Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA 6 EŞİK CİNİ Mİne Söğüt OSMAN ELBEK 20 Mayıs 2018, PAZAR So?al?sğ?ul?ınk Baskı ne ayol! Kendi alanında başarılı olmuş kadınlara çok sık sorulan sorudur. “Bu noktaya gelirken kadın olduğunuz için ne gibi zorluklar yaşadınız?” Kadınların bu soruya verdiği cevaplar hep birbirine benzer. Aile baskısının üstesinden gelmişlerdir. Koca hükümdarlığıyla baş etmişlerdir. Anneliğe rağmen üstün bir performans göstermişlerdir. Erkek egemen bir sitemi çok çalışarak alt etmişlerdir. Kendisini ezmek isteyen üstlerine baş kaldırıp direnmişlerdir. Kadınlıkları üzerinden yöneltilen saldırılara göğüs germişlerdir. Cinsel taciz girişimlerine kafa tutmuşlardır. Mobbing’ler karşısında yılmamışlardır. Ve bu savaşlardan hep ağır yaralarla çıkmışlardır. Ama hayatta kalmışlardır. Biz bunu bir başarı olarak kodlarız. Bu erkek egemen düzende kendisini koruyarak kanıtlamayı başarmış bu güçlü kadınları avuçlarımız yanana kadar alkışlarız. Ve onların bu galibiyetinden çeşitli çıkarımlar yaparız. Kadının erkek gibi olması üzerine düşünürüz. Kadının gücünü kanıtlarken bir şeylerden vazgeçmek zorunda olduğuna ikna oluruz. Eril düzeni ‘iplememek’ Sonra dönüp bunu başaramayan kadınlara bakarız. Onların etrafını kuşatan imkânsızlıkları anlamaya çalışırız. Başarılı kadın hikâyeleri hep birer süper kahraman hikâyesidir. Herkesin yapamayacağı şeyi yapmış kadınlar mertebesine aşağıdan bakılır ve bunlar istisnai başarılar kategorisinde saklanır. Başarılı kadın hikâyeleri ayrıksı bir değerle ulaşılması güç zaferler olarak kodlanır. Oysa... Kadının gerçek başarısı erkeği alt etmek değildir. Erkeğe rağmen var olmak hiç değildir. Erkeksiz olmak asla değildir. Kadının geçek başarısından ancak erkeği ya da eril düzeni iplemediği zaman bahsedilebilir. Temizlemek, temizlenmek ve temiz kalmak vazgeçemediğimiz saplantımız Hijyen uygarlığı Siyasetin tezek ile tanışımı yeni değil. Hatırlarsanız Adalet Yürüyüşü sırasında Düzce’de yürüyüşçülerin konakladıkları kampın önüne de tezek dökülmüştü. İnsan ya da hayvanın dışkısı aracılığıyla bir başkasına hakaret etmek, aslında hakaret edenin sıkıştığı, çaresiz kaldığı ve kaybetmenin korkusunu hissettiğini göstermekte... Bu nedenle kem sözü sahibine bırakıp, bu dil ve zihniyette “T A M A M” diyelim. Ama “bokpislik” konusu tamam deyip geçmeyelim. Çünkü bu konu önemli ve üzerine düşünmek gerekli... Sağlık ve hijyen Dünya tarihinde temizlik ve sağlık arasındaki ilişkinin kolaylıkla kurulduğunu zannedenler fena halde yanılmaktalar. Örneğin 1842 yılında Bostonlu jinekolog Oliver Wendell Holmes’in, hastalığın gelişimini önlemek için elleri klorla yıkamanın gerektiğini iddia etmesinin Philadelphia’lı Dr. Joe Meigs’i rahatsız ettiğini biliyoruz. Çünkü Meigs’e göre hastalığın, “Beyefendi hekimler”in ellerinden bulaştığı fikri kabul edilebilir bir görüş değildi. Öyle ya “beyefendiler”, bu dünyaya hastalık bulaştırmaktan sorumlu tutulabilirler mi! Hangi kendini bilmez, “eril tıbba” böylesi bir kiri kabul ettirebilirdi ki?! Zaten Holmes da kabul