Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Bejan Matur’un yeni şiirleri: “Son Dağ” ‘Dağ bir isim değil, varlık!’ Fotoğraflar: Vedat ARIK ve yayıma ancak ondan sonra hazırladım. Hikâyenin yaşandığı toprağa basmak, insanların gözlerinin içine bakmak, nefeslerini, acılarını duymak kalbinizde hayatın bağladığını zannetiğiniz düğümleri açıyor. Böylece sanırım ilk şiirlerimde daha kapalı söylediğim, benim için de dili katmanlı kurulan bazı metaforları kitapta biraz açmıştım. Şiirlerimi İbraniceye çeviren tarihçi Ofra Bengio; “Dağın Ardına Bakmak kitabını okuduktan sonra şiirini daha iyi anladım” demişti. Ofra’nın bu söylediği üzerine düşündüm daha sonra. Sahiden öyle mi diye. Bir açıdan doğru ama eksik; dağın ardına bakarken gittiğim dağ, konuştuğum insanlar ve duyduğum hikâyeler, bana insanın tarihsel ve coğrafi bir özne olarak kederinin yoğunluğu ile ilgili daha büyük bir yük bindirdi. Evet acılar vardı, büyük kederleri sırtlamış insanlar yanıbaşımızdaydı ama bu büyük kederin var ettiği ağıda ben insan olarak nasıl kulak verebilirim, o kederi insanlığın büyük hikâyesi içinde nasıl bir bağlama oturtabilirim? Beni o kedere daha yakından kulak vermeye iten asıl dürtü buydu. Öyle olunca duyduğum, baktığım her şey insanın dünyadaki gelgeç varlığına bir ağıt haline geldi. Zaten ağıtta sözcükler kendi dilimize, dünyamıza yabancı düşürülmemizin acısı açığa çıkmıyor muydu? “KELİME BİLİYORUM SADECE” Şiirlerinizde de sonradan öğrenmiş bir zihinden öte, tüm varlığı ve hisleriyle yaşamış “bir ses”, “bir bilinç” duyuluyor zaten. Peki bu ses nasıl ulaşıyor size ve şiirlerinize? Modern hayatın paramparça ettiği bir algı dünyamız var. Şiir bizi o parçalanmadan koruyan, algıda tamlığa götüren en güçlü araç. Ruhun alanından seslenir çünkü. An’da var olur. Adeta bir zikir ayini gibi gelir ve sesiyle zihnimizin bütün boşluklarını kapatır. Kalbi ve zihni senkronize eder. Ben şiiri başlangıçta hep müzik olarak duyuyorum. Nota bilseydim, bir dağ yolunda yürürken duyduğum, içinde dolaştığım seslerin senfonisini yazardım belki ama kelime biliyorum sadece ve sesler imgeye dönüşüp deftere hizalanıyor. O sesin bana ulaşması ise çoğunlukla ben hareket halindeyken oluyor. Yürürken hissederim şiiri en çok. Seyahat ederken. Bir yerden başka bir yere giderken. Bu bağlamda şiirleri aynı çatı altında toplayan duygu ve ses bütünlüğünden bahsetmek istiyorum... Son Dağ kitabının şiirleri altı yılda yazıldı. Yaklaşık bir yıllık bir sürede elden geçirip, üzerinde bir elmas yontucusu gibi çalıştım. Bir heykeltıraş gibi eksilterek, cümleyi yontarak. Ben şiirde ekleme yapmıyorum pek. Çok az yerde vardır eklediğim. Benim şiirim bir vazgeçiş ve bağlanma tutkusunun sarkacında gidip geliyor hep. Öyle yerler oluyor ki tek harfi eksilse sanki dünya elimden alınmış olacak ya da tek hece eklense tüm şiiri, hatta kitabı yıkacakmışım hissine kapıldığım oluyor. Şiirlerin sıralamasını nasıl yaptığım ise ancak dans tiyatrosu dili ile anlatılabilir. Tekrar tekrar beyaz kâğıtlara azaltılarak, inceltilerek geçirilen şiirleri ilk önce temalarına göre ayırıp sonra sıralamalarını yaptım. Sıralama yaparken de sadece tema değil duygu akışına, ses akışına özen göstermeye çalıştım çünkü şiiri hep bir kiK İ T A P S A Y I 1 3 0 8 Bejan Matur’un, son altı yıllık süreçte yazdığı şiirlerinden oluşan kitabı “Son Dağ” yayımlandı. Matur’un bir elmas yontucusu gibi çalışıp heykeltıraş titizliği ile eksilterek noktaladığı şiirler “Son Dağ”da bir araya gelenler. Şairle, güçlü dağ imgesinin bin türlü anlamıyla bütünlüğünü bulan kitabını konuştuk. r Eray AK eni şiir toplamınız Son Dağ’a gelmeden, “dağın ardına” bakmak isterim. Dağın Ardına Bakmak’ta o güne kadar bizler için çok çok uzak bir ülkeden insanlar ve onların hikâyelerini taşımıştınız dünyamıza. O hikâyeler, sizin yeni okuduğumuz şiirlerinizin dünyasını yaratmada nasıl etki etti ya da etti mi? Aslında başından itibaren aynı uzak yerden “ses veren” bir şiir yazıyorum. Mehmet H. Doğan İzmir’de ilk kitabıma ödül verilirken yaptığı konuşmada “Bu şiirin kökü nereden geliyor diye Türkçe şiirin ustalarına baktım. Nâzım’a gittim değil, Cemal Süreya değil...” dedikten sonra dönüp bana sormuştu: “O halde şairi söylesin. Bu şiirin kökü neresidir?” diye. Ben o zaman daha ilk kitabını yayımlamış genç bir şair olarak şöyle cevap vermiştim: “Şiirlerimin bir ustası olmadı fakat bir kök aranacaksa doğduğum coğrafyaya, Y o coğrafyanın tarih içinde taşıdığı kedere bakılabilir,” demiştim. Orada dilsiz bırakılmış bir toplumun içinde doğmuştum. Sadece dil değil maneviyat örgütlenmesi açısından da Alevi oldukları için kendilerini epeyce kıyıda hisseden insanlardı onlar. Kenardalardı. Elbette sadece onların değil, tarih boyunca o topraklardan gelip geçen bütün kavimlerin acısını taşıyan bir rüzgâr esiyordu dağlardan. Çocukluğumun Maraş olayları, Ermeni tarihine farklı bakmaya götürüyordu beni. Sonrasında, doksanlarda acı evimizin içine düştü. Yakınlarımızı, sevdiklerimizi kaybettik. Tüm o kayıpların ve kederin izi, dile bir yerde sızıyor. Dağın Ardına Bakmak, o sızının neticesinde var oldu. Başkalarının bilmediği için anlamakta zorluk çektikleri bir dünyadan gelen biri olarak içerden bakmayı, yürekleri açıp bakmayı denedim. Öyle de oldu. Kitap çok okundu, çok konuşuldu, hâlâ konuşuluyor. Tabii insan yaş ve yol aldıkça dil de yatağını daha derinden akıtıyor. Gerçekte olana, yüreğinizin en derininde olana yaklaşma, onu anlama derdiyle söze başlıyorsunuz. Kelime harfe bükülüyor, harf olmak istiyor, ilk elementi neyse o olmak istiyor. Dağın ardına bakarken zaten bildiğim bir dünyanın çıplak acısına dokunmayı denemiştim. Bildiğim ama anlatmaya çok da cesaret edemediğim bir dünyanın hikâyesiydi o. Ağırdı, can yakıyordu. Kitabın hikâyelerini kaydederken günlerce ağladığımı bilirim. Sonrasında İstanbul’a döndüğümde hayatımda ilk defa depresyona girdim. Dinlediklerim çok ağırdı ve bir yerde gücüm tükendi. Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra ancak toparlayabildim Her şeyin bu kadar örselendiği, parçalandığı bir dünyada hatırada taşıdığımız tamlığa şiir gönderme yapar hep. S A Y F A 1 8 n 1 2 M A R T 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T