Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
ATATÜRK’ÜN DOSTLARI “Atatürk’ü görüp O’nunla görüşüp de O’na hayran olmamak, O’na canla başla bağlanmamak acaba mümkün müydü? O, cezp eder, ikna ederdi. Onun için nice krallar, şahlar, emirleri yabancı edebiyatçılar, yazarlar, devlet adamları ziyaretine gelmişler, hepsi de aynı hayranlık hisleriyle yanından ayrılmışlardı. İran Şahı, Irak Kralı, Ürdün Emiri hep aynı şekilde dostluk bağlılıkları ile ülkelerine döndüler ve bu dostluklarını sonuna kadar devam ettirdiler. Hele İran Şahı Rıza Pehlevi, Atatürk’e o kadar sevgi ile bağlanmıştı ki ‘menim birader’ derdi. Birlikte İzmir’e gidiyorduk. Tren Alaşehir civarına gelmişti. Şah kalkmıştı, Atatürk ise henüz uykudaydı. Halk davul zurna ve mızıkalarla istasyonları doldurmuştu. Şah, Atatürk rahatsız olmasın diye tren camından eğilerek halka şöyle seslendi: Milli Mücadele yıllarında Ankara. ‘Menim birader uyuyor! Rahatsız etmeyesiz, susasız!’ Şah’ın bu isteği üzerine davullar, zurnalar ve mızıkalar sustu. Uşak istasyonuna gelmiştik. Sarıklı cüppeli bir kişi, Halk Partisi’nin adamı olarak kendisini takdim etti. Laik bir ülkede böyle bir kıyafetin ancak dini görev sırasında giyilmesi kanun gereği iken bu kişinin bu kıyafetle görünmesini Atatürk beğenmedi. Uzanarak ve elleriyle işaret ederek başındaki sarığı çıkarmasını isterken, öteki pencereden şah uzandı, hocanın başındaki kalpağı çekip çıkardı. Atatürk trende Salih Bozok, Nuri Conker ve beni arkadaşlarım diye takdim edince, şah bize dönerek şöyle demişti: ‘Anladım. Sizler çok bahtiyar kişilersiniz!’ Atatürk’e veda ederken söylediği son sözü ise şu olmuştu: ‘Biraderim! Bilesiz ki, Şarkta (kendisini kastederek) bir kolordu kumandanınız vardır!’ Afgan kralı Emanullah Han’ın hayranlığını da anlatmam gerekiyor. Atatürk’e o kadar inanmış, O’na o kadar bağlanmış, dost olmuştu ki, tahtından çekildikten sonra bile bu dostluğu ve hayranlığı devam ettirmişti. Atatürk’ün ölümünü haber alır almaz Roma’dan kalkıp İstanbul’a gelmişti. Onun cenaze törenindeki hali, Atatürk’ün arkasından akıttığı gözyaşları yürek yakıcıydı. Krallardan, emirlerden, şahlardan başka Herriot’lar, Emil Ludvig’ler, Mareşal Voroşilof’lar, Mac Arthur’ler Atatürk’ten hep hayranlıkla ayrılmışlardı. Atatürk ile yaptığı görüşme Herriot üzerinde öylesine hayranlık yaratmıştı ki, bunu her fırsatta anlatmayı kendisine adeta bir görev sayıyordu. Bir kitabında şöyle diyordu: ‘Atatürk gibi milletiyle kaynaşan, onun için savaşan, onun için ıstırap çeken ve birçok engele rağmen onu asıl alınyazısının gerçekleşmesine sevk eden bir şefe tarihte az rastlanır.’ (Kılıç Ali’nin Anıları, der. Hulusi Turgut, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2005) 349