ettiremedi, tıpkı Ignaz Semmelweis gibi. Hatta el yıkamanın önemini deneylerle kanıtlamasına rağmen kimse inanmadı Semmelweis’e. O da yaşadığı çaresizlik nedeniyle Viyana’yı terk etti ama yılmadı ve yerleştiği Peşte şehrinde lohusalık hummasından kaynaklı ölümleri neredeyse sıfıra indirdi. Egemen tıp camiası da bu başarısını ona “Peşte’nin Delisi” lakabını takarak ödüllendirdi(!). Görüldüğü üzere hijyen ile sağlık arasındaki ilişki tarihte hiç kolay kurulmadı. Çünkü toplumlar, o anda geçerli olan doğrulara saplanır kalırlar. Onların değişmesine direnirler. Tıpkı günümüzün hijyen saplantısında olduğu gibi. Belki de her şey önce kendimiz ve kendi atıklarımızla barışmakla başlayacak. Saflık karşısında o saflığı bozan “pislik”ten yana olmak, belki de kaybettiğimiz insanlığımızı geri kazandıracak! Freud’a inanırsak; iki ayak üzerinde dikleşmemizin bedelini koku duygumuzu feda ederek ödedik. Kuşkusuz bu bedel aynı zamanda “medenileşme”yi de sağladı. Artık kıl, çiş, bok, atık ve pislikten iğrenen bir uygarlığız. Temizlemek, temizlenmek ve temiz kalmak, vazgeçemediğimiz en önemli saplantımız. Modern insan, insan kokusundan uzak yaşamayı tercih ediyor. Sevgililer bile birbirlerinin doğal kokusuna tahammül edemiyorlar. Evlerin duşları modern bireyi tüm kirlerinden arındırıyor. Ancak ne yazık ki sadece bedenimizi ele geçirmedi bu “hijyen uygarlığı”. Baksanıza yeni doğan çocuklar Tanrının yeryüzündeki temsilcileri; dili mizdeki yabancı unsurlar Türk Dil Kurumu, tarihimizdeki “pislikler” ise Türk Tarih Kurumu tarafından yıkanıp, ayıklanıp temizlenmekteler. Hâsılı kelam dört koldan temizliğe giriştik. Zaten dil, din, ideoloji ve bilcümle hayat hep saflık derdinde. Artık temizlik, güzellik ve düzen çağındayız. Düzeni bozan her şeyin pis(lik) olduğuna inandı modern insan: Mülteciler, yabancılar, Suriyeliler, içimizdeki İrlandalılar, elbette kötü Kürtler, “affedersiniz” Ermeniler hepsi ama hepsi dilimizi ve toplumumuzu bozan kirler!.. Üçüncü bin yılın dünyası, bokun dahi evlerin altına yapılan foseptik depoları sayesinde özel mülkiyete tabi kılındığı bir çağ. O nedenle herkes kendi evini, kendi kapısının önünü ve elbette “kendi bokunu” temizlemelidir. Başkasının pisliğinden bize ne!.. Yabancılaşma Ne garip; kadının doğum sonrası dölyatağından attığı plasentanın görünüm ve kokusundan iğrenenler, aynı plasentanın kreme dönüştürülen ürünlerini çekinmeden yüzlerine sürmekteler! Bokun adının bile anılmasına tahammül edemeyenler, insanın başka bir atığı olan anne sütünü kutsallıkla savunmaktalar!.. Belki bütün mesele insana dair olan her şeye yabancılaşmamız. Ne dersiniz, eğer insan kendi atıklarına yabancılaşırsa, eğer insan kendi ifrazatından tiksinirse, eğer insanın sevgilinin bacak arasından sızan kanından midesi kalkarsa bu dünyayı bir başkasıyla nasıl bölüşebilir? Derdi, kederi, hüznü, sevinci ve acıyı bir başkasıyla nasıl paylaşabilir? Ötekinin yaşamasına, sokaklarda soğuktan it gibi titremesine, açlıktan ya da şişmanlıktan gebermesine, yoksulluk ve yoksunluktan kaçmak için ölüm yolculuklarına