22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

çok başarılı birer dönüştürümüdür, ancak dıştan bakışla yapılandırılmış yapıtlardır yine de. Köy Enstitülü kuşak da, içerden bakışla, ama böylesi verimlerle taçlandırabilirdi yazınımızı. “KENT KÖKENLİ KAVRAYIŞ YAZINIMIZDA EGEMENLİĞİNİ SÜRDÜRDÜ” Bugün için ne dersiniz? Günümüzde bu bağlamda dikkat çekici adlar arasında anabileceğim Latife Tekin, Hasan Ali Toptaş, Hasan Özkılıç, Faruk Duman, Berna Durmaz gibi görece genç kuşak yazarları, kırsalın soyutlayımıyla dönüştürümünde çok daha önceden yüksek bir düzey yakalayabilir, bugünkü başarıya nice önceden varabilirdi herhalde… Bu, yaklaşık yirmi yıllık gecikmeyle 1980’lerde çıkabildi ancak ortaya. 1950’nin baskıcı dönemi nasıl düzeyli bir yazın armağan ettiyse, 1980 dönemi de bu bağlamda yazınımızın kendine dönerek toparlanmasına yol açtı bana göre. Sonuçta sözlü geleneğin dikkate alınmadığı kent kökenli bir yazınsal kavrayış yazınımızda egemenliğini sürdürdü hep. Bu kuşak üyeleri, kentlerde edebiyat matineleriyle mahfillerin açılımında etkin oldular. Onat Kutlar, evet bir sinema eylemcisiydi, öteki şairler, yazarlar da 1960 gençlik eylemlerinin ateşleyicileri arasındaydı kuşkusuz, ama bu kuşakların soldaki devrimci niteliği Kemal Özer, Erdal Öz, Adnan Özyalçıner gibi şairler, yazarlar tarafından daha sonra geliştirildi. Oysa Köy Enstitülü kuşak zaten baştan muhalifti, baştan isyancıydı. Ama biz ne yaptık? Kırsaldan gelen Köy Enstitülü kuşağı, üstelik “Köylü” diye alay ederek küçümsedik. Onlar da yerliliklerini görece yitirip zaman zaman yerelleştiler, böylece yoksullaştılar da. Sanki eylemci, örgütçü, görevci yazarlar kuşağı olarak kaldılar. Ama bu nitelikleri ölçü alındığında da yine değerbilmezliğimiz sürüyor bence. Nasıl bir değerbilmezlik bu? Bugün örneğin Sivas’taki kıyımda mücadeleci tutumlarıyla unutulmaz fotoğraf oluşturan şairlerimiz, yazarlarımız üzerinde sıklıkla duruluyor da yıllar önce Kayseri’de içi öğretmenle dolu olduğu halde, tıpkı Madımak’taki gibi saldırganlarca yakılmak istenen sinema salonunun kapısında Fakir Baykurt’un kıyımcılar karşısında mücadelesi anımsanmıyor nedense. Kendi payıma bugü ne dek gerek Sivas kıyımına gerekse bu kıyımda yitirdiklerimize dönük pek çok yazı yayımladım da Fakir Baykurt için bugüne dek tek bir yazı olsun kaleme almış değilim. Oysa 1968 gençlik yükselişinin Anadolu damarını besleyenler de bu yazarlar, bu kuşaktan öğretmenler oldu. Bütün bunların ardından şunu öne sürmekte en küçük tereddüt göstermem: Türkiye’deki devrimci yükselişte Köy Enstitülü kuşak yazıncıları büyük paya sahiptir. Ödül meselesine geri dönmek istiyorum, son zamanlarda nabzı iyice yükselen edebiyat ödülleri polemiği var… Siz ne düşünüyorsunuz? Fakir Baykurt’a 1958’de Yılanların Öcü, Yusuf Atılgan’a Aylak Adam ile verilen Yunus Nadi roman ödülünün yankıları anımsanırsa ödülün verildiği tarihin koşullarıyla yapıt arasındaki örtüşmeyi görmemek için kör olmalı insan. Aynı şekilde on yıl sonra bu kez Kemal Tahir’in, Yorgun Savaşçı ile ülkemizin bu en köklü armağan/ ödül kurumu tarafından ödüllendirilmiş olması da rastlantı değil o halde. Ancak bu olgunun üzerinden altmış yıl geçtikten sonra ödüllendirmenin, tıpkı cumhuriyetimiz gibi erozyona