüyüklerin önyargılarıyla doldurdukları çocukların çok acımasız ol termiş çirkin, kirli, acımasız yüzünü savaş... duklarını bilirsiniz… Sedat yıllar sonra hapishanede anSokakları dolduran neşeli çocuk çığlıklarından, oyunlarından uzakta, nesinden Fito’nun gerçek öyküsünü yalnız başına hayata tutunmaya çalı dinleyince, savaşın yıkımıyla çocuk şan Fito’nun en sevdiği şey; elindeki yaşta tanışan ve tarif edilemeyecek Dünya Barış Günü’nde iğde kardeşliği! H acılar yaşayan çocuklar için hayal etmiş, düşler kurmuş... Bu kirli, sömürgeci savaşta babasını, annesini, ablasını ya da ağabeyini yitirmiş her çocuğun, manevi babası, annesi, ablası, ağabeyi olacak, olmak isteyecek birileri mutlaka çıkacaktır diye düşünmüş. “Bu projede ben de varım” diyen gönüllülerden istenilen tek şey, bağ kurduğu çocuğun yalnızlığını paylaşması, sağlığı ve eğitimiyle ilgilenmesi... Koşullarını oluşturup, çocukla birkaç gününü paylaşmak; savaşın çaldığı çocuk gülüşlerini ona geri verebilmek için çaba harcamak. Sedat bu düşünü benimle paylaştığında, tutsaklık koşullarında yapabileceğim tek şey, dışarıyla bunu paylaşmak, duyarlı insanların yüreklerine dokunmaktı... Gelinen aşamada birkaç gün önce aldığım mektupta, projenin hayata geçirilmesi için bazı girişimlerin başlatıldığının müjdesini verdi Sedat... Meya Der proje ekseninde bir dernek kurulacağını, adının da “İğde Ağacı” konulacağını belirtmiş; kimi yerel belediyelerin desteğiyle de Diyarbakır merkezli ve Wan’ı da kapsayan iki şubeli bir dernek için hukuki girişimlerin başlatıldığı haberini yazmış. Düşündüm ki; 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde barış temalı çıkacak Tutuklu Gazete’den Fito’nun anısına, Fitolar için kurulacak İğde Kardeşliği Derneği’yle dayanışmaya... Barışı Türkleştirmeye!... Barış için mücadeleye!... Savaşın bütün acımasızlığını yaşayan Kürt çocuklara elinizi/elimizi uzatmaya çağırmak anlamlı olur... Sevgiyle kalın. en bu yazıyı ‘GÖRÜLDÜ’ damgasının olmadığı ve eskisi gibi gerçekleri yazarsam tekrar cezaevine atılacağım şantajı ve tehdidi altında yazıyorum. Daha önce de hiçbir güç beni gerçeklerden alıkoyamadığı gibi şimdi de alıkoyamayacaktır. AKP iktidarı, kendi iktidarını her yere yaymak ve bütün kurumları kendi tekeline almak için başta basın kuruluşlarına yöneldi. Bu yönelim diğer iktidarların yöneliminden hem çok farklıydı hem de daha zalimaneydi. Özellikle biz Kürt basınına yönelik saldırısı bunun açık kanıtıdır. Şu anda yaklaşık 100 meslektaşım düşüncelerinden dolayı cezaevinde bulunmaktadır. Tek bir ‘suçları’ var o da gerçekleri yazmak ve AKP iktidarına kaşı direnmektir. Bunun için hiçbir kural ve insani değerleri tanımadan bize yöneldiler. Onların bu yönünü iyi anlamak için kendilerinin iki ayrı dönemde çıkardığı yasalara bakmak yeterlidir. 2006 yılında AKP iktidarı başta ceza yasası olmak üzere birçok yasayı değiştirdi. Bu yasayı kendi yandaşı olmayı kabul etmeyen veya emirlerinin altına girmeyi kabul etmeyen basın kuruluşlarına yönelik her türlü saldırıyı meşrulaştırmak amacıyla çıkardılar. Bu antidemokratik yasa çıkarılmadan önce biz Kürt basını ve sosyalist basın emekçileri çıkmaması için gücümüz oranında direndik. Çünkü biz çok iyi biliyorduk ki bizi bu antidemokratik yöntemlerle teslim alamayan iktidar, bize sahip çıkmak isteyen diğer basın emekçilerine yönelme zeminini hazırlamak istiyordular. O zaman bunu söylememize rağmen hiç kimsenin dikkatini çekmedi. Hatta o dönemin Adalet Bakanı ve şimdiki Meclis Başkanı Cemil Çiçek çıkarılacak yasalardan kimsenin korkmaması gerektiğini ve bu yasa çıktıktan sonra uygulamaya bakmaları gerektiğini söyledi. İşte bugün basın kuruluşları başta olmak üzere ülkenin bütün kesimlerinin uğradığı zulüm o yasaların uygulamalarıdır. O dönemde sadece basın emekçileri değil düşünen ve gerçekleri dile getiren herkes bu zulümle yüz yüze kaldı. Bir ülkede düşüncelerini dile getirenler ‘propaganda’, demokratik tepkilerini dile getirenler ise ‘üye olmamakla beraber örgüt üyesi olmak’ ‘suçlamalarıyla cezaevine atıldılar. Daha önce çocuklara bile ‘terörist’ muamelesi yapmaktan çekinmeyen bu iktidar, çıkardığı biriki uyduruk yasayla çocukları cezaevinden çıkardığını ve böylelikle üzerindeki kötü imajı attığını düşünmeye başlamışken bu sefer Pozantı’da çocuk tutuklulara yönelik tecavüz olayı patlak verdi. Tecavüzcüler ve buna göz yumanlar yargılanacağına tecavüz olayını ortaya çıkaran Dicle Haber Ajansı (DİHA) Adana muhabiri Özlem Ağuş tutuklanarak cezaevine atıldı. Ağuş, hâlâ cezaevinde bulunmaktadır. Bunun gibi onlarca örnek verilebilir. Dünyada eşi ve benzeri olmayan bu antidemokratik ve uyduruk yasalarla binlerce insan cezaevine atıldı. Ve hâlâ binlercesi cezaevlerinde zorla tutulmaktadır. Bu zulmün üzerine bir de cezaevine girdikten sonra ölümcül hastalıklara yakalanan 500’ü aşkın hükümlü ve tutuklu bulunmaktadır. Her önüne gelene bir etiket yapıştırıp cezaevine attılar. Bir yandan hasta olanları ölüme terk ettiler diğer yandan da tutukladıkları insanlara “kendinizi temize çıkarın” dediler. Yani önce cezaevine atıyorlar, sonra onun hakkındaki kendilerince ortaya attıkları ‘suç’ delillerini yazıyorlar. Bu yetmezmiş gibi insanlarla alay eder gibi yaklaşım gösteriyorlar. Cezaevinde olanlara “bu suçlamaları’ çürütün” veya “teslim olun” dayatmasında bulunuyorlar. İşte 2006 yılında çıkarılan antidemokratik yasaların uygulaması ve halka yansıması kısaca bu şekilde özetlenebilir. Bu antidemokratik yasalarla istediğini alamayan AKP iktidarı bu sefer ‘Yargı reformu’ adı altında kendi döneminde çıkardığı birçok yasada değişiklik yapmak zorunda kaldı. Bu değişiklik öyle sanıldığı gibi kendi hatalarını görüp düzeltmek amacıyla yapılan bir değişiklik değildir. Zaten çıkardıkları yasalara bakıldığı zaman bu açıkça ortaya çıkıyor. Çocukları cezaevine atan AKP iktidarı gelen tepkiler üzerine çocuk yasası adı altında kandırmaca bir yasa çıkardı. Yasaya göre, cezaevinde bulunan bütün çocukların serbest bırakılması gerekiyordu. Bu yasayla göstermelik bazı çocuklar yararlandırıldı ve bırakılması gereken binlerce çocuk yine cezaevinde kaldı. İnsan Hakları Derneği’nin verilerine göre hâlâ 2000’den fazla çocuk cezaevinde bulunmaktadır. İşte bu göstermelik ve kandırmaca yasanın sonucu budur. Şimdi de geçtiğimiz ay ‘3. Yargı Paketi’ adı altında aynı çocuk yasası gibi göstermelik ve kandırmaca bir yasal düzenleme yapıldı. Bu kandırmaca yasal değişiklikte birkaç gazeteci bırakıldık. Bu bırakılan gazetecilerden birisi de benim. Biz öyle sanıldığı gibi rahat bir şekilde bırakılmadık. Bizi bir şartla bıraktılar. Zaten bu şartları çıkardıkları yasada açık bir şekilde yazmışlar. Yasada deniliyor ki “propaganda suçu işleyenlerin cezası 3 yıla kadar erteleniyor”. Yani 3 yıl boyunca “propaganda suçu işlememek” şartıyla bizi bıraktılar. Aslında bırakmak zorunda kaldılar. Çünkü yeteri kadar kendilerini dünyaya karşı rezil ettiler. Kendilerini bu durumdan kurtarmak için bizi bırakmak zorunda kaldılar. Cezaevinden çıktıktan sonra gazetecilikten vaz mı geçeceğiz yoksa bıraktığımız yerden tekrar devam mı edeceğiz? Ben eskiden bıraktığım yerden devam edeceğim. Yani sadece ve sadece onlara göre ‘suç’ olan gazetecilik mesleğime devam edeceğim. Cezaevinde 166 yıl 6 ay gibi rekor bir ‘cezayla’ beni caydıramayan bu iktidar, bu şantaj ve tehdit yasasıyla beni hiç vazgeçiremez. Ben bıraktığım yerden tekrar devam edeceğim. Varsın beni tekrar cezaevine atsınlar ve yüz yıllarca ceza versinler. Hiç de umurumda değil. Zaten ben mekânı daha dar olan ve özgürlüğün sonsuz olduğu yer olan cezaevinden, biraz daha geniş olan başka bir cezaevine geldim. Dışarıdaki cezaevinin içerideki cezaevinden