Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Bir Türkiye İşçi Partisi vardı! Türkiye İşçi Partisi, bünyesinde hem işçilere kota ayırmış, hem aydınları toplamış bir örgüt. Aynı zamanda kitlesellik kazanmış, ülkenin arızalı demokrasisine bir renk katmıştı. 1 961’den, kapatıldığı 1971’e kadar ülkenin arızalı demokrasisine renk katan Türkiye İşçi Partisi, saklı gizli yanı pek bulunmadığı için, tarihi en erken kitaplaşan, araştırmalara, anılara, romanlara konu olan örgüt oldu. Mina Urgan, bir parti etkinliğinde heyecandan ağladığını, sonra da herkesin ağlamakta olduğunu fark ettiğini anlatır. Parti, sadece örgütlenme ve ifade özgürlüğünü özlemle bekleyen eski kuşaklara değil, bizim ilk gençlik yıllarımıza da adım adım heyecan yaşatmıştı. KİTLESELLEŞME YOLUNDA Bir sosyalist parti düşünün ki, “genel kongre”sini Anadolu’nun ortasında yapıyor. Kapılar açık, yani isteyen salona girebiliyor, tartışmaları izleyebiliyor. 1966’nın kasımında TİP’in Malatya’da Renkli Sinema’da toplanan genel kurulunda görünüm aynen böyleydi. Sadece harekete ilgi duyanlar, meraklılar değil, “karşıt görüşlüler” de oradaydı. Örneğin, Çetin Altan konuşurken, sağ eğilimli bir okul arkadaşımız, “Bunlar, yoksulluk edebiyatı yaparlar, sonra gider Boğaz’da viski içerler” deyivermişti. Çetin Altan, sonraki yıllarda Viski adıyla roman da yayımladı, ancak sosyalistlerin genel yaşantısı ile örtüşmeyen bir saptamaydı bu. Parti kurullarında “yarıdan bir fazla” sayıda işçilere kota ayrılma sı da tüzük maddesiydi. Partiye silme oy veren köyler de olmuştu. Dönemin kimi sağcıları, TİP’in özellikle emperyalizm karşıtlığından çok etkileniyorlardı. Kongre de, sonuç bildirgesinde “samimi Müslümanlar”a bir selam göndermeyi ihmal etmedi. Ancak emperyal güçler herkesten daha hızlı “bilinçlendiği” (!) için, bu tür etkileşimler, bir süre sonra “kanlı pazarlar” ile “izole” ediliverecekti. EDEBİYATÇILAR DERNEĞİ GİBİ Dönemin gerçekçi edebiyat eserlerini heyecanla hatmetmiş olan biz delikanlı yaştakileri ise bir başka heyecan daha sarmıştı. Genel kurul, bir yazarlar derneği toplantısı gibiydi. Yaşar Kemal, Kemal Bilbaşar, Can Yücel, Şükran Kurdakul ve daha pek çok şair, yazar oradaydı. Çoğuna kitaplarını imzalatmış, en sıcak kanlı olan Yaşar Kemal ile, parti içi tartışmaların ortasında, Lütfi Kaleli’nin tek yapraklık Sebat gazetesi için bir söyleşi bile yapmıştım. Can Yücel’in sakalına henüz ak düşmemişti, İbrahim Balaban’ın konuşturulmamasını protesto için ayakkabısını eline alarak kürsüye çıkmıştı. 1951’de yayımlanmış biricik şiir kitabını bulamadığım için, ona çeviri şiirler derlemesini imzalatmıştım. Ahmet Hamdi Tanpınar, 1960’larda günlüğüne ülkede legal bir sosyalist parti kurulursa üye olabileceğini yazar, sonra da “illegal komünist ler sızacağı için” böyle bir partiye yaşama şansı tanımadığını ekler. Üstad, “içeri”den olabilecekleri sezmiş ama “dışarı”dan gelecek engelleri göz ardı etmiş. Partiye, sınır komşusu kimi ülkelerin rejimi olan, Avrupa demokrasilerinde örgütlenme serbestisi olan “komünizm” bir suçlama öğesi olarak yakıştırılmakla kalmıyor, çeşitli vesilelerle fiili saldırılar da yapılıyordu. TİP kurmayları ise, seçimler ve parlamenterizm yoluyla partinin iktidar olacağına inanmış görünüyorlardı. GEÇMİŞTEN 1960’LARA 1946’da, “bağımsız sosyalist” Esat Adil’in Türkiye Sosyalist Partisi örgütlenmesi, bazı bakımlardan 1960’ların TİP’ine benzer. TSP’nin giderek etkin olmasından endişelenen TKP’liler de alelacele kendi legal partilerini kurmuşlardı. Altı ay sonra her iki parti bir sıkıyönetim kararıyla kapatıldı, yöneticileri de tutuklandı. İleride TİP’in yöneticisi olacak Behice Boran ve Sadun Aren, 1951 TKP soruşturmasında tutuklanıp yargılandılar, ancak delil yetersizliğinden beraat ettiler. TKP pişmanlarından Aclan Sayılgan, duruşmada Boran ile göz göze geldiklerini ama bildiklerini söylemeyerek onun mahkumiyetini engellediğini öne sürüyor. Mehmet Ali Aybar’ın TKP üyeliği ise hiç açığa çıkmadı, yıllar sonra, ona bağlı çalışmış olan Rasih Nuri İleri tarafından açıklandı. 22 Kasım 1966, Malatya. Türkiye İşçi Partisi 2. Genel Kurulu, M. Hayrettin Abacı Mehmet Ali Aybar Tahir Abacı. 22 Kasım 1966, Malatya. Türkiye İşçi Partisi 2. Genel Kurulu, Yaşar Kemal gençlerle. 1960’larda “milli demokratik devrim” tezini ortaya atarak sol hareket içinde giderek etkin olan Mihri Belli’nin çevresini ise sürgünde ölen Şefik Hüsnü ve tevkifatta ayrı düşülen Zeki Baştımar hariç TKP’nin son “merkez komite” üyeleri oluşturmaktaydı. TKP içinde etkili görevler üstlenmiş ama görece bağımsız çizgi izlemiş Hikmet Kıvılcımlı da bu grupla dirsek ilişiği içindeydi. Bu adların geçmiş mahkumiyetleri nedeniyle yasal kısıtlılık içinde olmaları, TİP hareketi içinde hukuken yer almalarını önlemişti. 1951 tevkifatını ceza almadan atlatmış olan Aybar, Boran, Aren gibi adlar ise, böyle bir engelle karşılaşmadan TİP içerisinde görev alabildiler. Onlar da sonradan Çekoslovakya işgali tartışmasında ayrışacaklardı. ZAMANIN TERAZİSİ Ordu içindeki örgütlenmelerle dirsek ilişiği içinde iki aşamalı bir devrim modeli öngören Mihri Belli çevresi ile parlamenterizme ağırlık vererek bir toplumsal dönüşüm umut eden TİP çevresi arasındaki çekişme “ideolojik” bir görüntü taşımakla birlikte, tarafların 1951 tevkifatındaki konumlarını da düşünürsek, kimi “psikolojik” etkenlerin de varlığını anımsatıyor. Başka deyişle, 1946’dakine benzer bir durum söz konusuydu. Ancak bu son durumun kavranması için, yılların geçmesi ve karanlıkta kalmış kimi olguların ortaya çıkması gerekecekti. Öte yandan, sadece TİP yöneticilerinin değil, kendilerine “proleter devrimcilik” yakıştırmış MDD kanadının kurmaylarının da, akademisyenlik, doktorluk, hukukçuluk gibi mesleklerden geldiklerini, yani aslında “aydın”lardan oluştuğunu anımsamakta yarar var. Rasih Nuri İleri, çekişmelerle bozulan dostluklarına tekrar kavuştuğu için sevincini dillendirmişti bir önsözde. Doğruları ve yanlışları terazisinde tartan zaman, hepsi bedeller ödemiş tarafların çilekeş bir yolculuğun öğeleri olduğunu öğretiyor insanlara. DİRİMDEN MARJİNALLİĞE... Dönemin genç kuşakları ise, sol hareketi ülkede ve dünyada “yekpâre” bir bütün olarak düşünmeye şartlanmışlardı. Gerek ülke içi sol hareket içindeki tartışmalar, giderek dünya sosyalist hareketi içindeki bölünmeler onları haliyle çok şaşırttı. Onların bir bölümü de, hayatlarını da ortaya koyarak, “ne parlamento, ne cunta, mühim olan gerilla” diyerek masadan kalkıp gittiler, bu da sol hareket içinde apayrı bir sorunlar dizisinin başlangıcı oldu, olan da hareketin sağladığı az çok “kitlesel” niteliğe oldu. 1960’larda hepsi birer “marjinal” akım olan siyasal İslamcılık, Türk milliyetçiliği, Kürt hareketi, Alevi hareketi artık birer kitle tabanına sahip hale gelmişken, o yılların en diri akımı olan sosyalist hareket, sayısız “yuvar”dan oluşan bir dağınıklığı sürdürüyor ve geçmişte TİP’i “öz örgüt” kabul edemeyenler, şimdilerde çok sayıda benzerlerini kurup duruyorlar. Bir tanesi yeterdi! n 10 9 Nisan 2020