24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

RENKLER n SESLER n HARFLER AYTÜL AKAL n NİLAY YILMAZ n ÇİĞDEM GÜNDEŞ n MAVİSEL YENER MUSTAFA DELİOĞLU n Sevim Ak’ın yeni romanı Gazete Fısıltıları, “3. sayfa haberi” diyerek şöyle bir baktığımız, umursamadığımız, üstünde düşünmeye değer bulmadığımız olayların ardındaki kocaman sırlar dünyasını fark ettiriyor. r Mavisel YENER Kitap Gölgesi Gazete fısıltıları soruyla karşı karşıya geliyor: Gazete Fısıltıları, Afi ve Kozi’nin serüvenlerinin ilk kitabı gibi duruyor ya da benim canım öyle istiyor! Çünkü Afi ve Kozi’nin başka serüvenlerini de okumak istiyorum. Onlar da kim, diyorsunuz haklı olarak. Kozi, Afi’nin doğumundan yirmi sekiz dakika sonra doğan ikizi. Fakat Kozi doğumundan birkaç gün sonra yaşama elveda demiş. Evlerinin bahçesindeki manolya ağacının altına gömülmüş. Afi beş yaşına geldiğinde, Kozi, dedelerinin aralarından ayrıldığı o en karanlık günde, manolyanın dallarını aralayıp ikizi Afi’ye görünmüş. O zamandan sonra da Afi’nin en yakın dostu olmuş. Roman boyunca Afi’nin Kozi ile yaptığı iç konuşmalara tanık olurken aslında onların karakterlerinin hiç de birbirlerine benzemediğini fark ediyoruz. Taban tabana zıtlar. Bu özellik sayesinde on yaşındaki Afi, olaylara farklı pencerelerden bakabiliyor, çünkü bu pencereleri açıp yepyeni manzarayı gösteren bir iç sese (kardeşe) sahip. İkizlerin fikir alışverişleri çoğu kez birer beyin fırtınasına dönüşüyor. Örneğin, arkadaşının doğum günü gelmiş, “ALIŞILMIŞLIK VE KATLANMA DİRENCİ HANGİ NOKTADAN SONRA KIRILMAYA UĞRUYOR?” B ir alışveriş merkezinde bomba patlaması, ambulanslar, kan izleri, çığlıklar, ağır yaralanan saat satıcısı… Olanlara tanık olan yetişkinler bir yanda, on yaşındaki Afi öte yanda… Bir tarafta indirimli malların peşinde koşmaya devam edenler, öte tarafta satıcının saatleri yağmalanırken Afi’nin takındığı tavır… Bu tür olaylara “alışma”nın oluşturduğu sistematik kısır döngünün vahşiliği… Yetişkinlerin şiddet karşısında kayıtsız kalışının, değer yitiminin altı çizilirken Afi, yaralı saatçinin yattığı hastaneyi arayıp buluyor. Şiddet ortamını meşru kılan bakış açısına alışmak en büyük tehlike. Hayatın bilmediği yönüyle yüzyüze gelen Afi’nin vicdani, ahlaki yaklaşımı etkileyici. Yaralı saatçi Ali Pınar’ın yerinde kendisinin bulunabileceğinin farkında olan Afi, güvensizlik, savunmasızlık duygusu yaşıyor. Peki, yetişkinler neden bunu düşünemiyor? Tam da bu noktada okur, romanın ortaya koyduğu/ tartıştığı en önemli ama Afi’nin armağan alacak parası yok. Parasızlığı özgürlüğün kısıtlanması gibi görüyor. Bunun üzerine Afi ve Kozi, özgürlüğün anlamı üzerine bir sohbet yapıyorlar. Kozi’nin önerisi üzerine Afi, doğum günü için para harcamadan armağan hazırlıyor. Fakat doğum gününe gelenler öyle armağanlar almışlar ki Afi kendini kötü hissediyor. Bu armağanlar üzerinden, tüketim toplumuna göndermelerde bulunuyor yazar. Teknoloji gerçeği bağlamında yapılan tartışmalar da kurguya dahil. “Senin teknoloji dediğin bir sürü metal yığını araba, zımbırtı, işe yaramaz aletler, akıllı gökdelen binalar… Çözümsüz, yeni hastalıklar…”(s, 42) Romanın önemli karakterlerinden biri de Oklit. Oklit, Afi’nin yakın arkadaşının amcasının takma adı. Amatör bilimci, gözlemci, buluş avcısı, anlaşılması pek kolay olmayan biri Oklit. “30 yılda 262.800 saatin 87.600 saatini uykuda tüketmek yerine yaşamına eklemiş”. Bu çılgın amca sayesinde çocukların hazırlopçuluktan üreticiliğe geçtiğini göreceğiz. Onun sıcacık kişiliğinin yansımalarını, duygulanarak okuyacağız. Alışveriş merkezindeki patlamada “BAŞKALARI”NIN YAŞADIKLARI yaralanan