çıkmasına, orada burada sınıfı ya da kimliği nedeniyle itilip kakılmasına nasıl karşı çıkabilir? Belki de her şey önce kendimiz ve kendi atıklarımızla barışmakla başlayacaktır. Saflık karşısında o saflığı bozan “pislik”ten yana olmak, belki de kaybettiğimiz insanlığımızı kazandırır hepimize!.. osmanelbek@gmail.com Mevcut iktidarın tarif ettiği başarının peşinde koştuğunuz sürece kazanırken bile kaybedersiniz. O iktidarın kurallarıyla oynadığınız bir oyunda başarı sizin başarınız değildir. Yine iktidarın başarısıdır. Başarıya kuşkuyla bakın “Çocuk da yaparım, kariyer de” diyen kadın, “Sana ne benim ne yaptığımdan ya da yapmadığımdan” diyen kadına evrimleşmediği sürece kadınların gerçek başarılarından bahsedemeyiz. O yüzden... Kadınların her fırsatta uzun uzun anlattığı ve kendilerini de inandırdığı başarı öykülerine biraz kuşkuyla bakın. Toplumdaki cinsiyet ayrımcılığının bariyerlerini nasıl aştıklarını... Kendilerine biçilen rollerin üstesinden gelirken nasıl yorulduklarını... Nelerin karşısında diklenmeleri, nelerin altından kalkmaları gerektiğini... Bu zorlu aşamaları yaşarken neler kazanıp, neler kaybettiklerini... Anlatan kadınların vardığı noktayı hemen başarı olarak kodlamayın. Onlar size bir hayatta kalma mücadelesi anlatırlar. Bu mücadeleden sağ çıkabildikleri için karşınızdadırlar. Bu mücadeleye hiç giremeyen ya da girdikten sonra sağ çıkamayan hemcinslerinden evet, daha güçlüdürler ama güce değer vermek ne kadar doğrudur? Kadınlar için erkeklerin dünyasında kazanılacak gerçek başarı onları aşmak ya da onlara rağmen var olabilmek olduğu sürece kadın kazansa bile yeniktir aslında. Eril erkin kurallarıyla oynanan oyunda öne çıkmak bir bakıma hazin bir finaldir. Kadınların ve beraberinde tüm insanlığın gerçekten özgürleşmesini istiyorsanız... Kadınla erkeğin bir eşitlik savaşı vermesine gerek kalmayacak kusursuz zamanlar düşleyerek işe başlayabilirsiniz.. Zira; Güçlü kadın ve hatta güçlü insan, toplumun ona dayattığı rollere direnen, üzerindeki baskıların savaşarak üstesinden gelen değil, o rollere ve baskılara gülüp geçebilendir. minesogut@gmail.com Barbaros Şansal Çalıntı zaman İşin rengi başka! Otomatik makineden banka kartımla ödememi yaparak gidiş dönüş “2. Sınıf” bir tren bileti aldım. İstasyondaki 3 No’lu perona yönelip bir banka oturup beklemeye başladım. Trenin gelmesine henüz 11 dakika vardı ve etrafta kimseler görünmüyordu. Bulutlar dağlardan inmiş, serinlik iliklerime işlemişti. Günlerden perşembeydi, saatlerden 12 gibi... Çok geçmeden başlarında birkaç genç hocaları ile küçücük anaokulu çocuklarının geldiğini fark ettim. Yalnızlığım ve üşümüşlüğüm, cıvıl cıvıl sesleri ve renkli giysileri ile bir anda sıcacık bir mutluluğa dönüştü. Ortam aniden, pembeler yeşiller ve üzerlerindeki yansımalı, fosfor yeşili bantlı güvenlik sağlayan yaka kurdeleleri ile çiçek bahçesi gibi oldu. Islak sise ve soğuğa karşı şimdi zafer kazanılmıştı. Tren raylarına mesafeli, son derece dağınık gibi duran grup kendi içinde düzenli bir halde biraz ilerimdeki camlı bekleme salonuna yöneldi. Ciltleri saydam sedef, gözleri ışıl ışıl ve sözleri anca duyulur bir uyum içerisinde beni pek de umursamadan öyle ce geçip gidiverdiler. Ne güzeldi o çocuklar!.. Sonra merdivenlerin yanındaki rampadan bir de engelli geldi platforma. Tekerlekli sandalyesinin ardında çantaları vardı torba torba. Yılların çizgileri yerleşmişti yüzüne. Gülümseyerek selam verip o da usulca ilerledi önümden... Belli ki tren saati geliyordu. Merdivenlerden, asansörlerden tek tük yolcular bir bir beliriyordu. Bolca dövmeli bir genç çift el ele, ellerinde teneke kutuda bira ile görüntüleri aşk dolu ve şahane; yaşlı bir kadın, yün bereli ve bastonlu; bir de göçmen adam, belli el arabası market alışverişi ile dolu... Çeşit çeşit, farklı farklı, ama hepsi mânâlı bir sürü insan... ^¡^ O ara elimdeki telefondan sosyal medyaya takıldı gözüm: Babasının sırtında ceseti taşınan Muhammed; Roboski’deki bombalanmış Rojin; yakılarak tecavüz edilmiş Özgecan; vurularak öldürülen Berkin Elvan... Hızla geçiyorum iletileri: İnşaatte demir yığını altında kalan Kıbrıs Gazisi; zabıtanın dövdüğü bir işportacılığa mahkum emekli; ve sahile vuran göçmen bedenleri... Neydi gerçek? Belli ki gelen tren bana en doğruyu söyleyecek!.. Bir arka perondan hızla geçti önce expres olanı, sonra yavaşça önümüze tam vaktinde yanaşıp so luklandı bizi alıp götürecek kadarı... Birer birer indiler bu durakta inenler, birer birer bindik biz yolcu yolunda gerek diyenler. Usulca kapandı kapı. Vagonlarda bolca koltuk vardı ve kimse yer kapma yarışına kapılmadı. Usulca hareket ettik hedefe. Ağır çekim uzaklaştı yalnız kalan istasyon, gözden uzak ama gözde hali ile kendi geçmişine... ^¡^ Hızlandıkça hızlandık pek sarsılmadan, Dağlar, bulutlar, çayırlar ve köyler arasından... Kimi zaman fabrikalar geçti akarak camlardan, kimi zaman paralelde bir otoyol yanı başımızda kıvrılan... Durak durak yol aldık inip binenlerle. Ana gara vardığımızda biz bize kalmıştık çoktan son durakta inenlerle... Bir yanda Sirkeci, bir yanda Haydarpaşa hâlâ hayalimde. Telefonun ekranı ne kadar renkli olsa da kapkaraydı her şey benden uzak kalan Türkiye’de... Ve etraf ne kadar sisli, gri ve soğuk olsa da capcanlıydı yaşam o an hâlâ İsviçre’de. İşin rengi başkaydı hanımlar beyler. Kimi çalışır, üretir ve besler; kimi sömürür, semirir ve nasibinizi bile keser! Geçim derdi seçim derdine binince, istasyon yerine halklar her zaman hurdalıkta inler!.. Gelsin bakalım cinler periler sandığa, nasılsa kedi girer belki yeniden trafoya. Sonra hafızanızı oy pusulası yaparlar, siz daha ne olduğunu bile anlamadan dününüzü bile yalanlarlar. Bir Resim Bin Kelime Murat Bergi 20 Mayıs 2018 SAYI: 20 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü BÜLENT ÖZDOĞAN Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Faruk Eren Yayın Yönetmeni TAYFUN ATAY Görsel Yönetmen Ulaş ERYAVUz Yayın Koordinatörü Gürer mut Sayfa Uygulama İLKNUR FİLİZ Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın. Cumhuriyet Gazetesinin ücretsiz ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul C MY B