28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

VİTRİNDEKİLER Kalp/ JeanPierre Ollivier/ Çeviren: Elif Gökteke/ Yapı Kredi Yayınları/ 128 s. Yorulmak bilmez bir makine olan kalp her gün 100.000 kere çarparak atardamarlara 7000 litre kan pompalıyor. 1628’de kan dolaşımı mekanizmasının keşfedilmesinden beri, duyguların tahtı olan bu efsanevi organın aslında, çarpıcı ölçüde hassas, kesin ve etkili çalışan bir pompa olduğu biliniyor. Canlı insanda kalbin çalışmasını incelemek, 20. yüzyıl başında ilk araştırma yöntemlerinin icat edilmesine kadar bir ütopya olarak kalır. Bugün, ekografiler, tarayıcılar, MR, sintigrafiler kalbi üçboyutlu gözlemlemeyi, basınç, ritim ve debi ölçmeyi, anomalileri saptamayı ve kesin bir teşhis koymayı sağlıyor. JeanPierre Ollivier kitabı “Kalp”te de bu mekanizmanın nasıl çalıştığı ve daha iyi nasıl çalışabileceği hakkında ipuçlarına yer veriyor. Sakıncalı Kaymakam/ Asım Arslan/ Kendi Yayını/ 272 s. ( İletişim: 0542 642 89 66 ) Yayımlanmış sekiz kitabı bulunan Asım Arslan, son kitabı “Sakıncalı Kaymakam”da kaymakamlık zamanında yaşadığı anıları bir araya getiriyor. Yazar anılarını anlatırken iğnelemelerden de geri durmuyor. Bazı bölümlerde ülkeyi yöneten bazı politikacı ve bürokratların antidemokratik uygulamalarını da dile getiriyor. Balık Sana Emanet/ Orhan Tez/ Etki Yayınları/ 80 s. Birçok şiir, öykü ve denemeleri bulunan Orhan Tez, okurlarıyla “Balık Sana Emanet” kitabı aracılığıyla yeniden buluşuyor. Yazmaya 1993 yılında başlayan yazar, bu kitabında balıkların ömürlerinin tükenmesinden bahsediyor. Uzmanlara göre, eğer gerekli önlem alınmazda 2050 yılında denizlerde balık kalmayacak diye yakınan yazar, örneğin Türkiye’de ortalama yaşamın yetmiş beş yıl olduğunu göz önünde tutarak şu anda otuz beş yaş ve altında olanların denizde balık kalmadığına üzülerek şahit olacaklarını belirtiyor. Sacco ve Vanzetti/ Helmut Orthner/ Çeviren: Emrah Cilasun/ Agora Kitaplığı/ 304 s. 15 Nisan 1920’de ABD’nin Massachusetts eyaletinde haydutlar, bir şirketin aylıklarını taşıyan bir para nakil arabasına saldırıp iki korumayı öldürür ve gasp ettikleri parayla kaçar. Kısa bir süre sonra polisin yürüttüğü soruşturma, Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti adlı italyan göçmenin üstüne yoğunlaşır. Sacco ile Vanzetti hem İtalyan yani yabancı ve göçmen, hem anarşist hem de ateisttirler. Bu bileşim, dönemin ABD’sinde halkta korku ve panik yaratmaya en uygun görülen özelliklerdir. Gene de çok geçmeden bu ikili tutuklanıyor, aleyhlerinde somut delil bulunmamasına, uyduruk delil yaratma çabaları da son derece temelsiz görünmesine rağmen, önyargılı bir savcı ve hâkimin yönetiminde ölüm cezasına çarptırılıyor. Helmut Orthner’in siyasi polisiye diliyle, bir roman akıcılığında kurguladığı “Sacco ve Vanzetti” 20. yüzyıl başında ABD’de hoşgörüsüzlük ve yabancı düşmanlığının ne kadar canice ölçülere vardığını gösteriyor. Ayrıca aradan yüzSAYFA 24 ? 