saatçi kim bilir hangi köyden büyük kente ekmek parası için geldi diye düşünürken, Afi’nin hastanede tanıştığı bir başka karakter romana damgasını vuruyor: Sude. Bitkisel hayattaki annesiyle sürekli konuşan Sude bakalım 3.sayfa haberlerinde yerini alabilecek mi… Sude altı yıldır yarı ölü gibi yatan annesinin başında bekliyor, umudunu yitirmiyor. Afi onu anlamak için epey çaba sarf ediyor, bu konuda ikizi ile konuşuyor. Bu romanın içinde akan birçok ırmak var, ister hepsinde yıkanır okur, ister seçtiğinde… “Bizim başımıza gelmez” dediğimiz o hüzünlü durumları çocuklara anlatmak zor mu? Bunun için tek şart, Sevim Ak’ın yaptığı gibi ustalıklı bir anlatım. Bitkisel hayatı, bitkilerin yaşamı ile özdeşleştirmek, bitkisel hayattaki bir insanın “dil”ini keşfetmeye çalışmak, mayına bastığı için ayak parmağı eksik olan Berti’yi kurguya yerleştirmek, hepimizin aynı evrensel bütünlüğün parçası olduğunu duyumsatmak, işte böylesi ustalıklı anlatımla mümkün. Aydın bireyin sorumluluklarından biri toplumsal erozyonu gözler önüne sermekse, Sevim Ak yeni romanıyla bunu yapmıştır. Her yaştan okura seslenen bu roman, “başkaları”nın yaşadığı hüzünlerle ilgili duyarsızlıklarımız/ duyarlıklarımız konusunda sağlam ipuçları ortaya koyuyor. Neyse ki yetişkinlerin aldırmadığı küçük ama önemli “ayrıntı”lara çocuklar kafa yoruyor! İyi okumalar… n www.maviselyener.com *Gazete Fısıltıları, Sevim Ak, Can Çocuk, 221 s,. 2014, 10+ Konuk Harfler r Hidayet KARAKUŞ Üç gençlik romanı serüven öyküsünde bile kendilerince bir serüvene atılanların konuyu kavramaları, yapmaları gereken işleri dikkatle yapmaları, arkadaşlarının gizini açık etmemeleri, korkusuz olmaları gibi nitelikleri kazandıkları zamanla anlaşılacaktır. FARTA KARTALI En son okuduğum gençlik romanı, Hüseyin Yurttaş’ın kaleminden çıkmış diyeceğim ama artık bilgisayarından çıkmış demek gerekiyor. Romanın kahramanları Can, Aslı, Dicle, Fırat, Arda, Meriç bir söylencenin peşine düşüyor, Çift Başlı Kartal’ın gizini çözmeye çalışıyorlar. Çift Başlı Kartal’daki başlardan biri Farta’yı, biri Karta’yı simgelemektedir. Ülkenin kralı ölünce iki oğlu, ülkeyi Farta ile Karta olarak ikiye ayırırlar. İkisinin de çocukluklarını bilen bir yontucu, ülkenin bütünlüğünü Çift Başlı Kartal’la anlatır. Söylenceye göre Çift Başlı Kartal’ın bir de altından yontusunu yapar. Bugüne dek heykelin nerede olduğu bilinemez. İlginç olan geçmişte Selçuklular’ın, bugün de Türk Hava Kuvvetleri’nin simgesi çift başlı kartaldır. Bizim kahramanlar, bu heykelin gizini çözmek için Gazeteci Murat’la Farta’da kazı yapan Demir Bey’in de işe karıştığı bir serüven başlıyor. Hem üzerinde yaşadığımız toprakların tarihsel, doğal güzelliklerine, hem insan ilişkilerindeki sağlamlığa dikkatimizi çekiyor yazar. Söylencenin belirlediği bir öyküyle bizi alıp hem geçmişe, hem bugüne vurgu yapa2 0 1 4 irliğinin dil ustalığını hem Ege’ce konuşmanın örneklerini buluruz. ŞEHRE KAÇIŞ Canay, 1213 yaşlarındadır. Bir gün akşam karanlığı basarken kucağında bir köpek yavrusuyla gelir eve. Annesi, kocasından korkarak “Baban görmesin, çabuk aldığın yere ver onu” diye köpek yavrusuna karşı çıkar. Ancak Canay, kararlıdır. “Anne, babama söyle, ben gidiyorum. Dönmeyeceğimi de bilsin” diye döner. Ancak annesi bu kez onun geri dönmeyeceğinden korkarak ona sorunu çözeceğine söz verir, Canay’ı geri döndürür. İki inatçının, kocasıyla oğlunun arasında kalmıştır anne. Canay’la Bala’nın öyküsü böyle başlar. İnsan, yakın dostları kedilerin, köpeklerin, avluda beslediği hayvanların, daha nicesinin değerini onların yokluğunu yaşayınca anlayacaktır. Hamdi Topçu’nun (THY Genel Müdür değil. H.K) Şehre Kaçış romanı, duygulu, gençliğin iç dünyasına seslenen, inceliklerle örülü. İnsanın içini burkan gerçekliği, başından sonuna okuru sürükler. Son yıllarda okuyabildiğim güzel romanlardan biridir Şehre Kaçış. İnsanla hayvanın ortak yazgısını toplumsal düzleme göndermeler yaparak anlatır. Bu romanı okuduğumda Hamdi Topçu’nun neden az yazdığını düşündüm. Belki de süzme bir yapıt için böylesi gereklidir. n Farta Kartalı/ Hüseyin Yurttaş/ Say Yayınları/ 152 s. Denizin Çocuğu/ Ahmet Zeki Muslu/ Koza Kitap/ 264 s. Şehre Kaçış/ Hamdi Topçu/ Bilgi Yayınevi/ 2013/ 192 s. K İ T A P S A Y I 1271 G ençleri okutmak için çabalıyoruz. Okulların üzerinde durur gibi yapıp yapmak istemediklerini yazarlar, gençler, çocuklara romanlar, öyküler üreterek yapmaya çalışıyorlar. Gerçekte eğitim, okuma temelli olmalı ama bırakın bilimsel, çağcıl olmayı, ezberci, gerici, çocukları baskı altına alan, çocuğun aileden aldığı terbiyeyi bile bozan bir kuruma dönüşüyor okullarımız. Berkin Elvan’ın öldürülmesini protesto etmek için ekmekle oturarak eylem yapan çocuklarımızı okul yöneticisi olacak kişi, boğazlarına sarılacak denli zavallılaşıyor. Kendisine eğitilmesi için teslim ettiğimiz çocuklarımızı, polise teslim edecek denli kara cahil, eğitimden uzak, sevgisiz okul yönetiyor böyleleri. Son aylarda gençler için yazılar kitaplar, bu nedenle daha çok ilgimi çeker oldu. İlginç olan şu ki bugün ülkemizde yazılan çocuk, gençlik romanlarının, öykülerinin çoğunu öğretmen kökenli arkadaşlar yazıyor. Bunun elbette en önemli nedeni, gençleri, çocukları yakından tanıma şansını yakalamış olmaları. Elbette öğretmenlik yaparken hiçbirinin, hiçbir öğrencinin boğazına sarılmadığını biliyorum. Yoksa yazamazlardı zaten. Gençler, en çok serüven romanlarını seviyorlar. Gerçekte doğadan kopuk, kentin burgacında yitmekten korkan çocuklar, gençler, serüvenlerin içinde kendilerini kent dışına atıyor, yaşamadıklarını, düşlediklerini romanlarda yaşıyorlar. Serüvenlerin en önemli özelliği çocuğa da gence de dayanışmayı, işbirliğini, dikkati, dostluğu, paylaşmayı öğretmesidir. Boş bir 1 6 n 2 6 rak doğadaki canlıların güzelliğini, değerini anımsatıyor. Çevreye, geçmişe insani bir duyarlıkla yaklaşıyor; konuları birbirinin içinde harmanlıyor romanında Yurttaş. Bu tür romanlarda öğretici olma tehlikesi vardır. Yurttaş, bu konuda oldukça dikkatli. Bilgiler, serüvenin dokusundan çıkıyor. Merakla okutuyor kendini roman. DENİZİN ÇOCUĞU Ahmet Zeki Muslu’nun bu romanı on dört yaşında bir denizci Murat’la dedesi Salih Reis’in yaşama savaşını anlatır. Bir Ege kasabasıdır yaşanan yer. Doğal güzellikleriyle, eski alçak gönüllü Rum evleriyle, sakin yaşamıyla sevimli bir kasaba. Geçimleri balıktandır Salih Reis’le Murat’ın. Her gün balığa çıkan, tuttukları balıkları satarak yaşamlarını sürdüren dede ile torun, bir gün denizde, onların avlağında balık çiftliği kuran Altındiş’in adamları, onlara her zamanki yerlerinde balık tutmalarını yasaklarlar. Dahası, silahla gözdağı verirler. Salih Reis, Altındiş’in adamlarını karakola şikâyet ederken eski komşuları Margisa ile torunu Stella Yunanistan’dan çıkagelir. Romanın yumuşak, dostluğu, geçmiş güzel günlerin anılarını, komşuluğu, insanlığı işleyen dili bize duygulu anlar yaşatır. Salih Reis, Murat, Margisa, Stella romanın baş kahramanları olurlar. Metin, Ali, Aysel, Zeynep de gerçek kahramanlar olarak romanda yerlerini alırlar. Çok rahat, merakla okunan Denizin Çocuğu’nda Ahmet Zeki Muslu’nun hem şa S A Y F A H A Z İ R A N C U M H U R İ Y E T
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear