26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

WERNER HERZOG’DAN “BUZDA YÜRÜYÜŞ: MÜNİHPARİS” Herzog’un ‘hac’ yolculuğu Yönetmen Werner Herzog, sinema eleştirmeni Lotte Eisner’in hastalandığını duyup Kasım 1974’te, Münih’ten Paris’e doğru yola çıkar. İki kent arasında yürüyerek gerçekleştireceği bu yolculuğun Eisner’i ölümden kurtaracağına inanır. İşte “Buzda Yürüyüş: MünihParis”, bu seyahatten doğan iç konuşma notları bir bakıma. DERYA ÇAKIR F ikirleri göz önüne alındığında Werner Herzog için “aşırılıkların yönetmeni” diyebiliriz. Onun Almanya’dan California’ya gidişi, söz konusu aşırı uçlarda gezinme halini destekledi. Her şeyi yerinde görme merakının bunda önemli rol oynadığını söyleyebiliriz. Herzog, California için “inanılmaz ve her şeyin hakiki olduğu bir bölge” ve “burada yaşamak rüya gibi” demişti. İzleyenleri çarpan filmlerin yönetmeni olarak nam salan Herzog, vasata alıştırılan kitleye zaman zaman ağır geliyor. Özellikle onun belgesel filmleri için geçerli bu durum, çünkü her daim insanla ilgileniyor ve gerçekliği gözlemleyip bunu çekmekle yetinmiyor, asıl yaptığı şey, var olan sınırı veya genel geçer bakışı aşmaya uğraşmak. Filmleri, gerçekliği baştan oluşturmasıyla da öne çıkıyor. Dolayısıyla Herzog, ezbere iş yapmıyor, öğretilenlere isyan bayrağı açarak hazır malzemeyle yetinmek yerine kendi yolunu oluşturuyor. Herzog’un tarzını belirleyen bir başka şey, etkilendiği Ortaçağ sanatı. Hans Günter Pfaum, Herzog’un filmlerinde izlerine çokça rastlanan bu özelliğin, çalışmalarını Hollywood dramaturjisinden farklılaştırıp “daha yavaş kurgusuyla güncel montaj kalıplarından ayırdığını” söylüyor. Pfaum, Herzog’un yapıtlarındaki ortak noktaları ise şöyle özetliyor: “Yaratılış ve kıyamet, dilin başlangıcı ve sonu, savaşçılar ve failler, yükseliş ve düşüş...” Pfaum’un bu belirlemeleri, Herzog’un hem mistik yönüne hem de gerçeğin karanlık yüzünü ortaya koyan tarafına göndermede bulunuyor. Herzog, filmleriyle çoğu zaman anlamaktan çekindiğimiz bir dilin çevirmenliğine soyunuyor. Herzog’un söylemi, herkesin bir gün öleceği dünyada olup bitenleri ele almasıyla anlam buluyor. Yeryüzünü kaplayan çılgınlığı bilmesiyle beraber, gizin kapılarını zorlayan Herzog, düzenle kaos arasındaki ilişkiye veya kopukluğa da kafa yorup onlara kendi çılgınlığını da ekliyor. İşte tam bu noktada asıl konumuza geliyoruz; 1974’ün Kasımı’nda eleştirmen arkadaşı Lotte Eisner’in Paris’te hastalandığını öğrenir öğrenmez onu ölümden kurtarmanın yolunun uzun bir yürüyüşten geçtiğini düşünür ve Münih’ten Paris’e doğru hareketlenir. Yolculuğa hem bir yönetmen hem de sıradan bir insan olarak çıkar; Buzda Yürüyüş: MünihParis de böylece Herzog’un bu zorlu seyahatte kendisiyle yaptığı konuşmaların kâğıda dökülmüş hali olarak okura ulaşır. “DÜNYA SİNEMASININ VİCDANI” İÇİN Aslında Herzog, “Hac” dediği bu yolculukta tuttuğu notları, kendisinden başka kimse için kaleme almadığını belirtiyor. 1978’de, yani yolculuğundan tam dört yıl sonra yayımlanan bu kitap, en başta onu tedirgin etmiş. Çünkü cümlelerin çoğunun özel olduğuna inandığından ve hatırı sayılır bir kısmını tırpanladığından, bu karalamaların anlamsızlaşacağına inandığı bu notlardan oluşan kitap, yirminci yüzyılın en ilginç metinlerinden biri olarak anılmış. Herzog, “dünya sinemasının vicdanı” dediği Eisner için çıktığı bu yolculukta, onun güç verdiği ve alt yapısını kurduğu Yeni Alman Sineması’nı nasıl şekillendirdiğini bol bol düşünmüş. Bu nedenle Eisner’e doğru giderken “Kararlı adımlarımızın altında yer sallanıyor” demiş. Herzog’a göre her türlü övgüyü hak eden Eisner, “Sinema tarihi Almanya’daki siz genç yönetmenlerin pes etmesine izin vermeyecektir” diyor. Böylece o dönemin genç yönetmenlerini meşru kılıyor. Hitler’in iktidara geldiği gün Almanya’yı terk eden Eisner, Herzog ve tayfası için zamanla bir efsaneye dönüşüyor. Beri yandan, eleştirileriyle sinemanın kâşifi ve arkeoloğu olarak niteleniyor. Yani o, Herzog’dan yıllar önce sadece bir bavulla yola koyulup maceraya atılıyor. O macerada, filmlerin kaybolmaması için canla başla çalışıyor. Bunlardan dolayı, Herzog’un çıktığı “Hac yolculuğu” zorlu ama bir o kadar da anlamlı. Kitaptaki her satırda bunu görüyoruz. Herzog, yola düştüğü ilk andan itibaren kamera arkasından önüne geçişin zahmetli tarafının farkına varıyor. Bu, onun için bambaşka bir deneyim ya da yeni bir yaşam; yol uzun, amaç ise ulvî. Öte yandan, her adımını sanki bir film çekiyormuş gibi değerlendirip “İnsan yürürken fırlatıp atılmış birçok şeye rastlıyor” deyip kısa bir süre sonra da bazı insanları gerçek dışı gördüğünü not ediyor. Baktığımızda, Herzog’un yaptığı şeyin kendisi zaten çılgınca ve gerçek dışı. Bir kasabada gözüne ilişen haçtaki yazılar, yolculuğun özeti gibi âdeta: “Gece olmadan her şey kolaylıkla değişebilir, sabah olduğu halinden; bu topraklarda yaşadığım müddetçe ölüm tehlikesi daima var. Tanrım, sana İsa’nın kanıyla dua ediyorum: Sonumu hayır eyle. Zaman sonsuzluk vakti.” Herzog, soluklanmak için durduğunda hızla yürürken ve hatta uyurken bile zamanı kovalamanın güçlüğünün, üstüne ağır bir yük bindirdiğini hissediyor. Kendisine sorup durduğu “Lotte Eisner nasıl?” ya da “Acaba yeterince hızlı ilerliyor muyum?” soruları, bu baskının birer göstergesi. Yolculuğun en etkileyici sahnelerinden biri bu. HAKİKATİN GEZİNDİĞİ ORMAN Gördüğü bir sürü insana rağmen Herzog’un cebelleştiği türlü sorulardan biri de “Yalnızlık iyi midir?” Çıktığı yolculuk, dramatik bir yalnızlığın, yüce bir amacı gerçekleştirme çabası ve hem insanların arasında hem de onlardan uzak kalma eylemi. Kimi zaman karanlığın ve soğuğun gücünü kimi zaman da aydınlığın insanın üstüne gelen tarafını duyumsatan bir seyahat. Öylesine çıkmadığından daha da öğretici Herzog için. Bazen de yürüdüğünü unutup manzaraya kendini kaptırarak sükunete dalıyor. “Bu dünyayla hiç ilgisi olmayan bir mevsim” dediği sakin rüzgâra kapılıp gidiyor. Herzog’la beraber bizi gerçeğe döndüren soru ise tam bu ortama düşüveriyor: “Eisner’imiz hâlâ yaşıyor mu?” Herzog’un notları, yolda olma halini etraflıca anlatıyor. Bu bakımdan örnek bir metin. Issızlığın göbeğindeyken Herzog’un kafasındaki bin tane mesele yüzünden hayli kalabalık bir kitap bu; hem orman ve yolda tek başına hem de hayattaki bütün mevzuların arasında. Bir yanıyla fizik öbür yanıyla metafizik bir yolculuk: “Tabanlarım dünyanın merkezinde bulunan kor halindeki çekirdekten pişmiş halde. Bugün yalnızlık diğer günlerden daha ağır basıyor. Kendimle çift mantıklı bir ilişki geliştiriyorum. Yağmur, insanı kör bırakabilir.” Herzog, son sürat yola devam ederken büyüsüne kapıldığı ormanda hakikatin gezindiğini söylüyor kendisine. Pisliklerini saklayan ve şişman insanların yaşadığı büyük şehirlerden uzaktayken ormanın dinginliği zihnini ele geçiriyor. Aslında tüm yolculuğun Herzog’a hatırlattığı şey bu; türlü sıkıntılar ve zorluklara karşın müthiş bir dinginlik ve gözlem. Buzda Yürüyüş: MünihParis, salt bir seyahat kitabı değil. Aynı zamanda küçük bir an için gerçekleşen çılgınca bir serüven; hem Herzog’un dışında hem de içinde günlerce süren bir macera: Her ne kadar ayağı yere bassa da ruhunu uçuran bir konuşma. Buradan bakınca gerçekleştirdiği yolculuk, Herzog’un en derin filmlerinin başında geliyor belki de. Ölümü, yaşamı ve dünyada olup biten ne varsa hepsini tek potada erittiği bir metin. n Buzda Yürüyüş: MünihParis/ Werner Herzog/ Çeviren: Ali Bolcakan/ Jaguar Kitap/ 106 s. 12 24 Mart 2016 KITAP
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear