26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Avrupa nereye gidiyor? Her şey yolunda giderse, Türkiye 2007 yılında Avrupa Topluluğu'nun tam üyesi olacak. 20 yıl sonraki "tarihsel randevu"ya Türkiye gelebilse bile Avrupa Topluluğu buluşma noktasında hazır olacak mı, hatta Avrupa Topluluğu var olacak mı? Nazım Güvenç Türkiye'nin ATye tam üyelik sürecinde T ürkiye'nin Avrupa Topluluğu'na tam üye olmak üzere 14 Nisan 1987'de resmen adaylık başvurusunda bulunmasıyla yoğunluk kazanan tartışmaların dönüp dolaşıp geldiği nokta, eğer olumlu yanıt alınırsa, adayhğın üyeliğe ne zaman dönüşeceği oluyor . Değişik çevreler, bu sürece 20 yıl gibi bir vade biçiyorlar. Demek ki her şey yolunda giderse, Türkiye 2007 yılında Avrupa Topluluğu'nun tam üyesi olacak. Ancak bu tartışmalar sırasında gözlerden kaçan bir iki şey var. " H e r şey yolunda giderse..." derken çoğunlukla anlatılmak istenen şey, Türkiye'nin bu yirmi yıllık uzun yürüyüşün sonunda tam üye olabilecek düzeye erişmesi ve Avrupa Topluluğu içinde bugünden mevcut direnişlerin o zamana dek kırılması. Oysa bu "Türkiye kalkışlı" yaklaşım üzerinde çok fazla ısrar edince şu soru genellikle pek akla gelmiyor: Acaba diyeliın 20 yıl sonraki "tarihsel randevu"ya Türkiye gelebilse bile Avrupa Topluluğu da buluşma noktasında hazır olacak mı, hatta Avrupa Topluluğu var olacak mı? Türkiye'nin AT'ye tam üyelik başvurusunu sorgulamasak da AT'nin önümüzdeki 20 yıl içinde ne yönde gideceğini, yolunun üzerinde nelerle karşılaşabileceğini de daha geniş bir perspektif içinde sormak durumundayız. DUnyanın uzay çağına girmesiyle birlikte uzayda çeşitli araçların birbirleriyle buluşup kene tlenmeleriningösterdiği bir gerçek var: Değişik noktalardan ve farklı zamanlarda fırlatılan iki cisim, iki araç karşılıklı hız ve yörüngeleri iyi hesaplanırsa, "her şey yolunda gittiği takdirde" uzayda önceden belirlenmiş bir noktada buluşup birbirlerine kenetlenebiliyorlar. Türkiye ile Avrupa Topluluğu'nun henuz kararlaştırılmamış randevusu söz konusu olduğunda da, hesabı karşılıklı yapmak, bir başka deyişle salt Türkiye'nin değil AT'nin ya da AT'nin de ne yöne doğru, hangi hızla gittiğini de olabildiğince doğru kestirmek gerekiyor. Türkiye'nin AT'ye tam üyelik için adaylığını koymasından sonra bütün tartışmaların hep önümüzdeki 20 yıl içinde Türkiye'nin nereye, nasıl, ne kadar gidebileceği üzerinde odaklaşmasıyla perdelenen bir olguyu, AT'nin de "harekcl halinde bir cisim" olduğunu unutmak ya da hesap dışı tutmak yanıltıcı olur. Tabii AT (Avrupa Topluluğu) ile TC (Türkiye Cumhuriyeti) arasındaki bu varsayımsal randevunun hesaplanması, yolları belli, hızları belli iki uzay aracının nerede, ne zaman buluşacaklarını hesaplamak kadar "basit" değil. Hatta daha doğrusu pek mümkün de değil. Dolayısıyla bir tahmin ya da hesap değil de, ancak sözgelimi "senaryo" lardan söz edilebilir. Avrupa Topluluğu tartışmaları sırasında alışkanlıktan, kestirme gitmek gereksiniminden ve tabii büyük devletlere özgü benmerkezcilikten kaynaklanan önemli bir ihmal daha var: Avrupa ile Batı Avrupa'yı özdeşleştirmek. Aslına bakıhrsa, coğrafi ya da külrürel açılardan Türkiye'nin Avrupalılığı üstüne tartışmalar bir yana, günlük dilde, Balkanlar bile pek Avrupa'dan sayılmaz. Bir Arnavutluk ya da bir Bulgaristan deyince, akla ilk gelen, bunların Avrupa ülkesi oldukları değil, Balkanlı olduklandır. Avrupa'nın kültürel sınırlarının Balkanlarda sadece Slovenya, Kuzey Hırvatistan ve Voyvodina'yı içine alacak bir hattan geçtiği yaygın bir kabuldür. Ama güneydoğuya uzanan dalından budanmış bir Avrupa fikri bile çoğu zaman gündelik dilde yeterli bulunmaz. öyle ki sonuç olarak koca Avrupa kıtasının doğusu da "Avrupa" kavramının dışında bırakılır ve aslında Avrupa'nın yalnızca batı yarısını oluşturan devletler topluluğuna "Avrupa" denir çıkar. Kaldı ki bu adlandırma, gerçek anlamda Avrupa'nın ancak bazı devletlerinin bir topluluğuna " B a t ı " sıfatı eklemeksizin "Avrupa Ekonomik Topluluğu", ya da "Avrupa Topluluğu" denmesinden de anlaşılacağı gibi, günlük dildeki dikkatsiz kullanımının da ötesine geçen bir resmilik bile kazanmış durumdadır. Bu durum karşısında bir gerçeği özellikle vurgulamakta yarar var: "Avrupa", Batı Av rupa'dan ibaret değildir ve Batının bittiği yerde Orta Avrupa'sıyla Doğu Avrupa'sıyla koskoca ye kesinlikle dikkate alınması gereken, kesinlikle sırt çevrilemeyecek bir "Avrupa" daha vardır. Bu Avrupa, belki tek tek ülkeler olarak Batı'dakiler kadar zengin ve güçlü devletlere sahip değildir, ama toplu halde kıtanın yazgısı üzerinde ihmal edilemeyecek bir ağırlığm sahibidir. Üstelik Batı Avrupa'nın "koruyucu şemsiyesi", müttefıği süper güç Amerika Birleşik Devletleri yaşlı kıtadan Atlas Okyanusu ile ayrı düşmüşken Doğu Avrupa'nın "koruyucu şemsiyesi", müttefiği öteki süper güç Sovyetler Birliği Urallar'a dek Avrupa'nın ayrılmaz bir parçası olarak Doğu'nun kafesini ağırlaştırmaktadır. II. Dünya Savaşı'nın sonunda, ABD ve SSCB, Yalta'da Avrupa'yı paylaşmakta anlaşmışlardı. Avrupa, ilk kez kendi siyasal geleceğinin büyük ölçüde kendi iradesi dışında belirlenmesine katlanmak durumunda kalmıştı. Avrupa'nın doğu ve batı olarak bu bölünmüşlüğü ABD ve SSCB'nin uzlaşmasıyla ortaya çıktığma göre yine iki süper arasında varılacak bir anlaşma, bu kez Avrupa'nın birliğine hizmet edebilirdi. Arada ister bir "demir perde" bulunsun, isterse bir taş duvar, çok açık jeopolitik etkenlerden ötürü Batı Avrupa'yı ve geleceğini Orta ve Doğu Avrupa'dan soyutlamaya imkân olmadığına göre, Avrupa'nın doğu yarısında meydana gelecek gelişmelerin, önemleriyle doğru orantılı olarak, Batı yarısını da etkilemesi kaçınılmazdır. Avrupa'nın geleceğine ilişkin çeşitli tahminler, tasarılar, hatta resmi birtakım öneriler Yalta'dan hemen sonra başlayarak günümüze dek çeşitli kereler değişik çevrelerce dile getirilmiştir. Bununla birlikte Yalta Antlaşması'ndan bu yana geçen 42 yıl içinde stalük anlamında bir değişiklik olmadı. Çünkü iki süper devletin bu yaşlı kıtaya bakışiarı değişmemişti. Oysa birçok belirti, gerek ABD'de gerekse SSCB'de Avrupa'ya ilişkin artık yeni yaklaşımlann filizlendiğini göstermektedir. 20. yüzyılın son çeyreği içinden geçerken, 2000'lerde Avrupa'nın bütününde daha doğrusu SSCB sınırına dek bugünkünden temelde çok farklı yeni bir uluslararası düzenin boy göstermesinin hesapları da siyasal strateji seçenekleri arasına girmişti. 1980'den sonra ilkin ABD'de ve Mihail Gor tilkoda doğu ve batı olarak ikiye bölünmüş 10
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear