22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

CENK ÇALIŞIR’DAN YENİ BİR POLİSİYE: BERİA Yorucu bir yol hikâyesi Beria kurgu bir esere göre oldukça gerçek ve son derece çarpıcı bir kitap. GALIP DURSUN Cenk Çalışır’ın altıncı polisiye romanı Beria geçtiğimiz günlerde Oğlak Yayınları’nın Maceraperest Kitaplar markasından yayımlandı. Kitap, günümüzde dünyanın karşı karşıya kaldığı en büyük dertlerden biri olan mülteci sorunu ve bu sorun çevresinde gelişen karanlık olayları çarpıcı bir biçimde ele alıyor. Mülteci sorunu yeni bir olgu ya da dünyanın ilk kez karşılaştığı bir sorun değil. Daha önceden bilimkurgu eserler de dahil olmak üzere birçok kitaba ve filme konu olmuş, üzerine epey kafa yorulmuş bir konu. Ancak son on yılda, bilhassa Arap Baharı ve peşi sıra gelen Suriye içsavaşının ardından son derece üzücü bir hâl aldığını söylemek mümkün. Suriye’ye sınır komşusu olan bir ülkede yaşadığımız için yakından tanık olduğumuz bu dram gelecekte de sıkça konuşulacak, ya zılıp çizilecek bir trajedi. Cenk Çalışır’ın ince bir işçilikle oluşturduğu, oldukça ayrıntılı ve yer yer sinematografik dille ele aldığı kitabı Beria işte tam da bu yüzden son derece bilindik, ancak anlattığı hikâyenin korkunçluğuyla bir o kadar da bize yabancı. Suriye’nin bir köyünde başlayan kitap mültecilerin uzun ve yorucu yol hikâyesini anlatıyor. Aişe’nin kocası Abbas ve kızı Beria ile yaşadığı küçük ama huzurlu dünyası bir gece köylerinin silahlı militanlarca basılmasıyla altüst olur. Abbas, karısı ve biricik kızı için canını verirken Aişe ile Beria yollara düşerler. Artık mültecidirler. Sözde herkesin kolladığı, üzerine titrediği ama gerçekte çaresiz, yurtsuz ve savunmasız insanlardır. Birbiri ardına içsavaşın ele geçirdiği kasabalarla, olması gerekenden katbekat dolu mülteci kamplarıyla, kaçakçıların gözetiminde geçilen sınırlarla ve Ege’nin karanlık suları boyunca devam eden yolculukları boyunca insan elinden çıkma her türlü acıyla, dehşetle ve günahla yüzyüze gelirler. Ama maruz kalacakları en büyük kötülük henüz karşıları na çıkmamıştır. Beria, insan kaçakçıları tarafından korkunç bir ticaretin aracı olmak üzere annesinden çalınır. KOMİSER HARUN Tüm bunlar gerçekleşirken, yaşadığı buhranın etkisiyle hayattan iyice kopan Komiser Harun’sa, kendi kişisel trajedisine son vermeye niyetlendiği yerde Aişe’yle karşılaşır. Kadının çaresizliğine kayıtsız kalamaz. Ona yardım etmek için elinden geleni, belki de fazlasını yapacaktır. Beria kurgu bir esere göre oldukça gerçek ve son derece çarpıcı bir kitap. Sayfalarını çevirirken tüylerinizin diken diken olduğu yerler azımsanmayacak kadar çok. Çünkü kitap, yadırgasanız bile inkâr edemeyeceğiniz, hayatın gölgede kalan kısımlarında yaşanmış olma ihtimali son derece yüksek bir hikâye anlatıyor. Uluslararası organ mafyasının, insan kaçakçılarının, çocuk pornografisi ve fuhuş organizasyonlarının sonsuz para kaynağı ve av olarak gördüğü mültecilerin