25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Kelebeğe dönüşemeyen tırtıl Selim İleri, “Elimde Viyoletler Beklenen Sevgili” ile mektuproman türüne dair eşsiz bir örnek sunuyor. Mektuplar, olmayan bir kardeşe, bir can yoldaşına ve şefkat aradığı Şefkati’sine romanın kahramanı tarafından yazılıyor. Kime yazıldığı gölgede kalsa ve onun yanıtlarını okuyamasak da arada sırada mektuplara diklendiğini, bazı şeyleri özellikle merak ettiğini, bazen da kahramanı terslediğini yine ona yazılan satırlardan öğreniyoruz. M ektuproman, on sekizinci yüzyılın sevilen edebiyat türlerinden biriydi. Karakterlerden bir ya da birkaçının ağzından yazılmış mektuplardan oluşan mektupromanların ortak özelliklerinden biri, kişinin sırlarının ortaya dökülmesiydi. Bu tür, sanki kilitli bir güncenin açılıp okunması gibi his yaratır okurda. Okumamamız gereken bir şeyi okur, sırları öğrenirken buluruz kendimizi. Türün ilk örnekleri İngiltere’de Samuel Richardson’un Pamela’sı (1740), Fransa’da Choderlos de Laclos’un Tehlikeli Alâkalar’ıydı (1782). Konu ise hep duygu sahtekârlığı ya da iç dökmeydi. Selim İleri, yeni romanı Elimde Viyoletler Beklenen Sevgili (Everest, 2018) ile bu türe dair eşsiz bir örnek sunuyor. Mektuplar, olmayan bir kardeşe, bir can yoldaşına ve şefkat aradığı Şefkati’sine romanın kahramanı tarafından yazılıyor. Kime yazıldığı gölgede kalsa ve onun yanıtlarını okuyamasak da arada sırada mektuplara diklendiğini, bazı şeyleri özellikle merak ettiğini, bazen da kahramanı terslediğini yine ona yazılan satırlardan öğreniyoruz. 1940’LARIN SİYASİ ORTAMI Mektupları bir günce gibi okumak mümkün zira olaylar kurgu sürecinde gelişiyor. Tarihlendirilmemiş olmalarına rağmen, Henri Bergson’un ölümü (1941) üzerinden birkaç yıl geçtiğini ve İkinci Dünya Savaşı’nın yeni bitmiş olduğunu biliyoruz. Roman kahramanı, bir basımevimde çalışan, emekliliği yaklaşmış bir düzeltmen. Hiç evlenmemiş, hiç sevmemiş, yalnız yaşayan bir adam. En yakın akrabası halasının kızı Şahende ablası, ki onu da çok ender görüyor. Üzgün ve melankolik kahramanın dramı, yaşadığı çağın dışında kalmış olması. Bu, birkaç anlamda kendini gösteriyor. İlk başta, 1940’lar dünyada ve Türkiye’de değişimlerin yaşandığı yıllar; her gün yeni sözcükler giriyor dile, her gün yeni anlamlar... Büyük savaşlar bitmiş, modern çağ başlamak üzere. Yazar ve çevirmenlerin dilini düzelterek geçimini sağlayan bu memurun önüne yeni bir dil, yeni sözcükler konuluyor ve bunlara alışması bekleniyor. Kendisini “mâziperest” olarak betimleyen biri için yeniliklere alışmak özellikle zor, kaldı ki alışması gereken şeyler bununla da bitmiyor; modern yaşam da hızla akıyor önünde. “Ölçüsüzlüğe düşmek kaygısıyla hep küçücük küçücük yaşa Selim İleri’nin okurları, onun dil kullanımına her zaman hayran olmuştur ama bu romanda hayranlık ötesinde bir şeyler hissedecek. dım. Vaktimi hoşça geçirmekten uzak durdum, daima mutedil, perhizkâr, her arzunun yerine mütevazi, durgun bir hayatı tercih ettim.” Bu düşünceleri, hayatı boyunca otorite karşısında ezilen biri olmasından kaynaklanıyor. Bireyin gelişmediği bir toplumda özgür olunamadığının kanıtı bir yaşam sürüyor. Kendisine acıdığı anlarda “Ben hiç de fana