Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Albert Camus’nün oyunları toplu halde yayımlandı Camus’nün tiyatrosu Romanlar, denemeler ve anlatılar kaleme alan Albert Camus’nün öbür yapıtlarından daha çok önem verdiğini söylediği tiyatro oyunları, yayımlanıp sahnelendiği dönemde edebiyat çevrelerinde çok tartışılmıştı. Camus oyunlarında, diğer çalışmalarında olduğu gibi insanın yanında saf tutup zamanının eleştirisini yapmıştı. “Asturya’da İsyan”, “Caligula”, “Sıkıyönetim”, “Yanlışlık” ve “Adiller” tüm bunları bir arada veriyor. r Ali BULUNMAZ omanlarıyla ve denemeleriyle edebiyat tarihinde haklı bir şöhrete ulaşan Albert Camus’nün gölgede kalan, daha doğrusu kendisinin beklediği kadar ilgi görmeyen yapıtları tiyatro oyunlarıydı. Oysa 1935’te, daha sonradan “Ekip Tiyatrosu” adını alacak olan ve işçilere iyi oyunlar sunabilmeyi amaçlayan “İş Tiyatrosu”nu kurduğunda, sahne tozunu yutmaya başlamıştı bile. Oyunları da bu dönemde oluşurken temsillerde sergilenen başka başka eserlerin yönetmenliğine de soyunmuştu. Aslında bu ilk örnekler bile Camus için tiyatronun ne denli önemli olduğunu gösteriyor. Fakat konunun derinlerine indikçe her şey daha da berraklaşıyor. R eden asker ve onlara yardım eden kimi işbirlikçiler, bunun üzerine silahlı çatışmaya giren, muhafazakârlar tarafından “barbar” olarak adlandırılan halk cephesi ve İspanya’yı saran Falanj, yaklaşan iç savaşı haber veriyor. Bu ortam, öldürmenin nasıl “haklı” çıkarılmaya uğraşıldığını ve gerçekten haklı bir mücadele yürütenlerin varlığını resmediyor. Seçim sandığının demokrasinin kalbi olduğunu ama sandıktan her zaman demokratik bir rejim çıkmadığını da hatırlatıyor. Camus’nün “absurde” felsefesi dönemine denk gelen Asturya’da İsyan, “biz” ya da birliktelik vurgusuyla ve cinayete karşı çıkma anlamında, başkaldırı felsefesinin habercisi bir taraftan da. Camus’nün belki de en bilindik oyunu Caligula, Asturya’da İsyan’ı takip eden yıllarda, 1938’de yayımlanıp sahnelenir. Tarihi kahraman Caligula, “absurde” fikrini ortaya çıkaran ve her an karşımızda belirebilecek ölüm düşüncesinin pençesinde. Böylece her şeyin anlamını yitirdiğini sanan Caligula, dünyanın dayanılmazlığından dem vurarak “İnsanlar ölür ve mutlu değildir” der. Böylece saçmayı kavrayan bilinç, yaşamı ve ölümü aynı anda düşünür. Yani varlık ve hiçlik, Caligula’nın temsil ettiği insanın üstüne beraberce gelir. Caligula oyunu, Camus’nün “absurde” felsefesini enikonu şekillendirdiği, “evet” ile “hayır” gibi temel yaşam çelişkilerini bir bütün olarak algıladığını hissettirir. YASAYA DÖNEN SUÇ, SUÇ DEĞİLDİR! Caligula, “absurde” olmasının yanında trajik bir kahraman; aynı Yanlışlık adlı oyundaki Jan ve Martha’yla anneleri gibi. Martha ve annesi, zengin ve mutlu olmak amacıyla işlettiği otele gelen müşterileri öldürerek paralarını alır ve yoksulluğa isyan eder. Yine bol para kazanmak için yıllar önce başka bir ülkeye giden Martha’nın kardeşi Jan, memleketine döner, annesi ve kardeşine kendini tanıtmaz. Onlar da Jan’ı çıkaramaz. Bir gece annesi ve Martha tarafından öldürülür. Otelin uşağı, Jan’ın pasaportunu Martha’ya verir ve annesi, öldürdüğünün kendi oğlu olduğunu öğrenince intihar eder. Martha ise bu yanlışlık üzerine Tanrı’ya serzenişte bulunur. Burada ne Martha’nın ne de annesinin isteği gerçekleşir. Dolayısıyla “absurde”, Camus tarafından bu üç insanın kişiliği ve eylemlerinde trajediyle birleştirilir. Ancak gerek Caligula gerek Yanlışlık’taki kahramanlar, “absurde”ü yaşamayı ve trajediyi seçmez, onlar her ikisiyle de yüzleşir. Camus bu yüzden hem trajik hem de “absurde” olan kahramanlar içindeki esas oğlanı yani Sisifos’u ayrı bir yere koyar. Camus, Caligula ve Yanlışlık’tan sonra, tıpkı diğer kitaplarında olduğu gibi başkaldırı felsefesine doğru yola koyulur. Tiyatro oyunlarında ise bunu Sıkıyönetim müjdeler. 1948’de yayımlanan Sıkıyönetim de Asturya’da İsyan gibi İspanya’da geçer. Kadim lanet vebanın yayılmaya başlaması, sessizlik ve hareketsizlikten yana ahali arasında paniğe yol açar. Papaz’ın iman çağrısı Cadiz’de yankılanır, üstlerinden geçen kuyrukluyıldız ise felakete yorulur. Diego ve Victoria’nın büyük aşkı da veba yüzünden kesintiye uğrar. Korku, onur ve ölüm gerçeği herkes gibi ikisini de sıkıştırdığı dönemde K İ T A P S A Y I 1308 1930’lardan 1950’lere kadar kaleme aldığı oyunlar, Camus’nün çağını yorumlayışının yanında, bir gelecek öngörüsünü ve evrensel değerlere sahip çıkışını da yansıtıyor. SAÇMAYI KAVRAYAN BİLİNÇ Ölümünden beş yıl sonra, 1965’te, Gallimard tarafından yayımlanan Sanatçının Yaşamı adlı iki perdelik oyunu ya da mimodramı, Camus’nün en küçük ayrıntıları ve büyük bir sorun olan ölümü, nasıl sade biçimde sahneleyebildiğinin kanıtı. Bu bize Camus’nün tiyatroya yaklaşımını göstermesi açısından önemli. Mimodramdaki ressamın, kısa ve mutlu hayatları sonunda ölü eşinin yüzünü tuvale aktarması, hem zorlayıcı bir işin üstesinden gelişi hem de yaşamın devam ettiğini ortaya koyuyor. İkisi arasındaki gerilim ve çelişki, ressamın Camus tarafından bize açılmayan tablosuna işleniyor. Bu küçük metinden anlamamız gereken, Camus’nün tiyatro veya tiyatrovari metinleriyle sahnediyalogolay örgüsünü kurgulama niyeti. O niyet ise sahne ve sahnelenecek metnin, Camus için hayata daha yakın durduğunu sezdiriyor. Tabii yalnızca bu bahsedilen değil, öbür oyunları da benzer bir yapıda. Camus, 1938’e değin İş Tiyatrosu’nda bazı temsillerde görev alıp 1936’da S A Y F A 8 n 1 2 Asturya’da İsyan’ı yazdığında oyunun sahneleneceği yer de belliydi. Camus, Asturya’da İsyan’da yoksunluğa karşı bir savaşımı anlatırken İkinci Dünya Savaşı da yaklaşıyordu. Yazarın o dönemde bağlı olduğu siyasal hareket ve birliktelik vurgusu oyunda önemli bir yer kaplıyor. Bu birlikteliğin belirgin tarafı başrolün seyirciye verilmesi. Tüm cellat ve kurbanlar, seyirciyi harekete geçiren Camus’nün çabasıyla yıkılmak isteniyor. Oyunun yazılıp sahnelendiği yıllara dikkat edilirse koca bir tarihin herkesin üstüne geldiği görülüyor. Tabii Franco işbaşına gelince hayal kırıklığına uğrayan ve 1952’de Franco İspanyası’nın, görevli olduğu UNESCO’ya kabul edilmesiyle kurumdaki görevinden istifa ederek tavırını koyan Camus’nün, İspanya sevgisinden ve oradaki halk hareketine duyduğu saygıdan izler de taşıyor Asturya’da İsyan. Oyunda, madencilerin silahlanıp ayaklandığı ve Katalunya’nın başkaldırdığı İspanya’daki sefalet ortamı keskin radyo anonslarıyla sık sık yankılanır. Camus’nün komünizmden daha çok gönül verdiği Anarkosendikalizm ve madencilerin yüzleştiği tehlike de oyunun bir başka yönü. Çan kulelerinden ateş M A R T 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T