Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Umberto Eco’nun öncülüğünde “Ortaçağ” Günah keçisi bir çağ ni de bir kenara not etmek lazım. Zaten kitabın hemen her bölümü, bize uzun uzun listelerle bunları tanıtıyor. Ortaçağ’ın hastalık, yokluk, büyük savaş ve kıyımlarla dolu olduğunu kimse göz ardı edemez. Ama tüm bunların ileriki dönemlerde geliştirilecek icatların ilk örneklerinin (prototiplerinin) yaratılmasını sağladığını gösteren örnekler de kitapta mevcut. “VAHİY” VE BİNYILCILIK Ortaçağ da kendinden önceki ve sonraki çağlar gibi keşiflerle örülü. Özellikle denizcilik ve savaş araç gereçleri öne çıkıyor. Eco ve yazarların da hatırlattığı gibi 1000’den sonraki dönem “ilk endüstri devrimi” diye adlandırılıyor. Bu ve benzer adlandırmalar bile “karanlık” nitelemesini bir kenara bırakmak için teknik kanıtlar şeklinde sunulabilir. Zanaatkârlık ve kent burjuvazisinin atılımı, üniversitelerin kurulup oralarda (Petrus Abelardus, Albertus Magnus, Roger Bacon ve Thomas Aquinas gibi) önemli isimlerin ders vermesi, üniversiteye yakın merkezlerde çoğaltılan elyazmalarının kentlere yayılması ve sanatçıların kilise ile manastırların dışına taşması da cabası. Eco’nun bir notunu aktarmadan da olmaz: “Eğer Ortaçağ, skolastik sınıflandırmalar yoluyla kararlaştırılan bir dönemse Nicolaus Casanus, Marsilius Ficnus ve Pico della Mirandola gibi filozoflar Ortaçağ’a aittir ve çok titiz olmak gerekirse Aristoteles, Rotterdamlı Erasmus, Leonardo, Rafael ve Luther de Ortaçağ’da doğmuştur.” Ortaçağ’ın kültürel anlamdaki zenginliğini besleyen bir başka gösterge ise Eco’nun da belirttiği gibi hiç de yadsınamayacak ve elyazmalarına ulaşmak adına kilometrelerce yol gidilen bilgi açlığı. Sadece âlimlerin yaptığı yolculuklar değil elbette; keşişler, kâşifler ve meteliğe kurşun atanların bile uzun seyahatlere çıktığını, özellikle o döneme ait edebi eserlerden öğreniyoruz. Ortaçağ’la ilgili bir başka önyargı, döneme tamamen katı ve duyarsız bir mistikliğin egemen olduğuna dair. Yine şiirler, romanslar, müzik eserleri, karnaval ve figüratif yapılar, bahsedilen önyargıyla ters düşüyor. Ortaçağ’da “vahiy”in etkinliğini anlamak içinse yoğun coşku ve yıkıntıları eşelemek gerekiyor ki bunu, kitabın “Tarih” bölümü yazarları enine boyuna yapıyor. Eco’nun buradaki dipnotu ise dini yorumların sulandırılıp sapkınlığa uzanmasının altında “binyılcılığın” yatışıyla ilgili. 1000’i dönüm noktası kabul eden; tüm yıkım ve mutlulukları bununla başlatan kilise, “vahiy” sayesinde ve onun bulandırılan yorumlarıyla “her şey yapılabilir” türünden eylemlere girişir. “Vahiy”le Altın Çağ arasında sanal bir bağ kurulur. Kehanet ve hurafeler de işin içine girince anarşistmistik hareketler ete kemiğe bürünür. Eco’nun, kitabın ağırlık merkezlerinden biri olan şu belirlemesi önemli: “Bu çağ, bir yandan tarih duygusunu ve geleceğe, değişime doğru bir hareketi geliştirirken diğer yandan yoksul kesimin büyük kısmıK İ T A P S A Y I 1258 Umberto Eco’nun editörlüğünde hazırlanan “Ortaçağ” adlı kitap, dönemin tarihi duraklarını, düşünce ve sanat ortamını, bilim ve teknikteki gelişmelerini, edebiyat ve tiyatro eserlerini ve müzik anlayışını pek çok ayrıntıyla ele alıyor. Kitap, bu zaman diliminin hikâyesini anlatırken Ortaçağ’ın ne olup olmadığını ve o dönemin lokomotifi Hıristiyanlık ile Müslümanlığın kesişme noktalarını ilginç örneklerle açıklıyor. r Ali BULUNMAZ epimizin düştüğü bir hata: Bir olay, kişi, herhangi bir durum ya da zaman dilimiyle ilgili kısa yoldan “fikir” yürütmek. Yarım bilginin, önyargı ve kanıların sokağında gezinmek, bizi kestirmeden sonuca ulaştırıyor gibi görünse de onları düzeltmek hayli vakit alıyor. Üstelik bu sokağın zemini genellikle kaygan. Önyargıyı yargı, kanıyı bilgi diye ortalığa sürmek, bir bilinç yaratmaktan çok onun oluşumunu engelliyor. Tarih, böyle toprak kaymalarıyla, tökezlemelerle, bilginin yerine geçen kanı ve kanaatlerin “doğru” veya “haklı” diye satılışıyla dolu. Bir şeyin ne olduğunu bilmek ve anlamak için belki de tersten ilerlemek gerek. Umberto Eco’nun, uzun zaman günah keçisi ilan edilen, hemen kanı ve kanaatlerle paketlenip S A Y F A 4 n 2 7 Savaş sahnesi, “Ilias picta”dan bir sayfa, VVI. yüzyıllar, Parşömen, Milano, Ambrosiana Kütüphanesi. oldubittiye getirilen Ortaçağ’ı anlamak adına tercih ettiği yöntem bu. Günümüz Avrupası’nı Avrupa yapan bu döneme ilişkin, kimi kanı ve kanaatler, o dönemin gerçekliğiymiş gibi hemen herkesin kafasına kazınmış durumda. En azından çok yakın bir geçmişe kadar böyleydi. Neyse ki dünyanın her yerinde Ortaçağ üzerine kapsamlı çalışmalar yapanlar var da söz konusu kabuk bir hayli kırıldı. Eco’nun editörlüğünü üstlendiği Ortaçağ adlı kitap, adı geçen dönemin bu anlamda kazısına girişiyor. Alanında uzmanlığı tartışma götürmeyen yazarlar da her bölümde Ortaçağ’ın ne olup olmadığını anlatmak için tarihin hem bilinen hem de kenarına köşesine sıkışmış bilgi ve belgelerle karşımıza dikiliyor. ECO’NUN SORULARI Eco, fazla rol çalmadan ama meselenin hayati birkaç noktasına dokunarak sözü yazarlara bırakıyor. Az önce bahsedilen Ortaçağ’a dair kanı, kanaat ve önyargılar, bu konuya yıllarını veren Eco’nun açıklamak zorunda hissettiği birtakım durumlar olduğunu gösteriyor. Öncelikle klişelere ve üstünkörü kitaplara takılmış, oralardan Ortaçağ’la ilgili kimi “bilgiler” enjekte edilmiş kişilere bir önerisi var: Zihninizi boşaltın. Ondan sonra da Eco şu sorulara kulak vermemizi istiyor: “Ortaçağ ne değildir?”, “Ortaçağ’dan bize ne kaldı ve bu kalanlar güncel mi değil mi?” ve “Ortaçağ, yaşadığımız dönemden ne anlamda farklı?” Aslında bu sorular, kitabın tamamını ilgilendiriyor. Çünkü bütün bölümler belli yanlışları düzeltmek, bilgi ve belgeye dayanarak Ortaçağ’a dair kösnül anlayışın yerine doğrusunu (ya da gerçeğini) koymaya çabalayan yazarlarca 2 0 1 4 H kaleme alınmış. Editör Eco ve yazarlar, ilk önce Ortaçağ’ın bir yüzyıl olmadığında hemfikir. Yüzyıllar toplamı Ortaçağ, içinde pek çok farklı Ortaçağ’ı barındıran bir dönem. Hem de hayli uzun bir zaman dilimi. Üstelik yalnızca Batı’yı değil, Doğu’yu (Doğu Roma’yı) da kapsayan (ve ilgilendiren) bir dönem. Felsefi, bilimsel, askeri, kültürel ve sosyal anlamda bir dolu coğrafyanın kaynaştığı, ayrı düştüğü ve birbirinden etkilendiği Ortaçağ’ı sadece Hıristiyanlığın penceresinden bakarak değerlendirmek ve “karanlık” diye nitelemek, Antikçağ’dan alınıp Rönesans ve Aydınlanma’ya aktarılanları bir çırpıda silmek anlamına da geliyor. Elbette Kilise Babaları’nın baskınlığı yadsınamaz ama gerek dilden gerek kültürel alışverişten doğan etkileşim de aynı oranda dikkat çekici. Hatta tüm keşmekeşe rağmen Ortaçağ’ın büyük entelektüeller yetiştirdiği “Beatus de Burgos de Osma” (Dünya Haritası), VIII. yüzyıl, Madrid, Ulusal Kütüphane. M A R T C U M H U R İ Y E T