bir insan değildim” diye itiraf ediyor ama aslında hiç özgür olamamış, hiç kendini bulamamış biri olduğunu ancak geç yaşında fark ediyor. Bu konuda düşünceleri çok net aslında, hürriyet sadece zenginler ve asillere ait her çağda, Şefkati de bunun bilincinde. Özgürlüklerine düşkün Romalılar bile “hürriyetin bütün insanlığı kucaklaması gerektiğini anlayamamıştı” diye açıklıyor düşüncelerini. Kahramanımızın düzelttiği kitap da yine çağının çelişkileriyle dolu bir metin. Henri Bergson, Fransa’da çok takdir gören ama aynı zamanda eleştirilen bir felsefeciydi; onun düşünceleri Fransız cumhuriyetinin o dönemdeki bilimsel, laik ve pozitivist dünya görüşüne uymuyordu. Gerçi önce 1927’de Nobel Ödülü, ardından da 1930’da ülkesinin en değer verilen sanatçı ve yazarlarına verilen Grand Croix de la Legion d’honneur ile onurlandırıldı ama bir yandan da çağdaşı filozoflar tarafından eski kafalı bulunuyordu. Bergson’a göre sezgilerimiz gerçekliği kavramak için akıl ve rasyonaliteden daha anlamlı bir yol göstericiydi. Bu görüşüyle yirminci yüzyılın ilk yarısında gelişen akılcı ve bilimsel felsefeyi reddediyordu. Aynı roman kahramanımız gibi o da çağının dışında kalmış bir adamdı. ROMANTİZM Bergson gibi mektuplarda sık gönderme yapılan bir diğer kişi Robert Schumann. Şefkati, bulanık zihnini ancak Schumann’ın müziğiyle sakinleştirip rahatlatıyor; kendi romantik duygularını bestecide buluyor ve onunla kendisini özdeşleştiriyor. “Yeryüzünü belki de bir türlü sevememişti” derken aslında kendi yalnızlığından söz ediyor. Romanda sık gönderme yapılan motiflerden biri de çocuklukta yaşanan bir olay. Çamlıca’da yazdan kalma bir günün sonunda “çam iğneleri arasında rengârenk, kırmızılı yeşilli, mavili sarılı, tombul bir tırtıl görmüş çok şaşırmıştım. Çamlıca’dan tırtılı eve götürmek istediğimde peder itiraz etmişti. (…) mücevher gibi tırtıldan beni mahrum etmiştir. Mâzideki gibi sonra da hayatımın acılarla dolup taşacağını o gün keşfetmeliydim.” Tırtılın anlamı ilerleyen sayfalarda ortaya çıkıyor “Bazan meşhur İlkbahar Senfonisi’nin yeşeren kırları ortasında uçuşan, papatyalara konan renkli kelebekler tablosu bu ıstırap şelalesine karışıyor ve Matmazel ‘Kendini niçin harap ediyorsun? Bak kelebekler uçuşuyor, bahar geldi!’ diyor. Benim baharlarım hiç gelmiyor!” Çocukluğundan unutamadığı bu büyülü tırtıl gibi kendisi de kelebek olmaktan mahrum bırakılmış, gelişmesi engellenmiş biri. Piyanoya ve müziğe yeteneğine de ilgisiz kalmış ailesi. Yaşlılığında hâlâ buna üzülüyor. Aslında kahramanımızın hayatı gibi romanı da yokluklar belirliyor: Piyanist olamaması gibi. Romanın adı da aslında başka bir yokluğu gösteriyor çünkü “sevgili” ile buluşmaya giderken menekşe almayı unutuyor. “Elimde Viyoletler” kitabın başlığı ama gerçekte elleri boş. Bu minval üzere devam edersek “Beklenen Sevgili”, ne bekleniyor ne de sevgili… Selim İleri’nin okurları onun dil kullanımına her zaman hayran olmuştur ama bu romanda hayranlık ötesinde bir şeyler hissedecekler. 1940’ların diline ne de olsa kendisi henüz doğmamıştı anlattığı bu yıllarda bu denli hâkim oluşuna hayret etmemek mümkün değil. n 16 8 Kasım 2018 KItap
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear