27 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

vllSAN 1997. SAYI577 11 UC DARBE BİR RESSAM... "Ir yanı Selanik göçmeni diğer yanı kimbilir kaç kuşak Istanbullu olsa da doğumu kuzeye düştü, Samsun'a. Çok sonraları sorulduğunda, nerelisın dıye, hep "Istanbul" diyecekti. Çünkü, içınde oynanılan bahçeden başka pek birşey kalmamıştı Samsun'dan geriye. Baba Tarık Taylan'ın zamansız iflasıyla Istanbul'a, Bebek'e taşındılar. Üç kardeştiler, Ferhan, Orhan ve Faruk. Ancak varlıkları bitmiş bir evliliği sürdürmeye yetmeyecekti. Kocasından ayrılan Seniye Fenmen, kırklı yaşlannda, daha lisedeyken keşfedilmış yeteneğınin, resmin peşine düştü. Orhan Taylan yanıbaşındaydı, atölyede model çizımlerı yaptılar birlikte. llk bilgilerinı annesınden öğrendı Orhan, resimde karşıtlann kullanılması ilkesini... Bu yüzden ortaokulda, Robert Kolej'de en iyi resim onundu, liseyi bitirdiğinde ise deseni, genç birinin hevesinden çok ilerlerdeydi. Hatta Roma Akademisi'ne gittiğinde desen sınavında gösterdiği başarı bir sınıf yükseğe atlamasını sağlayacaktı. Ama önce askerlik yapılacaktı. Liseyi bitirdiği yıl, üstelik daha yaşı tutmazken, bütün yaşamına yayılacak darbelerden ilkine değdi "heyecan"ı. Üzerinde, Beyazıt'ta o mıtingden, bu mitinge koşturmalann teri, yüreğinde "romantik ideal"i askere yazıldı. Yedeksubay olarak ülkesinin doğusundaki herhangi bir köyde öğretmenlik yapmaktı bu romantik ideal, bir çeşit aydınlanma hareketinin neferi, ama en çok da jakoben. Şans bu ya, o yıllarda Samsun da ülkenın doğusundan sayıldığından, doğulular "yontulsun" diye batıya askere gönderildiğinderi Sbke'nin Sazlıköy'ü düştü celbine. Yine "şans" demelı, Sazlıköy, iki aşiretin Dersim Isyanı sonrası mecburı iskânıydı. Bir yanında Kürtler, bir yanında Cevat Şakır'ın eşlığınde Efes, Milet, Bergama harabelerınde pekıştırilen mitoloji bılgısı, yırmı dört ay sürdü öğretmenaskerliği. Köylülerın okumuş, üstelik yabancı dil bilen hocaya saygıları vardı elbet ama alttan alta "şu şehır çocukları da" alayı sezilmiyor değıldı. Ornek mi? Sürekli "Bizim Radyo" dinlenen, jandarma komutanı geldiğinde bile ıstasyon değiştırilmeyen köy kahvesinde, kahvecı seslenmişti, "Hoca, sen çok okumuşsun, birşey söyluyor radyoda ama ben pek iyi anlayamıyorum, şunu bana açıklasana..." "Ne söyluyor" dıye sormuştu Orhan Taylan, kahveci yanıtlamıştı, "Ben bir cevız ağacıyım Bağarasında..." Anlarnamıştı. Kahvecınin şiirin "Gülhane Parkı'nda" yerine, karşıdaki nahiyeyi "Bağarasfnı koyduğunun da farkında değildi. Çok geçmeyecek, kahvecinin o, bıyık altından gülüşü "romantik ideal"i silip süpurecekti. Köylulerin bilgeliği karşısında "tüysuz çocukların" Orhan jakobenliğinın bir hükmu yoktu... Istanbul'a dönüp bıraz italyanca öğrendikten sonra adres belliydı, Roma Akademısi. Yaşamak bir yana, eğitimı sürdürebılmek için çalışmak gerekiyordu. Taylan, duvar kâğıdı da boyadı, otomobil de. Başka ülkeleri, kentleri, onların müzelerin görebilmek, ressamlarıyla tanışabilmek için kısa sürede usta bir otostopçu olup çıkacaktı. Paris, Münih, Londra yollarına düştü beş parasız. Zeki Müren'li filmlerden çıkıp küçücük bir sinemada filmlerinın gösteriminden sonra, Antonioni'nin, Fellini'nin seyirci karşısında kare kare yaptıklarını savunmalarını görmek şaşırtıyordu. Tiyatroyu, sinemayı öğrenıyor, daha da önemlisi "öğrenme tutkusu"nun ne demek olduğunu