uğradığı görülüyor. Artık öyle oldu ki ödüller yankı yaratmaya değil, dedikodulara yol açıyor sürekli. Seçiciler kurulları da ödül için çok iyi gerekçeler kaleme alıyor doğrusu. Belki bunun da bir yararı vardır, bilemem, buna ileride bakmak gerekir, bugünlerde yaşanan dağdağayı aştıktan sonra… 1950 kuşağı yazarı Mutlu Varlık Tunçoku’nun da belleğinde işte ödül anlamında iz bırakanlar bunlar ya da bu tür yaklaşımlar olmalı, değil mi? O halde gelin ilkönce, yazarla yazarlık kurumunda yaşanan bu değişim üzerinde duralım, ne dersiniz? n sibelo@gmail.com Ömürdeğer/ M. Sadık Aslankara/ Can Yayınları/ 264 s. ‘Edebiyatın Sarayköy’deki eniştesi...’ r Eray AK azı yaşamında ellinci yılını doldurmasına bir yıldan az zaman kalmış bir isim Sadık Aslankara. Zamanlama açısından “denk geldi” belki ama Aslankara, ellinci yılına bir romanla giriyor. Yazarın yayımlanmış diğer yapıtlarında olduğu gibi son romanının adı da çağrışımlara, hayallere kapı aralar türden: Ömürdeğer. Adından da az çok kestirilebileceği gibi Aslankara’nın son romanı bir ömür sorgulaması. Her yazar yapıtlarına kendinden, kendi ömründen çok şey katar ama Ömürdeğer, Sadık Aslankara’nın kendi ömür sorgusu değil. Romanda bu ömür sorgusuna girişen, romanın başkarakteri Mutlu Varlık Tunçoku. Tanıdınız mı? Tanımazsınız. Tanıtayım. Aslankara’nın Ömürdeğer’deki kahramanı Mutlu Varlık Tunçoku, edebiyatımızın ünlü 50 Kuşağı’nın önemli görülen yazarlarından biri olarak çizilmiş. İlk öykü kitabı 60’larda, dönemin en önde gelen yayınevlerinden Varlık Yayınları’nca basılmış. Ses getirmiş, önemsenmiş, hatta o dönem için üne de kavuşmuş ancak sonrasında yönünü bir şekilde tiyatro yazarlığına çevirip önemli işlere imza atsa da unutulup gitmiş bir yazar. Tevellüt 1933. Şimdilerde 80’ine gelmiş. Bu yaşlanış, beraberinde bir dünya kırgınlık da getirmiş hâliyle. O da kendini “birada”da, yel değirmeninin yanında küçük bir eve kapatıp geri kalan ömrünü burada geçirmeye karar vermiş. Bu arada da hiç yazamadığı ama hep istediği, Suların Buluştuğu adını verdiği romanını yazma uğraşında. Sonuçta adlarını sık sık andığı çağdaşları Tahsin, Leylâ, Ferit ve Erdal romanlar yazarak edebiyatın köşetaşları hâline gelmiş. O ise bir öykü kitabının dışında oyun yazarlığında ilerleyerek bir köşede unutulup kalmış. Onu tek hatırlayan genç, bir başka yazar Selim. Yazın alanında yaşama veda C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1279 Y etmeden yapmak istediği son şey, işte bu romanını tamamlamak. Ancak bu unutulmuşluğun arasında öyle bir şey olur ki Mutlu Varlık Tunçoku kapandığı adasından bir süreliğine de olsa eski yaşamına, kent akışına çıkmak zorunda kalır. Şimdilerde adı Saraykent olan doğum yeri Sarayköy’de Sadık Aslankara’nın kahramanı Mutlu Varlık Tunçoku’nun adası, geniş Türkiye fotoğrafının bir oyunu sahnelenecektir. küçük ölçekte resmedilmiş hâli. Tunçoku’nu, hem birkaç çağdaşlık anlayışına... konuda fikrine başvurmak hem de oyunun yazarı olarak galaya katılması için kente davet ederler. Yazarımız da Mutlu Varlık rehberliğinde o yıllardan bugünlere bu daveti geri çevirmez ancak uzun bir zamanın ardındoğru ağır adımlarla ilerlemeye başladığımızda ise yadan karşılaştığı bu arsız yeni dünya, hiç de ona göre zarlık yılları, kurduğu ve yitirdiği dostlukları, yitirişolmayacaktır. Gerek yeni edebiyat ve tiyatro çevreleri lerle kendini yaşamdan soyutlayıp adaya atışı geliyor. gerekse de o buralarda değilken kurulmuş yeni yaşam Mutlu Varlık’ın ada zamanları, kahramanımızın bambaşkadır çünkü. Mutlu Varlık, kendini bu yeni içinde büyüttüğü hüzün ve bu hüznün nasıl yaşamın dünyada “edebiyatın Sarayköy’deki eniştesi” gibi hissetta kendisi olabildiğini göstermesinin yanında, roman meye başlar. Yabancı, alışamamış ve eski... açısından bir başka sosyal katmanın da aralanışı aynı Sorgulamaların, yalnızlıkların ve ötekilenmenlerin zamanda. Tunçoku’nun adada geçirdiği zaman için arasında bir yerlerden sürekli baş veren, romanın hübir aydının cahillik ve bayağılıkla imtihanı da diyebizün katmanının önemli bir kısmını sırtlayan garip bir liriz. Buna bağlı olarak da tuzu kuru “kalınların” ve aşk hikâyesi de var kahramanımızın ayrıca. Tunçoku’na düpedüz aymazlığın arasında kalmış yalnız bir aydıgençlik aşılayan, kulaklara o yaşta tekrardan kiraz astırnın bocalamalarını izliyoruz romanda. tan bir aşk bu... Ancak bu aşk bile kahramanımıza buTunçoku’nun adası, geniş Türkiye fotoğrafının güne dönme şansını vermez kolay kolay. Hatta geçmişe küçük ölçekte resmedilmiş hâli adeta. İnce bir alegodaha derin bağlarla gitmesine bile neden olur. Tam da riyle bunu derinden sezdiriyor Aslankara okuruna. bu yüzden Mutlu Varlık, bugününü geçmişin onun için Bu sezdirişle de kalmıyor ve zaman zaman güne dair hüzünlü gölgesinde yaşamaya mecbur kalır hep. sert eleştiriler kaleminin ucuna geliyor. Yaşama, seksen yaşın hüznüyle bakan yalnız bir aydının, ayak uyduramadığı kendi toplumunda “öteki” hâline gelişi “AYDIN” SIKINTISI de ada düzleminde bu küçük ölçekli Türkiye resmini Yukarıda anlatılanlar bağlamında, Ömürdeğer için tamamlıyor. iki ana düzlemden akan bir metin olduğunu söyleyeAslında klasik olarak niteleyebileceğimiz bir tablo biliriz: Tunçoku’nun geçmişi, anıları ve kırgınlıklarıyMutlu Varlık’la bize sunulan. Hatta, Türkiye’de ayla dolu ada günleri; ardılı ise kente tekrar adım attığı dınların klasik tabiriyle kaderi de diyebiliriz onun yave bunu yabancıladığı günler. Ancak her ne kadar iki şadıklarına. Sadık Aslankara, Mutlu Varlık’la Türkiye ana düzlemden meydana gelse de Ömürdeğer, dallaaçısından bu klasikleşmiş tabloyu edebiyata taşıyarak rını uzattığı dönemlerle içinde birçok duygu, tarih ve önemli bir “tip” yaratmış Ömürdeğer’de. Yazının sosyal katmanı de barındırıyor. başında Mutlu Varlık için “Tanımazsınız,” diyerek Cumhuriyetin onuncu yılına kadar uzanıyor Aslananlatmaya girişmiştim. Tunçoku’nu tanımıyorsunuz kara Mutlu Varlık’la. Kahramanımızın, adını doğdubelki ama biliyorsunuz. Aslankara, Ömürdeğer’de ğu yılın şerefine aldığı o günlere... O günlerle birlikte bildiğimiz bu insanın adını koymuş sadece.. çağdaşlaşmayı şekil olarak alan cumhuriyet savcısı bir Üstelik tüm bir dünya edebiyatını kapsayan gönbabayla ömür boyu bitmeyecek hesaplaşmasına, bu dermelerle yüklü, tertemiz bir dille... n kapsamda da Türkiye’nin hiç bitmeyecek dertlerinin e.erayak@gmail.com temellerine uzanıyoruz: Ne sinmiş ne sindirilmiş bir 2 1 A Ğ U S T O S 2 0 1 4 n S A Y F A 1 3
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear