Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Mondros Mütarekesi için arabulucuk etmesi istenen General Townshend, Irak’ta birlikte tutsak edildiği dört generali ve kurmay subaylarıyla birlikte (Haziran 1916). Osmanlı ordusunda iç güvenliği sağlayacak kadar asker bulunduracak ve yabancı askerler ülkelerine geri gönderileceklerdi. Almanya bundan böyle maddi yardımda bulunmayacağından, İtilaf Devletleri’nin desteği bekleniyordu. Osmanlı’nın bu taleplerine karşılık, İtilaf Devletleri daha ekim ayı başında, olası bir teklifi öngörerek hazırladıkları alternatif talimatları gündeme getirdiler. Öncelikle Boğazlar’ın İtilaf kuvvetlerinin gemilerine açılması, Türk sularında seyri engelleyen durumlar hakkında bilgi verilmesi ve savaş esirlerinin durumu konuşulmalıydı. Ancak bu konular açıklığa kavuştuktan sonra sıra diğer konulara gelebilirdi. Boğazların açılması konusu o kadar önem taşıyordu ki, bu konudaki maddeler üzerinde sağlanacak bir anlaşma İtilaf güçleri için diğer maddelerden feragat edilmesinin önünü açabilirdi. Zira Boğazlar üzerindeki denetimin sadece İstanbul’un değil, aynı zamanda iç bölgelerin kontrolünü de sağlayacağına inanılıyordu. Bu konuda iki taraf arasında tartışmalar devam etti. Tıkanan noktada Rauf Bey bir taviz verdi: Çanakkale’de Fransız ya da İngiliz varlığı kabul edilebilirdi, ama Yunan ve İtalyan kuvvetlerine tahammül edilemezdi. Silahlı kuvvetlerin terhisi, telgraf ve telefon istasyonlarının İtilaf Devletleri’nin denetimine bırakılması, Boğazlar’ın açılması, Çanakkale istihkâmlarının işgali, kuzeybatı İran’daki Osmanlı kuvvetlerinin savaş öncesi sınırlara çekilmesi, Arap vilayetindeki garnizonların en yakındaki İtilaf komutanlığına teslim edilmesi gibi koşullar tümüyle kabul edildi. Ayrıca Ermeni eyaletlerinde bir karışıklık çıkması durumunda, 14 İtilaf Devletleri asker gönderip düzeni sağlama yetkisine sahip olacaklardı. Rauf Bey, mütareke koşulları üzerinde fazla ısrarcı davranmadan kabul yoluna gitmenin şart olduğuna inanıyordu, çünkü İstanbul’un ele geçirilmesi an meselesiydi. Bununla birlikte kendi talimatnamesindeki koşulları da savunuyordu. Calthrope ile yaptığı özel bir görüşmede ona işbirliği gerekçelerini açıklamaya çalıştı: Osmanlı İmparatorluğu savaşa Rusya yüzünden girmişti. Şimdi ise koşullar değişmişti. Osmanlı Devleti, Rusya’nın bölgede yayılmasını önlemek için tampon görevini üstlenebilirdi. Bu durumda İngiltere ile Osmanlı arasında bir anlaşma sağlanması zor değildi. Savaşın devam etmesi sadece Osmanlı’nın değil, İtilaf Devletleri’nin de zararına olacaktı. Mondros’ta, Agamemnon zırhlısında 27 Ekim günü başlayan görüşmeler 30 Ekim günü sona erdi. İngiltere hükümetinin müttefikleriyle anlaşarak yetkili kıldığı Akdeniz Donanması Başkumandanı Arthur Calthrope ile Osmanlı hükümeti tarafından yetkilendirilen Bahriye Nazırı Rauf Bey, Hariciye Müsteşarı Reşat Hikmet Bey ve Albay Sadullah Bey arasında mütarekenin imzalanmasının hemen ardından İzzet Paşa hükümeti mütarekeyi uygulamaya söz vererek orduya bir bildiri yolladı. Bildiride mütareke şartları sıralanıyor, her ordunun kendini ilgilendiren noktaları derhal tatbik etmesi isteniyor, bu konuda gerektikçe izahat verileceği belirtiliyordu. Mondros Mütarekesi ile Osmanlı ordusunun terhisi ve savaş silahlarının galip devletlere bırakılması bir yana, İtilaf Devletleri’ne, güvenliklerine yönelik bir tehlike belirdiği takdirde ülkenin bütün stratejik noktalarını işgal etme hakkı tanınıyordu. İşin tuhafı, son derece ağır ve bağlayıcı şartlar içeren bu mütarekenin imzalanmasından, İngiliz delegeler gibi Osmanlı delegelerinin de memnun kalmasıydı. Antlaşmanın imzalanmasından sonra Rauf Bey, Townshend’ın elini “koparacak gibi sıkarak” barış yapma imkânını hazırlamasından dolayı kendisine daima teşekkür ve minnet borçlu olacaklarını belirtecek, ayrıca generali eşiyle birlikte daha düne kadar esir tutulduğu İstanbul’a davet edecekti. Bunun dışında söylenecek bir çift özel söz daha vardı. Birlikte kamaraya indiler. Rauf Bey burada General Townshend’ dan Lord Curzon’a Osmanlı’nın İngiltere’nin sadık müttefiki olacağını söylemesini rica edecek, kendilerinden mali yardım umduklarını da araya sıkıştırmayı ihmal etmeyecekti. Rauf Bey’e göre mütareke şartlarında hiçbir tehlike yoktu; İngilizler kendilerine olağanüstü derecede iyi davranmışlardı. Belli ki Türklüğü tehdit etmek gibi bir amaçları bulunmuyordu. Memleket, sanıldığının aksine işgal altına alınmayacaktı; ara sıra birkaç yabancı subay ortalıkta görünecekti, o kadar.. Bu da zaten memlekette asayişin korunması için elzemdi. İngilizlerin, Rusya’nın bölgede ilerlemesini durduracak istikrarlı bir güce ihtiyaçları vardı ve İngiltere’nin bu gücü koruması kaçınılmazdı. Güçlü ve bağımsız bir Osmanlı Devleti, İtilaf güçlerinin elbette işine gelirdi. Mütareke koşulları görünürde ağırdı, ama İngilizler bunları Osmanlı’nın aleyhine kullanmazdı! Oysa bunların tamamı hayal ürünü düşüncelerdi. İtilaf devletlerinin daha savaşın başında Osmanlı topraklarına yönelik paylaşım planları ve aralarında imzaladıkları anlaşmalar, Mondros Mütarekesi ile artık hukuki bir dayanağa kavuşmuştu. Ülke hızla işgal edilmeye, silahlı kuvvetler ve askeri birlikler dağıtılmaya, silah ve cephaneler galip devletlerin kontrolüne bırakılmaya başlamıştı bile. İttihat ve Terakki tüm gücünü yitirmiş, saray savaşın sorumluluğunu kabul etmeyerek olaydan sıyrılma yolunu seçmişti. Büyük imparatorluk çökerken, savaş yorgunu halk eli kolu bağlı bekliyordu.