çaresizliğine şahit oluyorsunuz. Yalnızca gündemde ki bir olayı merkezine alarak popülerlik yakalama kaygısı gütmüyor. Sığınmacıların hayatlarını, yolculuklarını etraflıca, bazen oldukça derinden ve tüm gerçekliğiyle anlatarak yaşanan trajedileri, acıları gözler önüne seriyor. Kitaba egemen olan bu sert ve ayrıntılı anlatım kahramanları, kurbanları, kişileri ve mekânları okurun gözünde gerçek kılıyor. Karanlık ilişkiler ağının ucunun nerelere vardığını anlatmaktan geri kalmıyor. Mülteci dramının aslında nerelere kadar gidebileceği ve ne denli korkunç olabileceğini gösteriyor. Türkiye’de yaşıyorsanız kitapta anlatılan kişileri kısmen tanıyorsunuz demektir. Yalnızca Suriye’den değil, Nijerya’dan, Gana’dan, Afganistan’dan, Pakistan’dan kaçıp gelen sığınmacılarla birlikte yaşıyoruz. Sokaklarda onlarla yan yana yürüyoruz, burun kıvırdığımız işleri yapmalarına göz yumuyoruz. İyi kötü bir fikrimiz olduğunu düşünüyoruz. “Beria”, o insanların yolculukları boyunca yaşadıkları zorlukları, maruz kaldıkları insanlık dışı muameleyi de göstermesi açısından önemli bir eser. Mültecileri yalnızca birer asalak olarak görmekten vazgeçip onları bir nebze olsun anlamamıza yardımcı olacak, üzerinde titizlikle çalışılmış bir eser. Aişe’nin daha iyi bir hayat için değil, kızının ve kendisinin canını kurtarmak için yollara düşmesini işlerken bizlere de yakınımızda yaşanan trajediyi anlamak için bir pencere açıyor. n Beria / Cenk Çalışır / Maceraperest Kitaplar / 407 s. / 2019 TOZAN ALKAN’IN TOPLU ŞIIRLERI: ‘ŞIMDI’ ‘Şimdi’de her şey söylenmiştir “Şimdi” sözcüğü büyülü gelir bana; geçip gidecek olmaya kafa tutma anlamını da barındırır içinde. “Şairin şimdisi” hep sıcak bir an olarak kalacağını iddia eder. ZEHRA BETÜL YAZICI E tkileyici bir özgeçmişi bulunan şair ve çevirmen Tozan Alkan’ın şiirleri Şimdi adıyla toplu olarak Islık yayınlarınca yayımlandı. Tozan Alkan içine doğduğu entellektüel aile ortamı ve yayın çevresi bakımından şanslı insanlardan. Toplu şiirler kitabı Alkan’ın şimdiye dek yayınlanmış Zaman ve Maske, Kalbin Akşamüzerleri, Ve Rüzgâr, Sana Şehir Gelecek , Açık Kapı kitaplarının bir araya toplanmasıyla oluşturulmuş. “Şimdi” sözcüğü büyülü gelir hep bana; geçip gidecek olmaya kafa tutma anlamını da barındırır içinde. Bu kelime bir kitap adı olduğunda ise daha da iddialıdır; hem gelip geçiciliğe direnmek ve hem de “şairin şimdisi”, yani hep sıcak bir an olarak kalacağını iddia etmek anlamındadır bu kez. Şiir kitapları öyle bir çırpıda okunmaz, ama üstünde düşünmek ve yazmak amacıy la bu kitabı okuyup bitirdiğimde içimden “selam size küçük durumlar” diye tekrar ettiğimin ayırdına vardım. Cemal Süreya’ya ait olan dizenin aslı: “selam size büyük durumlar”dır. Büyük durumları selamlamak kolaydır, bunun için kişinin çok çaba harcaması gerekmez, o görkemin karşısında küçücük olduğunun bilincine varan kişinin bu büyüklük karşısında eğilmekten başka yapabileceği başka bir şey de yoktur zaten. Okyanusların, başları dumanlı dağların ve büyük şairlerin karşısında onları saygıyla selamlamaktan başka ne gelir elden. Tozan Alkan da toplu şiirlerinin ilk kitabı Zaman ve Maske’de önce Baudelaire’i selamlayarak, gerçek ve yalan dikotomisi üzerinden varoluşsal bir açılış yapar; gelenek üzerinden büyük durumları ve şairleri selamlar: “sözlerin önünde in çık yokuşları/Ağrılar, kalp, en çok yok oluşları”. Kitabın ilk şiiri olan “Sarmaşık”ta yokuşyok oluş gibi, “utangaç tenin geceyi üşümesi” gibi sözcük oyunları ve değişik söz dizimleri de dikkati çeker. Kapalı montaj tekniği uygulanarak yazılmış romanlar vardır. Montajın yapıldığı romanda asıl kitaptan bir cümle, bir alıntı gizlidir ve yazar bu gizi veya sırrı bulmayı okura bırakır; okurun bilgi becerisi ve donanımı böylelikle açığa çıkar. Şimdi’ye monte edilen asıl şairi ve dizeyi ya da göndermeyi bulduğumda da işte böyle romanları okurken aldığımdakine benzer bir tad aldım. Çoktan yanımızdan geçip gitmiş, giderken de arkalarında şiirleriyle halelendirdikleri bir dünyayı bizlere bırakmış şairler, duvarlarını sarmaşıkların bürüdüğü, her iki taraftan ağaçların ortada buluşarak birbirinin üzerine kapanmış olduğu loş ve serin bir yol boyunca bana bakmaktaydılar sanki. Kimler yoktu ki; “ellerin beyaz, al tut ellerimi bebek, tut biraz” diyen Cahit Külebi, Alkan’ın şiirinde “önce dudakların gelir, ellerimi tut// gece bir uçurumdur, ellerimi tut// beni kuytularına göm, ellerimi tut” olarak yeniden canlanır (s.23). Oradan “ben kendi mi bildim biraz kireçtir yanım” diyerek bir Seyitgazi türküsüne uğrar, durmaz, “söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil çektiğim alamı bir ben bir de Allahım bilir” diyen Fuzuli ile birlikte kıpırtıya direnen bedeninin çanlarına vurur: “konuşsan duyulmuyor/sussan beyaz sayfalar” (s.30). Buradaki beyaz sayfalar, bir zamanlar avangard şiirsel çabaların vardığı yer, hiçbir şey yazmayan boş beyaz sayfalar; “tabula rasa” olarak da okunabilir. İsmet Özel’in “faydasız yazılar”ından geçer. Edgar Allan Poe’nun Annabel Lee’si kılık değiştirir; “ben deniz ülkesinden gelen adam” olarak karşımıza çıkar. “O atları tarihe böyle geçtiler, /tarihe böyle geçtiler o atları” (s.46) dizeleri Turgut Uyar’ın “Acıyor” şiirini anımsatır: “tarihe gömülen koca koca atlar tarihe gömülür o kadar”. Tozan Alkan bu şiirlerle hem Doğu’nun ve Batı’nın büyük şairlerini hem de yurdunu ve dünyayı selamlar, fakat bunun yanı sıra “küçük durumlar”ı, acıyı, umutsuzluğu, ihaneti, büyük dünya tarihi kitabında yazılı olmayan insanların tarihini dillendirir, şiir de zaten bir “alternatif tarih” anlatısı değil midir. Gezi parkına uğrar, Ethem’in, Berkin’in yanında kurar çadırını, “Bir çocuk neresinden sevilir”(s.93) derken insanın kulağında Edip Cansever’in” mendilimde kan sesleri” şiiri çınlar. Şimdi / Tozan Alkan / Islık Yay. / 302 s. / Şubat 2019 2130 Mayıs 2019
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear