Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Onur Öymen’den “Bir Propaganda Silahı Olarak Basın” Fotoğraf: Vedat ARIK ‘Baskı, özgürlük hareketini güçlendirir’ Onur Öymen “Bir Propaganda Silahı Olarak Basın”da, geçmişten bugüne, dünyada ve Türkiye’de liderlerin halkın gerçekleri öğrenmesini engellemek için neler yaptığını inceliyor. Bunlara karşı cesaretle direnip mücadele eden, mesleğinin yüz akı gazeteciler de var, boyun eğip hükümetlerin bir propaganda aracı olmayı kabul edenler de. Hapse girmeyi, hatta hayatını feda etmeyi göze alanlar da var, iliştirilmiş gazeteciliği kabul edenler de. Türkiye’nin basın tarihinde de kısa özgürlük dönemlerini, baskı ve zulüm dönemleri izliyor. Bugün Türkiye ne yazık ki basın özgürlüğünde çoğu dünya devletinin gerisinde. Bu dönemde özgürlük ve demokrasi için mücadele edenler gelecek kuşakların övünç kaynağı olacak. Öymen’le “Bir Propaganda Silahı Olarak Basın”ı ve basının günümüzdeki halini konuştuk. r Gamze AKDEMİR Bunun en çarpıcı örneklerinden biri İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya ve Türkiye aleyhinde yaptığı gerçek dışı iddialara dayalı yıkıcı propaganda yayınları. Kitapta geçmişten bugüne basının nasıl bir propaganda silahı olarak kullanıldığını dünyadan ve Türkiye’den somut örneklerle anlatmaya çalıştım. Böylece özellikle halkımızın duyarlı olduğu konularda yabancı medyada Türkiye’yle ilgili yapılan yayınların çoğu zaman yabancı ülkenin dış politikasından esinlendiğini göstermeye çalıştım. Özellikle kamuoyunu yönlendirmeyi amaçlayan yayınların aklın, sağduyunun ve gerçeklerin süzgecinden geçirilerek değerlendirilmesi gerektiğini belirttim. “GAMBOT DİPLOMASİSİ’NİN ACISINI BAŞTA ORTADOĞU ÜLKELERİ ÇEKİYOR” Kitabınızda yirminci yüzyılda uygulanan ibretlik “Gambot Diplomasisi” nasıl örnekleniyor? Gambot Diplomasisi günümüzde nasıl zuhur ediyor? On dokuzuncu yüzyılda ve yirminci yüzyılın büyük bir bölümünde büyük devletler kendi iradesini başka ülkelere kabul ettirmek için savaş gemilerini o ülkelerin limanlarına göndererek baskı ve tehdit yöntemine başvuruyordu. Bunun örnekleri arasında İngiltere’nin Pire Limanı’na, Amerika’nın Japonya ve bazı Latin Amerika ülkelerine, Almanya’nın Fas’a gönderdiği savaş gemileri sayılabilir. Daha sonra, baskı altına almak istedikleri ülkelere ekonomik yaptırım uygulamaya başladılar. Ancak bu da çoğu zaman beklenen sonuçları vermedi. Büyük devletler karar mekanizmalarını etkilemek açısından daha etkili bir yöntem kullanarak gelişen iletişim teknolojilerinden yararlanıp algı yönetimi yoluyla başka ülkelerin kamuoyunu yönlendirmek yolunu seçti. Bu amaçla medyadan büyük ölçüde yararlandılar. Gene de Gambot Diplomasi’sinin bugünkü şekli olan kuvvete veya kuvvet kullanma tehdidine başvurmaktan tümüyle vazgeçmedikleri görülüyor. Bunun acısını çeken ülkelerin başında Ortadoğu ülkeleri geliyor. Halkın bilgilenmesini önlemek için tarihte “gerçekleri” ilk kimin, nasıl gizlediğini, kitapları yasaklama ve yakma yoluna gittiğini yazıyorsunuz? Kitapların yayınlanmaya başlanmasından itibaren devletler, halkın gerçekleri öğrenmesini ve farklı düşüncelerin ortaya çıkmasını önlemek için sansür ve baskı uygulama yoluna başvuruyor. Bunun 2 0 1 4 Batı’da ve Doğu’da birçok örneği var. Çarlık Rusya’sı, Napoléon döneminde Fransa, Abdülhamid döneminde Osmanlı imparatorluğu ve Hitler döneminde Almanya sansürün en katı biçimde uygulandığı ülkeler arasında. Kitapların yakılmasının örnekleri arasında da İskenderiye Kütüphanesi’nin yakılması, engizisyon döneminde İspanya’da ve Hitler döneminde Almanya’da yakılan kitaplar akla ilk gelen örnekler arasında. Gerek sansürün gerek kitap yakma eylemlerinin ayrıntıları kitabımda yer alıyor. “OSMANLI ÇOK GAZETE KAPATTI AMA PEK SONUÇ ALAMADI” Sansürün kurucu babası denilebilecek din olgusunun, sansürcü hükümranlığını yitirmeyişi de nasıl ortaya konuluyor kitapta? Kilise, başından beri farklı düşüncelere tahammül gösteremeyen bir kurum olmuş. Sık sık yasaklanan kitapların listesi yayınlanıyor. Yalnız Vatikan değil Protestanlığın kurucusu Martin Luther de bu konuda çok katı bir tutum içinde Yahudilerin en önemli dini kitaplarının yakılmasını istiyor. Gene de bugünkü dünya koşullarında dini kuruluşların halkın bilgi edinmesini engelleme olanakları çok sınırlı. Ülkemize dair sansür denilince tarihte genelde akla ilk Abdülhamit dönemi geliyor. Oysa Abdülhamit’ten önceki dönemlerde de Osmanlı’da katı bir sansür olduğunu okuyoruz. Basın neredeyse doğar doğmaz baskı altına alınıyor. Osmanlı İmparatorluğunun da basını iki yöntemle denetim altına aldığını okuyoruz: Ceza ve mükafat. En mimlisi de karikatür. Nasıl uygulanıyor mesela ve ne kadar başarılı oluyor? Osmanlı İmparatorluğu’nda matbaanın gelişiminden itibaren sansür ve gazete kapatma yöntemlerine sık sık başvuruluyor. Bir yandan da Türkiye’de yayınlanan gazetelere, hatta yabancı ülkelerde Türkiye hakkında yayın yapan basına para verilerek Osmanlı Hükümeti lehinde yayın yapılmasına çalışılıyor. Yabancılar da aynı yöntemle basını etkilemeye gayret ediyor. Karikatüre de hoşgörü gösterilmiyor, mizah yoluyla Hükümet’in eleştirilmesini yasaklayan kararnameler çıkartılıyor. Ama gerek sansür ve baskı gerek rüşvet vererek basını etkileme yöntemleri istenilen sonuçları pek vermiyor. Özgür düşünceyi savunan Türk aydınları ve gazetecileri yurt dışında yayınladığı gazeteler yoluyla düşüncesini halka ulaştırmanın yolunu buluyor. Ülkeler arası sansür etkileşimi ya da alışverişini ne bağlamda incelediniz? Başlıca hangi ülkeler sansürden payını en acımasız şekillerde aldı ve sansür konusunda dünyada kısa süreli de olsa nefes alma dönemlerini nasıl örnekliyorsunuz? Sansür belirli dönemlerde hemen hemen bütün Avrupa ülkelerinde yaygın biçimde uygulanıyor. Aydınlanma döneminde bile sansür örneklerine rastlanıyor. Jean Jacques Rousseau ve Montesquieu gibi yazarlar kendi ülkelerinde kitaplarını yayınlatamıyor. Özellikle savaş zamanlarında sansür hemen hemen bütün ülkelerde uygulanıyor. Avrupa’da savaşlardan hemen sonraki dönemlerde, Osmanlı İmparatorluğunda da özellikle II. Meşrutiyetin ilanından sonra kısa süreli nefes alma dönemleri yaşanıyor ama basını yönlendirmek isteyenler yeni koşullarda da çoğu zaman etkili olabiliyor. “BASIN HİÇ BUGÜNKÜ KADAR BASKI ALTINA ALINMADI” İncelemenizde, yazar yargılanmalarına başta Nâzım olmak üzere hangi çarpıcı örneklere yer veriyorsunuz? Türkiye’de ve dünyada yazar yargılamalarının pek çok örneği var. Rusya’da idam edilen yayınevi sahipleri var. Fransa’da yargılanan yazarlar arasında Baudelaire gibi ünlü yazarlar ve şairler de var. Amerika’da McCarthy döneminde yazarlar çok acı çekiyor. Osmanlı İmparatorluğu’nda yargılanıp cezalandırılan, sürgüne gönderilen pek çok yazar var. Onların en ünlülerinden biri de Namık Kemal. Cumhuriyet döneminde Nâzım Hikmet’in yanı sıra Sabahattin Ali, Aziz Nesin. Orhan Kemal gibi pek çok yazar uzun hapis cezalarına çarptırılmış. Kitabımda bunun başka örnekleri de var. “Akıl (ve akıl dışı)” oyunların tavan yaptığı, propaganda konusunda hangi temel tespitlerde bulunuyorsunuz? Propaganda halkı yönlendirmek için kullanılan en etkili silah. Büyük yalanlar söyleyerek ve bunları sürekli olarak tekrarlayarak halk kitlelerini etkiliyorlar. Ancak propagandanın etkili olabilmesi büyük ölçüde karşı fikirlerin baskı altına alınmasıyla mümkün. Türkiye’de yaşananlar bunun örnekleri arasında. Türk basınında gelinen veya getirilen “noktayı” değerlendirir misiniz? Askeri müdahale dönemleri hariç, yakın tarihimizde basının bu kadar baskı altına alındığının örneklerini bulmak zor. Daha da kötüsü basının kendi kendini sansür etme zorunda bırakılmış olması. Birkaç gazete ve televizyon kanalı hariç Cumhuriyet değerlerini savunan düşünce sahiplerinin görüşlerini halka duyurabilme şansı azaldı. Sosyal medyaya sık sık getirilen engellemeler de halkın haber alma özgürlüğünü kısıtlıyor. Bu gibi nedenlerle Türkiye bugün basın özgürlüğü alanında dünyanın en geri ülkeleri arasında sayılıyor. Kitabımda bunun somut örneklerine yer verdim. Gene de çok kötümser olmamak lazım. Baskılar daima özgürlük hareketlerini güçlendirir. n gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Bir Propaganda Silahı Olarak Basın: Dünyada ve Türkiye’de Sansür, Baskı ve Yönlendirme/ Onur Öymen/ Remzi Kitabevi/ 494 s. K İ T A P S A Y I 1275 adece Türkiye özelinde değil gezegen sathında, basın ve genel olarak medyanın, özellikle dış politikanın oluşturulmasında ve uygulanmasında “silah” olarak kullanılışını hangi izlekte büyüteç altına alıyorsunuz? Özellikle yirminci yüzyılın başlarından itibaren büyük devletler hem kendi ülkelerinin hem de başka ülkelerin kamuoyunun desteğini sağlamak için medyaları etki altına almaya çalışıyor. Savaş yıllarında koyu bir sansür uygulayan bu devletler basını adeta bir silah gibi kullanarak savaştığı ülkeleri dünyanın gözünde küçük düşürmek için medyalar aracılığıyla yoğun propaganda yapıyor. S A Y F A 4 n 2 4 S T E M M U Z C U M H U R İ Y E T