hiç de bir farkı yoktur. Biz bu cezaevlerini ortadan kaldırıncaya kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Totaliter rejimlerin yöntemleri Özge MUMCU Şaşırmayı bile unuttuk Veli ÖZDEMİR ir ülke düşünün, tüm ülke vatandaşlarının yarısının oyuyla B iktidar olmuş bir hükümet olsun ve Mağrura karşı mağdurun sesi Gözde BEDELOĞLU ulaşmak için öyle bir açlık duyuyorsun ki, bunun için dünyayı karışlamaya hazırsın. Gizli saklı işlerin döndürüldüğü yerlerde, kocaman açtığın C MY B C MY B asıl bir şey biliyor musun? Hep N öğrenmek istiyorsun. Ne soruların bitiyor ne de merakın. Gerçeğe gözlerinle, kör olana kadar okumaya, araştırmaya niyetlisin. Kalemin hep sivri... Acıtmak için değil, yandaş sevicilerle araya mesafe koyabilmek için... Öyle bir şey ki bu, vücudunda, seni hiç rahat ettirmeyen bir kırığı ömür boyu taşımaya gönüllü olmak gibi... O kırık ki, yoksullukta, yoksunlukta, ölümün en haksız yerinde, işçinin emekçinin gasp edilmiş hakkında, kadınların çocukların örselenmiş bedenlerinde, savaşın zalimliğinde hep sızlar. Mağrura karşı mağdurun yanından ses veren gazetecilik, işte böyle bir şey… Tutsak edilmek istenen bu ses senin, ona sahip çık okuyucu. muhalif duran çeşitli gazeteciler ile yazarlarını “terörist” yaftalamasıyla demir parmaklıkların ardına koysun. Bugün yaşadıklarımız, bir gün sinemada ve edebiyatta yerini alacak. Bugün objektif hukuk kriterlerine dayalı, adil bir barışı hak etmiyor muyuz? Yoksa, içeride ve dışarıda, birer birer susturulan gazetecilerin demir parmaklıklar ardında çürümelerine ses çıkarmayacak mıyız? Yarın sıra sizlere de gelmeyecek mi? En totaliter rejimler, muhaliflerin çeşitli yöntemlerle susturulmasıyla devam eder. Bugün bu yöntem gazetecileri “terörist” olarak yargılamak üzerine... Totalitarizm ise yöntem değiştirerek yaşamaya devam eder. 12 Mart ve 12 Eylül’de böyleydi; bugün de böyle. Demokrasi ve barış ise hâlâ uzak bir hayal. 12 Eylül dâhil, Türkiye’nin yaşadığı olağanüstü süreçlerde hiçbir zaman içerdeki/dışarıdaki gazeteciler böyle bir dönem yaşamamıştır. Düşünün ki bir yazar hükümsüz olarak tam 5 yıldır mahpusta. Suçu, kitap yazmak. Yazılmamış kitaba, atılmamış yumurtaya ceza verilen bir rejimde aslında bu durum hiç de şaşırtıcı değil. Ve bu süreç bize şaşırmayı unutturdu. Şaşırmak öğrenmektir der, Yalçın Küçük hoca. Ve biz öylesine çok şey eslekte otuz yılı geride bırakmış M meslektaşınız olarak şu saptamayı yapabilirim. yaşadık ki bu süreçte, öğrenmeyeceğimiz bir şey de kalmadı. Her şeyi yaşayarak öğrendik. Atılmayan yumurtaya, yazılmayan kitaba cezayı.. Belki doğmamış bir çocuğa da ilerde gazeteci olursun diye ceza verseler ona bile şaşırmayacağız artık.. Ömrünü Mussolini faşizmi altında geçiren İtalyan yazar Cesare Pavese son nefesini vermeden önce günlüğüne “sözler değil ‘eylem’ artık yazmayacağım” diye yazmıştı. O bir daha yazmadı ama eylemi faşist rejimlere karşı hep sürdü. Pavese’nin eylem bayrağı şimdi başka bir faşizmi yaşayan bizlerin elinde.. Bir kez daha… Gazamız mübarek olsun!.. Barış için birleşme Nevin BERKTAŞ Eylül’e barış, özgürlük nutukları arasında savaşın alevleri arasında 1 giriyoruz. 1 Eylül, Nazilerin 2. Dünya Savaşı’nı başlattıkları, fakat sonradan kitlelerin mücadelesinin basıncıyla BM’nin “Barış Günü” ilan ettiği gündür. Hep olduğu gibi egemen sınıflar, barış derken aynı anda dünya topraklarını paylaşıyorlar. Kürt halkının en temel hakları bombalar arasında boğuluyor. Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın her köşesinde savaşta ölen, sakat kalan, açlık ve sefalete itilen işçi ve emekçiler oluyor. Bir avuç zenginin çıkarları için insanlık ve doğa tahrip ediliyor, halklara dayanılmaz acılar çektiriliyor... Savaş dünya işçi ve emekçilerinin birleşmesi ve sömürücülere karşı mücadelesiyle son bulacak, barış da ancak böyle gelecektir.