Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
onur yazarı >> teyller falan... Tabii ki hâlâ yok. Ama daktilonuz var. Tam da bu nedenle yazdıklarınızı kitaplaştırmak için cebinizde dönüş parası olmadan Ankara’ya gidebilirsiniz. Selim İleri, “Şükür ki hiçbir zaman yokluk çekmedim, zorluk elbet oldu ama bir şekilde yaşamımı yazıya tutunarak geçirebildim,” diyor. Doğru da... Hep yazının içinde, hep yazıyla, hep kitapla... Bir ömrün ekmeği de, emeği de, esenliği ve darlığı da hep bunlarla... Yazıya tutunabilmek için verilen çabayı, gösterilen fedakârlığı hissedin istedim sadece. Üstelik bunu bir genç delikanlı yapıyor. Cebinde dönüş parası olmadan Ankara’ya gitmeye cesaret edebiliyor. O delikanlı şimdinin ustası Selim İleri işte. Elli yıllık bu çabalayışın hikâyesine ise “Bir hengâmedir oldu bitti,” diyor sadece. “Kusura bakmayın Selim Bey, bitmedi! Anlatılacak daha çok hikâyeniz var. En başta da kendinizinki. Kimler neler almaz ki o yaşamdan...” “Kimler neler görecek Allahaşkına, öyle söyleme.” Bu arada daktilosu hâlâ var Selim İleri’nin ve onda yazmaya devam ediyor. On parmak değil, tek parmak. Bir gün sorarsanız size de anlatır o tek parmakla neler yaptığını. Bunları anlatırken keyifli; hem de çok fakat birden yüzü düşüyor. Anlamıyorum... “Soğuktan dondurmaya niyetleri var kesin bunların bizi,” diyor sert bir şekilde. Ardından yine anlamadığım bir geçiş; “Serdar’cığım, açalım lütfen şu sobayı. Epey serinledi.” En yumuşak sesiyle söylüyor bunu. “Hemen Selim Bey...” deyip koşuyor Serdar. Selim Bey’in duygularındaki bu iniş çıkışlar hep suhuletten yana son buluyor. “HÂLÂ DURUYOR O HIRS ÇOK ŞÜKÜR” Selim İleri’nin yazarlık yaşamında bahsettiği suskunluk dönemi olduğu kadar kitaplarının yok sattığı dönemler de var. Kendisi pek umursamıyor ama şimdi de öyle ya; deyim yerindeyse dönemin “pop” yazarı... Ama şimdiki başka “pop”, o zamanki başka anlaşılan. Çünkü o güne kadar oluşturduğu rotanın tam tersi istikamete kürek çekmeye başlıyor bir noktadan sonra. O nokta ‘80’ler... “Yaşanan acıların hepsi birer sancı olarak bana aks ediyordu. ‘80’deki bölünme korkunç geliyordu. Sağ ve sol altında kamplaşmaların Türkiye için çok geçerli olabileceğine inanmıyorum. Bir Akşam Alacası’nda bunu söylemişimdir mesela. Yayımlandığı dönemde üzerinde hiç durulmadı, şimdi şimdi ilgi görür gibi oluyor... Bunu da açık açık ilk telafuz eden benimdir. can erok “Sevgili Ayşe Sarısayın, beraber hazırladığımız ‘O Aşk Dinmedi’ kitabına çalışırken, bazı kitaplarımla ilgili birkaç satır yazıya ulaşabilmek için neler çekti,” diyor Selim İleri. Sağ, sol; o dönemde bu iki kavram da kendi çizgileri dışındakiler tarafından birbirlerini ‘yok etmek’ üzerine kuruluydu. Çok trajikti. Kendi dilimce ifade de ettim bunları ama bunların yansıması o dönemde hiç öne çıkmadı. Çok tuhaf. Hüzünlerin romancısı, umutsuzluğun romancısı gibi taraflarımdan konuşmak daha çok hoşuna gitti insanların.” Pek çok kişinin rotasını değiştirdiği zamanlar anlayacağınız. Ama kimin rotasının ne doğurduğunu zaman gösterdi. “Hangi romanlarınızdı yüksek satış rakamları yakaladığınız?” “Her Gece Bodrum, Ölüm İlişkileri, Cehennem Kraliçesi gibi romanlarım o dönem için çok yüksek satış rakamları yakalamıştı. Bilgi Yayınevi’yle çalışıyorduk. Attilâ İlhan’dı genel yayın yönet menimiz...” Merak işte. Sözünü kesip araya giri yorum: “Bu sizin yazınsal olarak ayrışma yaşadığınız bir dönem. Çok satan bir yazar olmaktan kendinizi sıyırıp bambaşka bir yol tercih ediyorsunuz. Çok satmak, bir sonraki romanda satış kaygısını da beraberinde getiriyor doğal olarak. Daha çok satacak konulara yöneliyorsunuz. Siz yaşadınız mı bunu?” “Tabii ki satış kaygısı yaşadım. Başka hiçbir gelirim yoktu çünkü...” Yine kendisinin deyimiyle “maddi meseleler”... “Peki, bunda Attilâ İlhan’ın etkisi var mıydı? Yayın yönetmeniniz ve ustanız olarak sizi bu doğrultuda yönlendiriyor muydu?” “Etkisi olmadı diyemem. Yazdıklarımda sürekli bir cinsellik olsun ister di. Bunu satış için mi istiyordu yoksa kendi romancılık anlayışının yansıması olarak mı söylüyordu bilemiyorum. Bugün düşündüğümde cinselliğin de bir şekilde yazıya geçmesinin konuşulması gerekiyordu diye düşünüyorum. Fakat nereye kadar böyle gideceği de aklımın bir köşesinde uyanmaya başlamıştı. Başka şeyler de yazmak istiyordum.” Selim İleri’yi bugüne getiren de yazın hayatındaki bu süreç, kırılma oluyor. Ölünceye Kadar Seninim’le o güne kadar yazdıklarından bütünüyle farklı bir dünya yaratıyor ve sonuç tabii ki öncesinde çok satmaya uğraşmış her yazarınki gibi okur kaybıyla sonuçlanıyor. Bir dönemlik yaşadığı “sükut suikastı”nın da temelleri atılıyor böylelikle. Kaygı da yaratmıştır bu mutlak ama “Düşünemiyordum,” diyor, “çok genç ve ülkülerle doluydum.” Duyan da sanır ki Selim İleri’nin o ülkülerle dolu yazarlık hırsları bugün yok. Sadece o güne ve gençliğine has bu söyledikleri.... “Hâlâ duruyor o hırs çok şükür. Hâlâ duruyor...” “KISKANÇTIM, YÜKSELMEK İSTİYORDUM...” Hırs bazen çekişmeler de yaratıyor elbet Selim İleri’nin hayatında. Yazarlık hırsları değil ama delicesine öne çıkma, tanınıp bilinme arzusu. Özellikle gençlik yıllarında. Tartışmalar, çekişmeler, çekememeler... Şimdi karşımda o günleri üzüntüyle anan bir yazar oturuyor. “Ne gereği varmış diye düşünüyorum şimdi,” diyor. Bu mesele ise Oğuz Atay çevresinde dönüyor daha çok. Politika gazetesindeki köşesinde Atay hakkında yazdıkları üzerinden. O yazıyı hatırlamak bile istemiyor. Gariptir, Politika’da kaleme aldığı yazıları ortada yok. Millî Kütüphane’de bile... Bulamadığını söylüyor. “Aradım, çok aradım ama sanki tarih de bu olayı unutmak istiyor.” Kaldı ki Oğuz Atay’ın ölümünden önce aralarındaki dargınlığı bitirmişler. Bir mektupla tüm kırgınlar geride kamış. “Neden sevdiğiniz, hatta iyi anlaştığınız arkadaşınız hakkında böyle bir şey yazma ihtiyacı duydunuz o dönem?” “Kıskançtım, yükselmek istiyordum, tam karşılığı haristim... Ama onlar bitti. Anlamsız ve boşuna olduğunu gördüm.” Selim İleri’nin kendi yazını için söylediği kırılmanın aynısı ikili ilişkilerinde de görülüyor. İki dönem var yine bakıldığında. İlki; tartışmalar, çekişmeler ve kıskançlıklarla örülü bir kendini var etme mücadelesi. İkincisi; geçmişe dair duyulan pişmanlıkların yüksek sesle dile getirildiği, gerginliklere sevgiyle yaklaşmaya uğraşan, kendini bir şekilde tartışmaların dışında tutmaya çaba >>layan Selim İleri’nin varlığı. Ama bu uzak ya da mesafeli du 26 8 Kasım 2018 KItap