9 AĞUSTOS 2012 yıl gibi bir süre geçmesine rağmen dünyanın şu andaki siyasalkültürel atmosferinin nasıl da pek değişmeden kaldığına ışık tutuyor. Akıl Tamircisi/ Veysel Boğatepe/ Kora Yayın/ 94 s. Veysel Boğatepe, ilk mizah denemesi “Akıl Tamircisi” ile, bugünün toplumu üzerinde yaratılan derin psikolojik arızalara, hoşgörüsüzlüğe, sevgisizliğe, cehalete daha ötesinde dil bozukluğuna göndermelerde bulunuyor. Bu kitapta, tek cümlede iki slogan üreterek farklı bir mizah anlayışıyla, bilinen atasözleriyle ve deyimlerle dalga geçiyor. Aynı zamanda toplumun neden mutsuz, umutsuz, anlaşılmaz, küfürbaz bir hale geldiği sorusuna ise yarattığı Filozof Fahri karakteriyle yanıt veriyor. Bu kitap, sadece gülümsetecek ve özellikle düşündürecek nitelikte. Yazar okunduğunda ağız dolusu kahkahalar atılmayacağını ve böylece yüzlerin kırışmayacağını garanti ediyor. Fazıl Say/ Jürgen Otten/ Çeviren: İlknur Aka/ Kırmızı Yayınları/ 198 s. Fazıl Say, ‘dünya mükemmel olmadığı için sanat var’ diyen ve kendisini dünya yurttaşı olarak tanımlayan bir insan. ‘Türkiye’nin önümüzdeki 55 yıl içerisinde uluslararası platformda politik anlamda etkin bir rolü olacağını ve dünyada önemli ilk on ülke arasına gireceğini düşünüyorum. Fakat kültürel yaşama gelince: Bir sanatçı için Türkiye’de yaşamak günümüzdeki kadar zor olmamıştı’ diyerek, derdini ortaya koyan bir sanatçı. ‘Ülke, çağdaş anlayışta olanlar ve devleti yöneten partiyi oluşturan İslamcılar olmak üzere, ikiye bölünmüş durumda. Onların sözü geçiyor. Bu nedenle diğer taraf ki ben de kendimi burada görüyorum, çok dertli. Haksız da değil. İran gibi mi olacağız sorusunu yöneltmek sıradan bir kuruntu değil; bir ölçüde gerçeğin ta kendisi.’ diyebilecek kadar cesur biri. Her çağda ve her coğrafyada görülen, gericiliğe muhalefet etme görevini yerine getiren tüm gerçek sanatçılar gibi, Fazıl Say da, ülkesindeki çarpıklık ve bozukluklara dikkat çekmeyi görev ediniyor. Fazıl Say’ın sanatçı duyarlığıyla ortaya koyduğu bu karşıt tutumu, Türkiye’nin emperyalizm ve yobazlık kıskacından kurtuluşu yolunda verilen mücadeleye katkı sağlıyor. Jürgen Otten’in bu kitabı, Fazıl Say’ın özel yaşamına ve sanat kariyerine dair bilinmeyen pek çok konuya ışık tutmanın yanı sıra yaptığı katkının da altını çiziyor. Kaldırım Tanrıları/ Marrie Phillips/ Çeviren: Filiz İnceoğlu Öztürk/ Tembel Hayvan Yayınları/ 318 s. Olympos tanrıları ve tanrıçaları ne zaman ve nasıl çaptan düştü? Her nasıl olduysa, itibarı iyice zayıflayan, inananların saysı azaldıkça güç kaybına uğrayan tanrı ve tanrıçalar, 1600’lerde emlak fiyatlarındaki düşüşten yararlanarak Londra’da aldıkları büyük bir eve taşınır. Eskinin süper güçleri, sanayi devrimi ve Kapitalizm’in vurduğu darbelerle iyice aciz hale gelerek geçim zorluğu bile çekmeye başlar. Artemis: Mahallenin köpeklerini gezdiriyor, Dyonisos: Kendi imalatı olan şarabı sattığı bir kulüp işletiyor, Demeter: Evin arka bahçesinde organik tarımla uğraşıyor, Eros: O artık bir şey yapmıyor çünkü kendini adamış bir Hıristiyan, Zeus: O da bir şey yapmıyor çünkü tamamen bunamış. Tanrı ve tanrıçaların hepsi aynı durumda mı? Hayır. Savaş Tanrısı Ares’in ve Yeraltı Tanrısı Hades’in işleri her zamankinden iyi artık. Marie Phillips’in akıcı diliyle tanrılar yeniden dile geliyor ve zorluklara insan gözüyle bakıyor. Tepedeki Kadın/ Berna Durmaz/ Can Yayınları/ 84 s. Berna Durmaz, ilk kitabı “Tepedeki Kadın”la raflardaki yerini alıyor. Durmaz’ın öyküleri edebiyatın geleneklerine bağlanırken kendine özgü tatlar da içeriyor. “Tepedeki Kadın”da yer alan öykülerin sağlam, inandırıcı altyapıları, Durmaz’ın söyleyecek sözü olan, insanın temel bireysel sorunlarını özgün yöntemlerle anlatan bir yazar olduğunu gösteriyor. Kitapta yer alan öyküler, adı anılmayan bir taşra kasabasında geçiyor. Burada yaşayan insanların sıkışmış, olağanlaşmış hayatlarını anlatırken, Durmaz kasaba hayatının boş inançlar, hayaller ve şiddet yaratan ürkütücü yanını resmediyor. Güçlü, iz bırakan, okurunu rahatsız eden, özgün bir yazar Berna Durmaz. Şehir ve Şehir/ Chine Miéville/ Çeviren: Mehtap Gün Ayral/ Yordam Kitap/ 332 s. Avrupa’nın kıyıda köşede kalmış bir şehri olan Beszel’de bir kadın cesedi bulunur. Bu olay, başta, Ağır Suçlar Birimi müfettişi Tyador Borlú’ya sıradan bir cinayet gibi gelir ama soruşturma ilerledikçe, kanıtlar onu hayal bile edemeyeceği kadar ölümcül planlara götürür. Borlú, Beszel’den, dünya yüzünde onun kadar tuhaf olan tek metropole gitmek zorundadır. Bu sıradan bir sınır geçişi değil, fiziksel olduğu kadar, ruhsal da bir geçiştir. Bir algı değişimi, görülmeyenin görülmeye başlanmasıdır. Gideceği yer Beszel’in aynısı, rakibi, yakın komşusu zengin ve hareketli Ul Qoma şehridir. Ul Qomalı dedektif Quissim Dhatt’la beraber ve bu geçişle mücadele ederek, komşu şehri yok etmeye yemin etmiş aşırı milliyetçilerin ve iki şehri birleştirme hayalleri kuran birleşmecilerin çıkarcı yeraltı dünyasında bulur kendini. Dedektifler ölen kadının sırrını çözerken, bunun hayatlarına mal olabileceği gerçeğinin farkına varırlar. Karşılarına çıkan şey, Beszel ve Ul Qoma’daki tehlikeli güçler ve iki şehir arasında gizlenen şey, bu güçlerin en korkuncu. Kafka, Philip K. Dick, Raymond Chandler gibi yazarların, 1984 romanının izlerini taşıyan “Şehir ve Şehir”, insana metafiziksel ve sanatsal haz veren bir gerilim romanı. 1. Manga/ Walter Dean Myers/ Çeviren: Ali Ünal/ On8 Kitap/ 296 s. İnsanlar savaşır, devletler kazanır, her şey ölür! ‘Büyük büyükannemin bu saçmalığa kafası yatmayacak,’ dedi Darcy. ‘Benim de kafam yatmıyor ki. Burada oturmuş, kim olduğunu bilmediğimiz düşmanlar ve kim olduğundan emin olmadığımız dostlar hakkında konuşuyoruz.’ / ‘Bize düşense,’ dedi Pendleton, ‘önümüze çıkanı öldürmek ve ayrımı Tanrı’nın yapmasını istemek.’ / Başımı çevirip ona baktım. Gülümsemiyordu. Söylediğinde samimiydi.” Kod adı: Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu. Amerikan ordusunda görevli genç askerler içinse bunun tek bir adı var: Savaş. Halkı kazanarak barışı kurmakla görevlendirilmiş Sivil İşler’deki askerler, kendilerine tanımlanan bu kazanım sürecinde verilecek ya da tanık olunacak kayıpların henüz bilincinde değiller. Birinci ağızdan anlatımlar, şaşkın zihinlerde parlayan soru işaretleri, ölümün yüzü ve kokusu, korku dolu bekleyişler, hepsi de mektuplarda hayat buluyor. Kafalar karışık. Düşmanın bile kim olduğu belli değil. Ya dostlar? Onların kim olduğu belli mi? ? ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1173
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear