27 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

TUTUKLU GAZETE 1 EYLÜL CUMARTES İ 2012 12 Özgür katiller ve rögar dostlukları Zırlayan eşeği susturmak Hacı BOĞATEKİN Ama… Birileri bunun da çaresini bulmuş. Adana’nın meşhur Kadıköy’deki Hasan Ağa’nın çiftliğinde çalışan Gergerli işçi Ömer Kartepe bulmuş çaresini ve susturmuş zırlayan eşeği… Peki… Bu nasıl olmuş? Geceleyin aynı ahırda birlikte kalan işçi Ömer rahatsızlığı çekemeyince Adana çarşısından bir kilo gres yağı almış. Akşam yatarken eşeğin kıçına bir güzel sürmüş ve ovalamış. Bunu iki gecede bir tekrarlamış. Eşek artık ne gece ne de gündüz zırlamış. Ömer merak etmiş… Zırlama vakti gelen eşeğe bakmış… Eşek ağzını açıyormuş ama kıçı yumuşadığı için sesi çıkmıyormuş… AKP iktidarı ve iktidarın başı Erdoğan, Türkiye’deki büyük basın ve medya sahiplerinin, genel yayın yönetmenlerinin kıçına birer parmak gres yağı sürmüş ve susturmuş. Artık ağızlarını açsalar da sesleri çıkmıyor, duyan olmuyor. Bu durum yavaş yavaş tüm basın âlemine yayılmış… Kıçıma gres yağı sürdürtmem ve özgürce yazarım, çizerim ve zırlarım diyen gazetecilerin birçoğu kendisini ya Ergenekon ya da KCK dava çuvalında, hapiste bulmuş. Geride kalan gazeteciler… Ya kıçınıza gres yağı sürdürüp susacaksınız… Ya da gres yağı sürdürmeyip gelen kazaya, belaya, cezaya, hapse razı olacaksınız. Türkiye’de eşekler özgürce zırladı, onun da sesini kestiler. Adıyaman’ın Gerger’inde 139 davada yargılanan, bu davalarda hakkında 11 yıl 8 ay 7 gün hapis cezası verilen, cezaları Yargıtay incelemesinde bulunan 62 yaşında bir gazeteciyim. Kıçıma gres yağı sürdürmedim, sürdürmemeye de kararlıyım. Gelen kazaya belaya da hoş geldin, sefa geldin diyorum. Tüm tutuklu gazetecilere ÖZGÜRLÜK, mutluluk ve memleketime BARIŞ diliyorum. ırlayan eşeği dövmüşler susmamış, aç bırakZ mışlar susmamış, tok yapmışlar yine susmamış, zırlamış. İ ç zindandan, siz dış ruz. Şahsen ben felsefe zindanın uyuyan tutağırlıklı okuyorum. Yani cezaevine saklarına, etrafında logirince özellikle biz Kürtlerde adet tik atan tescilli katillere alolduğu üzere Foucault’tan, Derridırış etmeyen, uyuyan da’dan, Spinoza’dan ya da ne bilememleketin şekerleme seyim kuantum veya ekolojiden bahansı okurları, selam olsun setmek de vardı ya, öyle “Ve işte Fosize... ucault ile tanışıldı” hadsizliği olEfendim, malum günsun istemedim. Ben günlük devinidem çok yoğun. Çok sayıda mi, burasının jargonunu yazayım küçük ve büyükbaş hayvanistedim. cağız aynı ahırda tutulduÖyle ya, zindanın da kendine ait ğunda nasıl değişken ve yobir dili, jargonu var. Örneğin hücKandıra 1 No’lu F Tipi ğun maya kokusu yükselirreye ilk geldiğinde önce etraftan Cezaevi se, ülke gündemi de o halselam kelam edilir. Ardından avluA720 Koğuşu KOCAELİ de. ya onlarca top düşer, kafan gözün Tabii sizleri bu kokuya yarılır. Top dediğin öyle bildiğiniz maruz bırakmak değil nifutbol topu falan değil. Burada top, yetim. Tamamen mizah yapalım ve biraz da su ve kola gibi bilumum pet şişelerden yapıiçerideki bizler için günler nasıl geçiyor ve lır ki hayati öneme sahiptir… Pet şişeyi ortane anlam ifade ediyor dışarısı; ondan atıp dan ikiye bölüp iki top elde edersin. İçine tutacağım. gazeteler sıkıştırıp, notunu da koyarsın. Değerli okurlar, malumunuz lügatimize Hangi hücreye gideceğini de yazarsın. Ve “Kuzey Irak” kavramından sonra şimdi de hoop fırlatırsın. Tellere ve çatıya takılmaz“Kuzey Suriye” gibi acuzet bir tanım girmiş sa, bloğun bir başından öbür başındaki arbulunuyor. Bu “kuzey” işiyle ilgili kısa bir kadaşına ulaşırsın böylece… fıkra anlatıp, atışa devam edeceğim. İlk geldiğinde bu hava yolu kargo sistemi Zamanın birinde, henüz ülkede “Kürdo konusunda acemi olduğun için epey top fobi” söz konusu değilken, Hakkâri ilimiz yersin kafana. Her gün avluya çeşitli hücrede vatandaşın biri çocuğuna “Kürdistan” lerden sana ya da başkalarına gönderilmiş ismi koyar. Eh, nüfus müdürlüğünde tanı onlarca top düşer. Herkes dayanışma halindıklar da olunca kimlikte “Kürdistan” yazı dedir. Avluya düşen toptaki numaraya balır. Gel zaman git zaman Kürtlerin “kart” karsın, sonra o numaranın olduğu yöndeki “kurt” oldukları anlaşılıp, terörizm Kürtler avluya atarsın. Notlarda sadece hücre nule nikâhlanınca işler değişecektir. Tabii bu marası görmezsin. Bazıları gönderilen oda sürede çocuk, yani Kürdistan da büyüyüp numarasının altına “önemli”, “çok önemli” delikanlı olmuştur. Bir gün Van’a giderken ya da “takılmasın” yazar. Bazısı “yol boyu yolda özel harekât timleri aracı durdurur. selamlar” diye eklemeyi ihmal etmez. Yani Herkesi indirip sıraya koyarlar. Arabadaki top demek bir nevi cep telefonudur. Bazen lerin tümü yaşlı olduğundan tim komutanı ziyarete çıkmış olanlar, topların içine çikoKürdistan’a gelince durur ve süzmeye baş lata, çay, kahve koyar, yollar. lar… “Adın ne lan!...” diye bağırır. KürdisTabii notların içeriği ve dili de ilginçtir. tan’ı alır bir telaş, ne diyeceğini düşünür Mesela ilk geldiğinde tüm mesajlar “Hoş ken, “Kuzey Irak!” der. geldin” diye başlar. Nasıl yani! Geldiğim yer Komutan, kimliğini ister. Üzerinde hücre ama âdet böyle. Sonra, “Umuyor ve “Kürdistan” yazıyordur. Çılgına dönen ko diliyorum ki iyisiniz” diye devam eder. Ummutan bir tokat atıp, “Ulan dalyaprak, bu mak ve dilemek mutlak ikilidir. Bir süre rada Kürdistan yazıyor, niye Kuzey Irak di sonra anlarsın ki, “ummak” o an için, “dileyorsun?” der. mek” ise gelecek anlar için bir arzulamadır. Gencimiz ise “Abé siz öleee diyisiz ya…” Sonra notlar genellikle, “Şimdilik böyle geyanıtını verir. leyim, bir çayını içeyim dedim. Bir dahaki Neyse, biz bunu geçelim. Varsın kuzey ya sefere yemeğe kalırım” diye biter. da güney olsun. Tabii konu bağlamından çıkİlk geldiğinde bu toplaşmalar vasıtasıyla sa da katil ve rögar meselesine gelelim. etraftakilerin yazdıklarından biri dikkatini Eh, 3’üncü Yargı Paketi şeysiyle, tescilli çeker: “Yetiştiremedim”, “Şu an çok yoğuve hükümlü katiller salıverilince biz de dö num”, “Zaman yetmedi”… Allah Allah, 24 nüp yeniden iddianamemize bakma gereği saat yatılan yerde zaman nasıl yetmez deyip duyduk. Vallahi zorumuza gitti. Öyle ya, ha tefekkür edersin. ber dışında tek şey yokken tam sekiz aydır Sonraki günlerde anlarsın ki, burada da yatıyor olmak, üstelik savcının tüm delille her şeyiyle bir hayat var. Ve sen de birçok şerini resmi belgelerle çürütmüşken, yaptığı ye zaman yettirememeye başlarsın. mız her itiraza, “Tutukluluk hâlinin devaHer gün sekizde, “Sayım yapılacaktır. mına” cevabını alınca; dışarıda o katillerle Tüm odalar sayım için hazır olsun” anonbirlikte yaşamak mı, yatışa devam etmek suyla kalkar, aşağı kata inersin. Sayımla birmi? Açıkçası tereddüt yaratıyor. likte avlu kapısı açılır ve 7 metre yükseklikDeğerli okurlar, aylardır okuyoruz. Gün teki duvarlarla çevrili 32 metrekarelik avlude ortalama 10 saat kitap okuyoruz, yazıyo ya çıkıp spor yaparsın, yoga yaparsın… Son İsmail YILDIZ ra kahvaltı ve ardından başlarsın okumaya, yazmaya. Öğlen 11.00’de günlük gazeteler ve ekmek gelir. 12.00’de öğle yemeği. Hafta sonları gardiyanları bile özlersin. Zira ilk zamanlar hafta sonları ölüm ağırlığındadır. Mektup gelmez, sohbet ya da başka bir faaliyet olmaz. Sessizlik dibe vurur. Üç kişilik hücrede, aylar geçtikçe sinirlerin alt üst olur. Dışarıda doğmak üzere olan çocuğunun doğup doğmadığını dahi bilebilecek hakka sahip değilsen, tabuttasındır ve ölüm, ulaşılmaz bir zirvedir senin için… Haftada bir gün 10 dakikalık telefon hakkın vardır. Dışarıdaki dünyayı, bıraktığın yaşamı on dakikaya sığdırırsın. Pat diye kesilir… Haftada iki kez 1 saat sıcak su gelir. Yıkanır, eşyalarını yıkarsın… Cuma günleri iç posta günüdür. Aynı cezaevinde bulunduğun arkadaşlarına yazarsın, onlar da sana yazar. Hafta sonları Zindan TV’den (merkezi yayın) filmler verilir; istersen izlersin. Sınırlı sayıdaki kanalda 30 yıldır izlediğin dinozorlar, tartışma programlarında aynı yalanları sayıklar, onlara sinirlenip tespihini parçalarsın örneğin... Nagehan Alçı’ya delirip, küfür lügatini şişirirsin mesela… Yemekler yenmeyecek gibi geldiğinde ayrıştırıp, buzdolabı poşetine koyup, ketılın içinde yeniden yemek yaparsın. Ya da menemen yapmayı öğrendiysen, sefer tasında, mum ateşi gibi dumansız bir alevde menemen yapar, dışarıdaki anneni özlersin mesela… Bisküvi ve pudingten muzlu pasta yaparsın, etrafa topla dağıtırsın. Yoğurt mayalamayı öğrenmişsen köy yıllarında, kantinden süt alıp yoğurt yaparsın… Bol bol mektup yazıp, mektup alırsın... Bazen, hiç görüp tanımadığın paralel hücredekilerle su savaşı yaparsın… Pet şişe, poşet, ambalaj… Ne bulursan, deterjanlı suyla doldurup, fırlatırsın… Kafasına denk getirirsen, güzel ıslatırsın, eğlence olur... Haftada bir kapalı görüş vardır: Çift camın ardından konuşursun… Bir süre sonra aylık açık görüşe gelen olursa, öpüp başına koyarsın… Sonra haftada 10 saatlik sohbet ve spor hakkın vardır. 10 kişi bir araya gelip, özlediğin kalabalıkları anarsın. Tabii hücreden her çıktığında ve geri getirildiğinde ince aramadan geçer, mantıksızlığa kafa yorarsın. Bütün gardiyanlar birbirine “Şükrü” diye hitap ediyordur… “Ne çok Şükrü var burada” diye düşünürken, bunun bir güvenlik önlemi olduğunu anlarsın. Ya da korku... Ayda bir arama yapılır. Bazen hücrelerin birinde sorun çıkmıştır. Kapılar dövülmeye başlar. Koca zindan inler. Kantin günlerinde fişler yazar, iletirsin. Dışarıda boykot ettiğin Ülker ve diğer savaş sponsoru markalara mecbursundur… Hastaneye çıkar, ring aracından dışarıyı izlersin. Senden sonra doğan çocuğunu, eşini düşünüp gözlerini yaşartırsın. Dönüşte tv’yi açarsın. İçişleri Bakanı, va tandaşa keklik muamelesi yapıyordur. Donar kalırsın, kelime bulamazsın mesela… Fotoğraflardan bir dünya yaratırsın kendine. Metal dolabına yapıştırdığın sevdiklerinin fotoğraflarında ayrıntılara odaklanırsın. Belleğin sana oyunlar oynar. Tecrit, hafızanı çürütmeye başlamıştır. Kahrolursun mesela… Geceleri duvarlar üstüne üstüne gelir. Tecrit her yanını kuşatmıştır. Aylarca birlikte kaldığın arkadaşının nefes alışı bile batmaya başlar. Sonra oturup anlamaya çalışırsın mesela… Yaz mevsiminde ayda bir kez iki saatliğine çimi olmayan “çim sahaya” çıkarırlar seni. Toprağa çıplak ayakla basar, gökyüzünü daha geniş bir tabaka halinde görürsün, için sevinçle dolar... Hücreye döndüğünde tv’yi açarsın. Başbakan, tüm meslektaşlarına, “tasmalı” diyordur. Kimseden tek ses çıkmıyordur. Hayret edersin mesela… Kışın soğuktan, yazın sıcaktan avluya çıkamadığında yatalak bir hasta gibi yatakta yaşarsın... Günde bir kitap okursun. Uykuda kafanın içinde tomar tomar yazılar akar durur. Kâbus görürsün, uyanırsın, dolunay tel örgülere takılmıştır. İçine kan damlar mesela… Her şey için dilekçe yazmak zorundasındır. Bazen dilekçe için bile dilekçe yazarsın. Arz edersin hâllerini, mahkeme 4 ay ileriye tarih atar, yıkılır kalırsın… Istırap içinde otururken, bir Bakan çıkıp bir gaf yapar; keyif sigarası yakar avluya çıkarsın mesela… Hayat olanca hâlleriyle akıyorken, zaman statik bir ölüm haline gelir. Kaldığın gün sayısı arttıkça, büyüyen çocuğunla ortak bir geçmişin olamayacağı için gelecek günlerin payından çokça kederlenip ağlarsın… Sonra bir bakarsın paketlerden katiller çıkmış. Uyuyan toplumdan umudunu kesersin. Uyanık kalmaya azmedersin içeride! Her şey böyle dönüp dururken, en büyük mükâfatın rögar muhabbetidir. Paralel hücredekilerle avlunun ortasındaki rögar aracılığı ile muhabbet edersin. Hiç görmediğin, bilmediğin birçok insanla sesten bir dostluk kurarsın. Ses, senin için hayatın anlamı olur. Dışarıda iğrendiğin arkadaşlık ve meslektaşlık ilişkilerinin yerine, sesten; çıkarsız, hesapsız dostluklar edinir, dünyanı yeniden adlandırırsın mesela… Efendim, işte böyle bir döngüde, her şeyin kendini her gün tekrarladığı bir ortamda mapusluk yaşarsın ve mazgaldan durmadan gardiyan sesleri gelir. Beklersin; hep bir umut vardır; “Şu mazgal bir gün de ‘Tahliye oldun’ sesi için açılacak” diye... Bekler durursun… Katiller, maktullerin üzerine gölgelerini düşürür. Sen mapussundur hâlâ... Ben sizin ileri demokrasinizi seveyim! Mehmet Süha ALPARSLAN Güneş batıp, egemenliğini serin bir rüzgâra bırakınca Edebiyatçı, Şair Fahri Erdinç (daha sonraki hayatını bir sürgün olarak Bulgaristan’da tamamlayacaktır) kerahet vakti geldiği için Ulus’ta Yeni Hayat Lokantası’nın yolunu tutar. Orada Gazeteci Mehmet Kemal ve Şair Suphi Taşhan’la karşılaşır. Davet ederler masaya Fahri Erdinç’i. Oturur. Gerisine Kemal Anadol’un Karşı Yaka Memleket kitabından devam edelim. “Fahri, Suphi Taşhan’a baktı. Kocaman elleriyle rakı kadehini kavramış, içmediği zaman bile bırakmıyordu. Onun kısa bir şiirini anımsadı. ‘Bahar beklediğimi getirmedi Bahar yine gelir…’ Bu şiir kıyamet koparmıştı. Bahardan kastı neydi? Ya bahardan beklediği? Hele bahar yine gelir demek maksatlı olmanın ta kendisiydi! Bu satırları ancak solcu bir şair yazabilirdi tabii kendine şair denilebilirse…” (Karşı Yaka Memleket, sayfa 72.) Bu ülke 6 hecelik bir şiire bile tahammül edemedi, edemezdi. Suphi Taşhan mı? 39 yaşında veda etti dostlarına, bir emek şairiydi, arkasında bilinen bilinmeyen birçok şiir bırakarak. Bahar bu memlekete hiç gelmedi… Bir sonbaharda, Eylül’ün 12 gecesi tanklarıyla, toplarıyla geldiler, bir daha hiç gitmemecesine… Oysaki bizi her kış komünizm gelecek korkusu ile yatırıp kaldırdılar. Mevsimlerin dili bile yakıcıdır bu ülkede. 1946 Yaz aylarının Temmuz’u 39 yaşında çileli yaşantısına veda eden mahpushanelerin gediklisi Suphi Taştan, 2012 Yaz aylarının Ağustos’u F, L, E alfabenin harflerini kirleten postmodern mahpushanelerde 200 üzeri basın emekçisi… ALDIRMA BE KALENDER Soğuk demir gölgesi Parmaklıkların düşer malta taşlarına Ağır demir kapılar acımasız kapanır Mahpushane akşamlarına Aldırma be kalender bu da geçer Geçer ama birader deler de geçer Delikanlı kanımız, en oynak havaları Çalar damarlarımızda Gözlerime yaş bürür Yüreğim avaz avaz yanar tutsaklığımda Aldırma be kalender bu da geçer Geçer ama birader deler de geçer Yalancı dostlukların çatal çatal dilleri Kuşkular yüreğimi O özgür günlerimin pembe yeşil sevgisi Bir yas olur kapkara 946 yılı Temmuz başları, Ankara. Bozkırın bü1 tün sıcağı mil gibi yoksul Ankaralının başına geçmiştir. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear