Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
‘kLöuzc,iaöndceenepnarladı, sonra söndü’ Annabel Abbs’in kaleme aldığı “Joyce’un Kızı”, belge ve bilgilerin yazarın katkısıyla bütünleştirilmesine dayanıyor. Abbs, romanı Lucia’nın ağzından, onun bakış açısıyla yazmış. L ucia, James ve Nora Joyce çiftinin ikinci çocuğu. 25 Temmuz 1907’de Trieste’de doğmuş. Dâhi bir baba, hayatını ona vakfetmiş bir anne. Sürekli ev ve yer değiştiriyorlar. Çoğunlukla otellerde kalıyorlar. Lucia’nın ilk öğrendiği dil İtalyanca olmuş. Sonra buna üç dil daha eklenmiş. Paris’teki Dalcroze Enstitüsü’nde dans eğitimi almış. Dans eğitimine Margaret Morris ve sonra da Salzburg yakınlarındaki okulunda Raymond Duncan (Isadora Duncan’ın kardeşi) ile devam etmiş. 1927’de Jean Renoir’in, Hans Christian Andersen’den uyarladığı La Petite marchande d’allumettes filminde kısa bir düette oyuncak asker olarak dans etmiş. Çalışmalarını Lois Hutton, Hélène Vanel ve Ballet Suédois’in başdansçısı Jean Borlin’in yanında sürdürmüş. KISA SÜREN BAŞARI ÖYKÜSÜ Annabel Abbs romanı, Joyce’un Kızı’nı (Ocak 2017, Çev. Özge Onan, hep kitap) 1928’de Paris’te Lucia’nın bu başarı öykülerini yaşadığı dönem den başlatıyor. Lucia bir yandan dans dersleri alıyor diğer yandan yaptığı gösteriler övgüyle karşılanıyor. Paris Times, VieuxColombier Tiyatrosu’ndaki La Princesse Primitive’deki performans sonrasında şunları yazar: “Lucia Joyce, tam babasının kızı. James Joyce’un coşkusunu, enerjisini ve dehasının henüz belli olmayan bir bölümünü almış.” Şu cümle de önemlidir; “Ritmik dans alanında gerçek kapasitesine ulaştığında, James Joyce artık kızının babası olarak tanınabilir.” 28 Mayıs 1929’da, Paris’teki Bal Bullier’de düzenlenen dans festivalinde altı finalist arasına seçilir. İkinci olması üzerine babası ve genç Samuel Beckett’in de aralarında yer aldığı izleyici, performansının olağanüstü olduğunu düşündüğü Lucia’nın birinci olması gerektiği düşüncesiyle jüriyi protesto eder. Bu başarı öyküsü yazık ki kısa sürecektir. Anne Nora, kızının açık saçık kıyafetlerle dans etmesini tasvip etmemekte, evde dans çalışırken babasının dikkatini dağıttığını düşünmektedir. Lucia çok iyi teklifler alsa da Nora, gençlik çağındaki kızını Paris’te bırak maya razı olmaz ve babasının ilham perisini de yanlarına alarak uzun bir seyahate çıkarlar. Bu dans çalışmalarının aksaması, hatta tamamen bitmesi anlamına da gelir. Baba Joyce, kızına dans yerine önce ciltçilik yapmasını önerir, sonra da resim dersleri almasına karar verir. Lucia da dans derslerinin yoğunluğuna bedenen ve ruhen dayanamayacağını düşünür. Bir süre dans dersi verse de sonunda annebabasının isteklerine boyun eğer. Dâhi ebeveynlerin çocukları, çoğunlukla başarısızlıklarla dolu yaşamlara sahip olur. Bunda kuşkusuz tüm olanakların ailedeki dahî için kullanılması ve çocukların gözardı edilmesi, hatta engellenmesi etkili. Anne Nora, oğlu Giorgio’ya biraz daha şefkatli olsa da kızını neredeyse bir rakip ve baba Joyce’un işini yürütmesine engel görüyor. Baba James Joyce içinse kızı Lucia, “ilham kaynağı” olarak hep yanında olması gereken biri. Başka bir iş yapmasına gerek olmadığı gibi geleceğini kendine göre belirlemesine de izin yok. Lucia annesinin baskısı, babasının aşırı müsamahası arasında kalıyor ve kişiliğini bulamıyor. Tabii hastalığın nedenleri arasında çocukluk çağlarından gelen, bastırılıp unutulmaya çalışılmış olaylar, anılar da var. Ulysses’le büyük başarı kazanan Joyce yeni romanına çalışmaktadır. Görme yetisi oldukça azaldığı için hayranları kendisine gönüllü olarak yardım etmekte, sekreterlik yapmaktadır. Bu sekreterlerden biri de genç Samuel Beckett olacaktır. Lucia sık sık evde karşılaştığı Beckett’e ilgi duyar, bu ilgisi de karşılıksız kalmaz. İki genç flört etmeye başlar. Lucia’nın tek hayali bir an önce evlenerek annebaba baskısından kurtulup gönlünce bir hayat yaşamak, dans etmeye devam etmektir. Beckett de evlilik için en uygun aday gibi görünmektedir. On sekiz aylık ilişki, Beckett’in yalnızca babasıyla ve yazılarıyla ilgilendiği cevabı ile noktalanır. Samuel Beckett’le ilişkisinin kopmasından bir yıl sonra, 1930’da Lucia, zihinsel hastalık belirtileri göstermeye başlar. Danstan koparılması, Beckett’le ilişkisini izleyen ve biri nişanla sonuçlanan ilişkilerinin de hüsranla bitmesinin hastalığını tetiklediği anlaşılıyor. BELGESEL ROMAN 1934’de psikanaliz uzmanı Carl Gustav Jung’un hastası olarak görüyoruz Lucia’yı. Lucia, anılarını yazıyor. Jung’un kanısı tedavinin başarıya ulaşması için baba James Joyce’un kızından uzaklaşması gerektiği. Ama James Joyce söz verse de Zürih’i terk etmez. Gizlice kızıyla buluşmaya devam eder. Yazmaya koyulduğu Finnegans Wake’in de ilham kaynağı kızıdır ve ondan hiç uzaklaşmak istemez. Hasta olduğunu da kabullenmez. Onlarca doktor değiştirilir, çeşitli kentlerde hastanalere yatar Lucia. Doktorlar ya hiç teşhis koyamaz ya da farklı sonuçlara varır. 1930’ların ortalarında ise şizofren teşhisi konur genç kadına. Çeşitli hastanelerde yattıktan sonra 1951’de, Northampton’daki St. Andrew Sağlık Merkezi’ne nakledilir ve burada 1982’deki ölümüne kadar kalır. Samuel Beckett’in başlığa aldığım “Lucia denen köz, önce parladı, sonra söndü” cümlesi bu trajik yaşamı bir nebze ifade ediyor. Annabel Abbs’in kaleme aldığı Joyce’un Kızı, belge ve bilgilerin yazarın katkısıyla bütünleştirilmesine dayanıyor. James Joyce’un, hatta anne Nora’nın yaşam öyküleri ayrıntılı olarak bilinse de Lucia’dan geriye bir şey bırakılmamış. Başta Beckett’e olmak üzere mektupları imha edilmiş. Annabel Abbs, romanı Lucia’nın ağzından, onun bakış açısıyla yazmış. Joyce’un Kızı iyi çalışılmış bir roman. “Belgesel roman” mı, “tarihî roman” mı, ne demek gerekir bilmiyorum ama verdiği bilgilerin çoğunun belgelere dayanması “belgesel” roman olduğunu düşündürüyor. Lucia’nın tüm yaşamöyküsünün bilinmemesi de yazara kolaylıklar sağlamış, edebi yanı güçlendirmiş. Çünkü bu tip romanların en büyük zaafı gerçekliğe bağlı kalma kaygısıyla edebiyattan ödün vermesi olur. Abbs bunları aşmayı başarmış. Gerçekleri, belgeleri ve tabii James Joyce’u düşünmeden, bilmeden de okunabilecek etkileyici bir roman ortaya çıkarmış. n 12 16 Şubat 2017 KItap