Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
tap bütünlüğü içinde düşünüyorum. Öyle ki biraz ileri gidip “DAĞ” bölümünün şiirlerinde akış ve duygu, dağ grafiğini andırsın istedim ve bunu sanıyorum başardım da. Sakin ve uzak bir bakışla dağa yaklaşan bir göz, içindeki umutla bir irtifa kazanıp, giderek o dağın acısını yüreğinde duyup acısını avutan kucağına kendini bırakır. Dağ gibi yükselen bir merak ve tutku yerini zirveden inerken acıya ve kabullenişe bırakır. Kelimeyi cümle içinde bu kadar kullandıktan sonra sormamak olmaz. “Dağ” çok güçlü bir imge olarak karşımıza çıkıyor şiirlerinizde: Acı, umut, özlem, feryat, sırdaş, yoldaş, kardeş... Zengin bir anlam yumağı açıkçası. Nasıl bir geçmiş ve gelecek umudu besliyor bir kelimeye bunca anlamı yüklemeyi? Kâinatla ilk karşılaştığımız yerin manzarası kainatı anlamamız için bir hazinedir. Aslında bilinç dediğimiz şeyin altı da üstü de o hazineden beslenir. Gözünüzü ilk açtığınız yuvada var olan sesler, renkler, rüzgâr, ışık, tepeler, dağ, nehir okyanus... Hepsi kaynaktaki sebebe varmak için birer aracı. Dağ kelimesi de benim kâinata dair cevaplarını aradığım mekânlardan biri. Bilincimi harekete geçiren verimli bir kütle. İnsanlığın büyük ortak hikâyesinde, mitolojik boyutuyla da her daim sonsuz çağrışıma elverişli bir kelime dağ. Bir isim değil, varlık! “ZAMAN BENDE SONSUZLUK İÇİNDE BİR AN’DAN İBARET” Şiirlerinizin belki açık seçik politize halleri yok sizin de isteyeceğinizi sanmıyorum böyle bir durumu ama bir dertleri olduğu açık. Bu derdi anlatmak ister misiniz biraz? Aslında “politik” kavramını yeniden düşünmemiz gerekiyor. Şiirimde doğrudan politik terminoloji yok belki ama son derece politik bir şiir yazıyorum. Nihayetinde meselesi olan bir şiir yazmayı deniyorum. Politik olan, politik terminolojiyle değil, dönüştüren özgün olan yanıyla tartılmalı. Ruhlarımızda, kalplerimizde dönüşüm yaratan, bizde aşkınlık yaratan, “böyle de olabilirmiş” duygusu veren sanat politik sanattır. Bazen çok politik görünüp devasa sloganlara sığınıp apolitik olabilirsiniz. Bu sanatta son derece tehlikeli ve gizli bir girdaptır. Kitleleri kontrol etmenin yolu, onların kof duygusal sloganlarla gazını almaktır. Halbuki asıl dönüştürücü, yenileyici olan özgün/ benzersiz iddiasını taşıyandır. Bu nedenle ben bir yeri ve o yerin insanını anlatırken, var oluşa dair soruyu en başa sarıp oradan sorma ihtiyacı duyuyorum hep. Varlık yokluk sorusu, ölümlü oluş, zaman, sonsuzluk sorusunun cevabı insan var olduğu sürece hep aranacaktır. Böyleyse eğer dert biter mi? Bu paralelde zamanla ilişkinizi de konuşmak isterim. Kavramdan öte bir algılayış sizin şiirinizde... Benim zaman algım en erken yaşlarıma gittiğimde de hep bir sonsuzluk/ zamansızlık kavramı etrafında şekilleniyor. Çocukken evimizin günbatımına bakan balkonundan gördüğüm mezarlığa bakarken, başımı kaldırıp yıldızlara döner ve arada duran varlığımın bana fısıldadığı hislerle insan oluşuma bir cevap arardım. Canetti’nin çok sevdiğim bir sözü var: “Sonsuzlukta her şey başlangıçtır,” der. Kök kavramına bu kadar tutkuyla bağlı oluşum belki de C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I sonsuzluğun bende uyandırdığı o erken sorular sebebiyledir. Zaman bende hep sonsuzluk içinde bir an’dan ibaretti ve hâlâ öyle. Şiir ancak o anda varolabiliyor çünkü. Çünkü şiirin zamanı da o! Ve insanlığımız adına kaybolmayacak tüm değerleri var eden de o andır sadece. Ben dünyadaki zamana alışmakta zorlanıyorum. Öyle ki bazen yılları bile kaçırdığım oluyor. Saat kullanmıyorum. Takvime mecbur olmadığım zamanlar dışında hiç bağlı değilim. Kâinatın, kalbin zamanını duyan biri olmaya gayret ediyorum. Zaman bende mekânı da olan bir hacme sahip. Evet, organik ve gerçek bir duyumun alanında var oluyor zaman. Tene değiyor. Çocuklukta, aşkta, büyük dönüşümlerin eşiğinde zaman iner ve yüreğe yerleşir. İşte o inmiş ve mekân olmuş zamanda var oluyor şiir ve yaşadığımı en fazla o anlarda hissediyorum. “HAFIZANIN İPİNE SIMSIKI TUTUNMAK DIŞINDA ÇAREMİZ OLSAYDI KEŞKE” İnsanın en büyük cezası diyebileceğimiz “hatırlamak” nasıl besledi peki bu şiirleri? Çünkü baktığımızda hafıza, art alanda dolaşan bir karakter adeta şiirlerin arasında... “Unutmak değil hatırlamak yükü bizdeki” diyor Şeyhim şiiri. Evet hafızada taşınanın yükü insan oluşa dair tutunulacak en güçlü kaide ise başka neyimiz var ki zaten. Her şeyin bu kadar örselendiği, parçalandığı bir dünyada hatırada taşıdığımız tamlığa şiir gönderme yapar hep. “Ey insan!” der şiir, “sen yaşadın, bu dünyanın kederini duydun, acıtıldın, yok edildin ama rüzgârın da, taşın da hafızasında senin varlığın kayıtlı. Yeryüzü şahittir senin varlığına.” Bunu dedirten şiirdir. Bunca görmezden gelinmiş, yok edilmeye çalışılmış bir toplumun, coğrafyanın insanı olarak hafızanın ipine sımsıkı tutunmak dışında çaremiz olsaydı keşke. Çünkü ancak hatıranın çocukluktaki saflık ve güven gibi insanı sarmalayan bütünlüğünde var olduğumuzu, insan olduğumuzu ve bu dünyaya geçerken acıdan da olsa bir iz bıraktığımızı söylemek mümkün. Şöyle bir söz vardır hani: “Yazar, her yazdığıyla aslında aynı büyük kitabın anaforunda dalgalanır ve hep o kitabı besler.” Sizin şiiriniz için de geçerli mi bu? Chagall, “Herkes doğduğu odayı anlatır,” der! Evet aslında en nihayetinde hepimiz içinde varlık bulduğumuz doğayı, evi, anneyi, kâinatı anlamakla yükümlüyüz. O anlamı yeniden üretmekle... Kimisi bunu marangozlukla yapar, kimi resim çizer, kimi şiir yazar. Bizim ölümlü oluşa verdiğimiz bir cevaptır hepsi. Zamanı kendimiz için sonsuz kılmayı başarma hayalinin peşinde bir yere takılır kalırız. Benim takıldığım yer dil oldu. Sözcükler aracılığı ile dünya yükünü hafifletmeye çalıştım ama zaman geçtikçe dilin daha da sadeleşebildiğini görmek, az olanla anlatabilmek içinde büyük mucize barındırıyor gibi geldi bana. Bana mutluluk veren tek şey bu. Kelimeyi azaltmak ve kâinatın sonsuzluğunda en derine gitmek. O gidişin bir sınırı var mı sanmam hiç! n erayak@cumhuriyet.com.tr Son Dağ/ Bejan Matur/ Everest Yayınları/ 144 s. 1308 1 2 M A R T 2 0 1 5 n S A Y F A 1 9