kavrıyordu. Rönesansı, eserlerin neden tarihin bu döneminde ortaya çıktığını anlaması ileri tarihlere, yani okuyarak öğrendiği zamanlara kalsa da, o ustaca yapılmış, görkemli eserler karşısında da şaşıracaktı Orhan Taylan. Bızim de camilerimiz, köprülerimiz vardı ya... Türkler'ın de şişınmekten kendini alıkoyamayan milletlerden biri olduğunu kavrayacaktı, çünkü sınırların dışına çıkıldığında kimse, Türk'le kültür lafını yanyana getirmiyordu. Bir gün, yeni tanıştığı bir Italyan, tam da Roma aksanıyla konuşmayı becerebilen Taylan'a Italya'nın neresinden olduğunu sormuştu. "Türküm" diye yanıtladığında, hâlâ şaşkın elini uzatan Italyan "kutlarım sizi" demişti. Bu kutlamanın altından sızdı, "bayağı da insana benzıyorsun..." Türkler'in dünya kültürüne pek bir katkıda bulunmadığını görmek sinsi bir ezikliğe yolaçmıyor değildi. Bu yüzden olmalı, kendısınden hoca sınıfa girmeden önce desenlerınde son bir değişiklik yapmasını isteyen Italyan öğrencilere, bir teksir kâğıdına bastığı şu metni imzalattı: "Orhan Taylan'ın, Michelangelo'dan daha iyi desen çizdiğini kabul ederiz." Sanatın yalnızca Italyanlarca üretildiğine inanan arkadaşlarının yüzü, imzayı atana kadar, ulusal onurlannın ayaklar altına alındığını düşundüklerinden olacak kıpkırmızı kesihyordu. Yıllar sonra "Belki de" diyecekti Taylan "Türk'lerden bırak sanatçıyı adam bile çıkmaz türünden bir zihnıyete karşı bir mücadele biçimiydi. öğrenci şakası düzeyinde yaptığımla bunun da öcünü alıyordum kuşkusuz..." Bütün akademi öğrencileri gibiydi, yaşayan ustalan küçümsedi! Picasso ressam mı? Taylan, daha sonraları, Picasso'nun Fransız Komünist Partisi üyesi olduğunu öğrendiğinde "mı" ekini kaldıracaktı. Italyan sol ressamlanndan, özellikle de Renzo Vespignani ve Renato Guttuso'dan olmadıgına karar verip, ayrıldı. Sırada, afişler, grafik işlerı ve tiyatrolara dekor hazırlamak vardı. Ankara Sanat Tiyatrosu'nun "Rumuz Goncagül", Dostlar Tiyatrosu'nun da "Alpagut Olayı" ve "Gün Dönerken" oyunlarının dekorlarında Taylan'ın imzasını taşıdı. Italya'daki tanıklığındandı ki, afişe eğildi. Latin Amerika'da sendika, 68'de de öğrenci hareketinin afişlerle içiçelığinden yola çıkarak severek ve tutkuyla, pek çok sendikaya afişler yaptı, 1 Mayıs afişı, işçi hareketinin tarihiyle bütünleştı. Salt afış yapabılmek için serigrafi teknığini öğrenmekle kalmayıp sendikalara serıgraf tezgahları kurmanın yolunu gösterdi. Ya resim? O yıllarda salt resim yapmak gibı bir bakış yoktu, sokaktaki hayat neyi gerektiriyorsa yapılan oydu. Kuzgun Acar, Tan Öral, Gültekin Çizgen, Gülsüm Karamustafa ve sonradan sanatla uğraşmayan pek çok isim biraraya gelerek 19051908 ruhunu, yani devrimci sanatın temelinde yatanı ayaklandırdılar. Sanatçı, kendini tek bir dısıplıne hapsetmemelıydi, ressam tiyatro yönetebilmelı, şaır afiş çizebilmeli, sinemacı konser yönetebilmeliydi. Bu anlayışla Kuzgun Acar serigraf basmaya katıldı, Taylan heykele el uzattı... Bu dönem, Taylan için şiirle resim arasında bir köprü kurma zamanıydı. Hiç şiir yazmasa da şıırdekı ıfade gucünün neden resimde yansıtılamadığını sordu kendısıne. Yanıt, geleneksel resmin şartlarının kenara itılmesındeydi. Bu başarıldığında, resmin ifade olanakları da arttırılabilıyordu. "Şiırdekı gibı zaman kullanmayı çok önemsedim" diyecekti Taylan "Genış zamanlı bir söylem kurabildiğimi düşünüyorum. Bu da büyük ölçüde şiirden öğrendiğim birşey..." llk sergisi 1968 yılına denk düştü Taylan'ın. Belkı yaşamın hızından, daha çok desen çalışıyor, serigrafla çoğaltıyor, her yıl bir ya da iki sergı açıyordu. 1975'e kadar "desenci" olarak tanımlandı. Bu tarıhten sonra boyaya ağırlık vermeye başladı. 1976'da kurulan Görsel Sanatlar Derneği'nin yönetıciliğıni yaptığı iki yılın içinde, Barış Derneği'nin de kurucuları arasına katıldı. Bu, yaşamının üçüncü darbesinin, 12 Eylül'ün tanıklığının nedeni olacaktı. Ikınci darbeye yani 12 Mart'a Sansaryan Han'ın muteferrikasında üç gunlük bir tanıklık etmişti. Şimdı, çoğunluğu Sağmalcılar Cezaevı'nde üç yıl iki ay süren mahpusluğunun altına "Barış Derneğı Davası" ımzası atılacaktı. Gözaltını, işkenceyi, hapisi bılerek kalmak yine bir tercihti. Bu bir "Dava"ydı ve muhalif politikayı sürdurebilecek tek bir yer bırakmıştı darbe, mahkeme salonu. "Ne söyledikse, ne yaptıksa, ne savunduksa bunlan mahkeme salonunda, ustelık mıkrofondan, tekrar yüksek sesle söyleme ımkânı vardı" diyecekti Taylan, "Söylenenler zabıtlara da geçıyordu ve gazeteler kimsenin yazmaya cesaret edemeyeceği şeyleri bu zabıtlara dayanarak yazabiliyordu..." Pek çok yazar yıllarca uğraşacak yine de cezaevine bir daktilonun bile gırmesini sağlayamayacaktı ama resme yasak yoktu. Çünkü cezaevi yönetmeliğine göre resim, bir "el işi"ydi. Bu yüzden boya, kâğıt kolayhkla girebildi cezaevine. Yarımşar kiloluk beyaz tozlar gardiyanların şaşkın bakışları arasında ulaştı Taylan'a! O da özgün boya türleri geliştirdi. Bir daha bulamayacağı yoğunlaşarak okuyabilmenin keyfı, tadına doyulmaz bir zaman bolluğu yerleşti anılarına. Salıverildiğinde ise şöyle diyecekti: "Çalışmaya yoğunlaştığınız zaman pencereden görünenin Kız Kulesi ya da nöbetçi kulübesi olması hiç farketmez. Yeter ki bol ışık gelsin ve siz yorulmadan hava kararmasın..." Orhan Taylan, 1993 yılında resimde yirmibeşincı yılını, yine bir sergıyle kutlayacaktı. Bugün de Caddebostan Kültür Merkezi'nde, 199697 çalışmalarını sergiliyor, yine muhalif, yine dikbaşlı ve "insan"dan yana... 4 Taylan, tahliye edildiği gün, e$i Melek 'le.. etkilenecek ama bu etki Türkiye'ye döndükten birkaç yıl sonra hızla silinecekti. Troçklstler nerede? Uzun, kırmızı atkılı Italyan sol entelijensiyasını, Roma'ya üç yıl erken, 1965'te ınen 68 rüzgârını, akademi işgalini geride bırakıp Türkiye'ye döndü. Istese kalırdı Italya'da, hatta Fransa ve Hollanda'da da yerleşme olanağı vardı ama acılen devrım yapılması gerektiğine ilişkin ınanç uğurlayıcısı oldu. Devrim için beş yıl bile uzun görünüyordu. O da öyle resimler yapacaktı ki, bir anda binlerce insan daha muhalefet saflarına katılacaktı. önce TlP'in kapısını çaldı "Troçkistler nerede? Onlarla temas kurmak ıstıyorum." Dönmeden önce Troçki'nın sanat ve kultur uzerine Italyanca'da yayımlanan yazılarını okumuş, birkaçını da Turkçe'ye çevirmiştı. Bu yüzden şaşkınlıkla yüzüne bakan TlP'lilere aynı şaşkınlıkla karşılık verdi. Bir partili sorusunu yanıtladı, "Dalga mı geçiyorsun, burada bir işçi partisi var, başka birşey yok..." İki yıl Ankara'da kalıp, yarışma kazanarak Emekli Sandığı'na ait bir iki otele duvar resmi yaptıktan sonra Istanbul'a yerleşti. Bir süre babasının açtığı seramik atölyesinde çalıştı ama bu işın kendısı için gelıştırici bir yönü 9 7 çalnjmalarmdan...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear