Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
K Muhsin Ertuğrul’un dünyayla iç içe girmiş bir tiyatro kavrayışının ardılı olması, bu alanda yol alınırken gelişme, ilerleme sağlamada, okulların, okulluluğun önemi üzerinde ısrarla durması, bu bağlamda oyun yazarlarımızın önünü açması, tiyatromuzu dergi, kitap vb. yayın desteğiyle güçlendirmesi hep onun birer hayali olarak mayalanıp genç kuşakların yaşamını ışıklandırdı. ugün 27 Mart; Dünya Tiyatro Günü… Herkes birbirine farklı seslenmeli bugün… “Günaydın!” diye şakıdıktan sonra eklemeli: “Yüz yıllık tiyatromuza da günaydın!” “Oo efendim, merhabalar, yüz yıllık tiyatromuza da tabii…” “Yüzünüzü gören cennetlik beyefendi, unutmadınız değil mi, yüz yıllık tiyatromuz olduğunu? Madem öyle, hadi kutlayalım!” “Ah hanımefendiciğim, bu ne güzellik, şıklık, çiçeğe durmuş badem dalı yüz yıllık tiyatromuz gibi nasıl da göz alıyorsunuz böyle, inanın muhteşemsiniz!” Evet, bugün 27 Mart, Dünya Tiyatro Günü… Biz, şu yeryüzünün bir yoksul ülkeyiz ama yüz yıllık kurumsal bir tiyatronun da sahibiyiz… Parmakla gösterilecek örnek ülkelerden biriyiz yine de… Elbette gurur duyacağız, yüz yıllık bir tiyatroya sahip olmanın mutluluğunu, onurunu yaşayacağız… Son adıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, yalnız İstanbulluların değil, anakentlisi, kentlisi, taşralısı, kasabalısı, dağlısı köylüsü tüm yurttaşların, tüm halkımızın gurur kaynağı, onuru… Çünkü yüzyıllık kurumsal bir tiyatromuz olduğunu söyleyivermek kolay değil öyle… Akıp giden yılları, yüzyılı düşünün, nasıl güçlüklerle dolu olduğunu bunun ancak o zaman anlaşılır bu… Evet, bugün 27 Mart Dünya Tiyatro Günü, Şehir Tiyatrolarımızın da yüzüncü yılını kutluyoruz bu Dünya Tiyatro Günü’nde, ne güzel. Aramızda olanı, olmayanı, geçmişte emek verip çekileni, emek vermeyi sürdüreni, hepinizin günü kutlu olsun! Geçen yüzyıl içinde hiç değilse bu alanda başımızı dik tutmamıza olanak verdiğiniz, bu yeni çağa dönük gözümüzü açtığınız, yanı sıra dünyaya bakışımızı zenginleştirip ufkumuzu genişlettiğiniz için bin teşekkür sizlere… itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Yüz yıllık kurumsal tiyatronun sahibi olmak! rine de yer açacağım Ayşegül Çelik, kaleme aldığı yaşamöyküsü romanı Ölmeyi Bilen Adam/ Muhsin Ertuğrul’da (Can, 2013) bakın nasıl kurup geliştiriyor bu anlatıyı: “16 yaşındaydı ve hayatında tiyatrodan daha fazla sevdiği bir şey yoktu.” “O, bir rol alıp alamayacağını düşünürken kumpanya kendisine aylıklı oyunculuk teklif etmişti. … [B]eş lira aylıkla profesyonel tiyatroya geçiverdi.” “Bu eziyetlerin hepsi, oyun günü gelip çattığında unutuldu. Ne uykusuzluk kaldı ne yorgunluk…” “’Sakın ilana Muhsin diye yazdırma!’ dedi. ‘Ne olur ne olmaz, Ertuğrul Muhsin diye yazdır benim adımı!’ …’Ertuğrul da nerden çıktı?’ diye sordu arkadaşı… Onun bakışını kaçırdığını görünce, ‘Muhsin, yoksa sen gizlice mi geliyorsun?’ diye sordu. Muhsin, hafifçe başını salladı.” “Eniştesi Rıfat Bey, ortanca ablası Saadet’in kocasıydı. (…) Muhsin, Hüsnü Bey’in ölümünden sonra bütün aileye ikinci bir baba gibi davranan eniştesine büyük saygı duyuyordu. Rıfat Bey de Muhsin’in üzerine titrerdi. (…) Fakat delikanlının epeydir sabahın erken vakti çıkıp gecenin geç vakti dönmesi canını sıkmaya başlamıştı. …Rıfat Bey, bu da yetmez gibi Odeon Tiyatrosu’nun önünden geçerken kendisini çok huzursuz eden bir ilanla karşılaşmıştı.” “Rıfat Bey lafa giriş aramadı, elindeki ilanı sallayarak sordu, ‘Buradaki Ertuğrul Muhsin sen misin?’ …’Evet,’ dedi, ‘benim.’ Ablası bir felaket haberi almış gibi koltuğa çökerken eniştesi, ‘İnkâr etmediğine memnun oldum,’ dedi. ‘Artık bu iş bitecek, hemen şimdi, bu hevesten vazgeçeceksin.’ Muhsin’in yüzünde bir şaşkınlık ifadesi belirdi, ‘Yanlış anlamışsınız,’ dedi. ‘Bu bir heves değil. Ben tiyatroyu meslek olarak seçiyorum. Hayatım boyunca bu işi yapacağım.’/ Rıfat Bey, …’Ne bizim ailemizde ne rahmetli babanızınkinde tiyatrocu yok,’ dedi, ‘Ya bu düşüncenizden vazgeçersiniz ya da ailenizden.’ Muhsin, ‘Anladım,’ diyerek boynunu eğdi, ‘şu halde ailemden vazgeçiyorum.’ (…) … ‘Bir kuru ekmek bulurum herhalde,’ diye mırıldandı, ‘Allahaısmarladık.’” (35, 33, 31, 36, 37) Ayşegül Çelik’in kaleminden heyecanlı bir öykünün satırları arasında gezinircesine okuduğumuz uzunca tuttuğum alıntılar, yapılmak istenen sanata karşılık bir yaşamın nasıl da bütün bütüne gözden çıkarılabildiğini gösteriyor… Muhsin Ertuğrul, bu işte; “Ölmeyi Bilen Adam”… Bütün yaşamı boyunca doğrulardan sapmayan, kurumlardan kurama tiyatromuzun yapılanmasına öncülük eden bu yetke, yeniyetmelik yaşlarında bile böylesine kararlılıkla atıyor hep adımlarını… GELECEK YÜZYILLARA AKACAK TİYATRO ERKİ… Türk tiyatrosunda bilime açılan kapının, bu yolda serilen ilk yatağın da kurumsal tiyatromuz aracılığıyla ortaya çıktığı bilimsel temelin bu yolla atıldığını kabul etmek gerekiyor. Tıpkı mühendislik, tıp vb. batı biçemli okulların açılışına benzer yaklaşımla, buna duyulan gereksinimle… Sürdürülen eylemli tiyatrolarla, ilk kurumlaşma girişimleriyle bunun da kendini gereksinim olarak duyurduğu kestirilebilir. Her zamanki gibi önce eylem başlıyor, ardından kurama dönük gereksinim doğuyor belli ki… Yine Ayşegül Çelik’in öyküsel anlatısından izleyelim: “Bütün gece, çocukluğunun sokaklarında dolaşıp durdu. 16 yaşındaki Muhsin, gün ağardığında bir simit almış tefeyyüze doğru yürüyordu. Akşam Beyoğlu’nda bir oda tuttu fakat bir gece kalabildi. Kapısını çalabileceği bir tek kişi aklına geliyordu, Vahram Papazyan’a gitti. Evden kovulduğunu söyledi utana sıkıla.” O da ailesi tarafından “birkaç yıl önce Katolik papazı olması için Vatikan’a gönder(il)mişti”. Fakat Vahran, “Roma’daki tiyatro iklimine ilgi duy(muştu).” “İstanbul’a döndüğünde ailesi onu kabul etmemişti” ne yazık ki. “’İtalya’da çok şey öğrendim,’ dedi Vahram, ‘senin de gitmen lazım. Eğitim görmemiş sanatçı aşısız armut ağacına benzer, ikisi de ham, ahlat kalır.’” (38) Dünyaya açılmak zorunluydu Muhsin Ertuğrul için… Onun bilimle örtüşen, geniş ufuklu, çağdaş yaklaşımı ülkemizdeki tiyatronun temelini oluşturmada da anlamlı bir kıvılcım yarattı kuşkusuz. Yıllar içinde deneyimleyeceği Fransa, Almanya, Sovyetler Birliği tiyatro yaşamı, onun bu yolla yalnız kendini değil Türk tiyatrosunu geliştirmesinde de kılavuzluk yaptı bir bakıma. Muhsin Ertuğrul’un dünyayla iç içe girmiş bir tiyatro kavrayışının ardılı olması, bu alanda yol alınırken gelişme, ilerleme sağlamada, okulların, okulluluğun önemi üzerinde ısrarla durması, bu bağlamda oyun yazarlarımızın önünü açması, tiyatromuzu dergi, kitap vb. yayın desteğiyle güçlendirmesi hep onun birer hayali olarak mayalanıp genç kuşakların yaşamını ışıklandırdı. Nitekim 1964’te “Türk Tiyatrosu dergisinden yırtılarak çıkarılan (bir) yazısı(nda)” belediye ilgilerine, sonuçta resmi yetkililere şöyle söylemekten çekinmedi: “Baylar, bayanlar, niçin bilmediğiniz şeylere burnunuzu sokarak kendinizi küçük düşürüyorsunuz? Az çok okur yazar kişiler bilirler ki, tiyatro çok eski bir kurumdur.” “Her tiyatro, örgüt bakımından bazı yerde devlete, bazı yerde Belediye’ye bağlıdır ama işine 27 ve idaresine sanatçılardan gayrısı, burnunu sokmamıştır. Çünkü tiyatro Aristophanes zamanından beri topluma önderlik eder, devleti, hükümeti idare edenleri denetler.” “Resmî iktidar çevresinin dışındaki gerçek iktidar yalnız tiyatroda(dır).” “Hiçbir devirde tiyatro, bu hükümet dışı eleştirme, denetleme yönünü kaybetmemiştir.” “En koyu istibdat altında bile tiyatro, her yerde, her zaman hürriyetini korumuştur./ Haydi bu zevat bunları okumadılar, duymadılar, diyelim. (…) Memleketimizde tiyatronun, çocukluk çağı sayılan senelerinde sarayın istibdadı, zaptiyesi, sansürü, zindanı, sürgünü altında bile tiyatronun Osmanlı imparatoruna baş kaldırdığını, kafa tuttuğunu da mı okumadılar?” “Tiyatro her zaman olduğu gibi o günlerde bile öncülerin tek sığınağı olmuştur. Her zaman, her yerde olduğu gibi gericileri ürküten, kötüleri korkutan niteliğini bugün de kaybetmemiştir.” “Tiyatro, her gün değişen hükümetlerin, midecilerle dolan partilerin üstünde bir kurumdur. Toplum ona ancak hürriyeti, özgür çalışması için ödenek verir.” “Tiyatro, hükümetlerin veya belediyelerin lütfuyla yaşayan bir arpalık değildir. Aldığı ödenek, topluma verdiği yüksek ruh ziyafetinin, seyirciye yaptığı eğitim ve kültür görevinin karşılığıdır.” (Ayşegül Çelik’ten; 231, 232, 233) B SİMGE AD: MUHSİN ERTUĞRUL… Yalnız Şehir Tiyatroları değil, Türk tiyatrosundan söz açıldığında Muhsin Ertuğrul’a (18921979) değinmemek, sözü ona getirmemek elde mi? Gelin öyleyse bir çalım onunla ilgili anlatılanlara kulak vererek bir öykünün büyüsüne karışalım birlikte… Birkaç hafta sonra öyküleC U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I Muhsin Ertuğrul KURUMSAL TİYATRONUN OLANAKLARI; GÜCÜ, ZORU… Muhsin Ertuğrul, bu sözleri 1914’teki kuruluşu ardından, yolun tam ortasında söylemiş, 1964’te… Bugünse, yani 2014’te üzerinden bir yarı zaman daha geçtikten sonra, gözbebeğimiz Şehir Tiyatroları, kültürel yaşamımızın turnusolüne dönüşmüş görünüyor. Doğrusu insan onur duyuyor kurumuyla çünkü Şehir Tiyatrosu, yüzyıl önce, elli yıl önce ne idiyse bugün de böylesi konum sergiliyor. Nitekim İBB Şehir Tiyatroları, yüzüncü yılını karşıladığı şu süreçte bir ekin üretim işliği olarak çalışıyor neredeyse. Bir yandan oyunlar, deneysel çalışmalar, atölyeler, öte yandan yayınlar… Kurumun, “çocuk tiyatrosu”na yoğunlaşarak yüzüncü yaşına özgülediği Türk Tiyatrosu dergisinin Ekim 2013 tarihli 458. sayısı çocuklar, gençler konusundaki yaklaşımı, tutumu anlamında neler yaptığının verileriyle dolu. Sonra işte seyircinin Şark Dişçisi adlı oyunundan tanıdığı, kırk bir yılcık ömrüyle Agop Baronyan’ın (18421891) yayımladığı Tiyatro dergisinin tıpkıbasımı o müthiş Tiyatro cildi. (Yayına Hazırlayan: İrfan Dağdelen, İBB Şehir Tiyatroları Müdürlüğü yayını, 2013) Genel Sanat Yönetmeni Hilmi Zafer Şahin, sunuş yazısında, “içerikleri nedeniyle yer yer sansüre uğrayıp yayımlanması durdurul(an)” dergi üzerine şunları söylüyor: “20 Mart 1874’ten 12 Nisan 1875 tarihine kadar 86 sayı yayımlanan Tiyatro dergisi, bir yıl bir aylık süreç içinde, yazınsal ve sahne anlamında ülkemizde çağdaş anlayışta tiyatronun oluşturma çabasını her sayısında bir şekilde vurgular. Yayınladığı tarih göz önüne alındığında, Tanzimat Dönemi oyun yazarlarının yetişmesine, sahne uygulamalarının şekillenmesine, tiyatroya ilginin artmasına katkı sunduğu ortada.” Tiyatro sanatına dönük birikimin Şehir Tiyatroları kurumuna geçtiği görülüyor… Derginin yayını üzerinden yüz kırk yıl geçmiş… Yüzyıllık tiyatromuzun damarlarında dolaşıyor bu birikim şimdi… Bir kuş ötse, yeşillenip çiçeklense dal, pıt diye atsa taçyaprağı yüzyıllık tiyatromuzun da payı var bunda, yaşanan aşklarda, kına gecelerinde, anne babanın parmaklarını tutmuş tay tay adım atan yavruda, gözlerini huzurla yummuş atada… Öyleyse hadi hep birlikte seslenelim: Yüzüncü yaşın kutlu olsun sevgili Şehir Tiyatromuz! n 2014 n S A Y F A 19 1258 M A R T