28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Mustafa Mutlu’dan ‘Maraton’da Sona Doğru!’ ‘Beni en çok ülkemin yurttaşları yanılttı!’ Mustafa Mutlu’nun hepsi de iz bırakmış yazıları eşliğinde yurtta yoluna son sürat devam eden “fetih” maratonunu an be an değerlendirdiği kitabı Maraton’da Sona Doğru! raflarda... Gazeteci yazar, bir yandan “fikri takip”teki ustalığını sergilerken bir yandan da yazılarıyla hesaplaşıyor. 2012’den bakış ekleyerek okurları geçmiş ile bugün arasında ibretlik benzerliklerin ve bir o kadar ayrımların ayırdına vardırıyor bir kez daha. Mutlu’yla Maraton’da Sona Doğru! adlı kitabını konuştuk. ayırdım. Ayırmadıklarımı da ciddi bir arşiv taramasıyla tekrar gün ışığına çıkardım. Ve hepsinin peşine düştüm… Yani kitabın bir sayfasına Vatan gazetesinde diyelim ki yedi yıl önce yayımlanan bir yazımı koydum; hemen altındaki “2012’den Bakınca” bölümünde ise; anlatılan o şeylerin bugün ne durumda olduğunu anlatmaya çalıştım… Bunu yaparken çoğunlukla, “Bakın hiçbir şey değişmemiş” de dedim, bazen de “Ne kadar safmışım” diye ironiye vurdum işi… Örneğin bu ülkenin kolay kolay dönüştürülemeyeceğine inanmışım; ama gelinen noktada görüyorum ki ülke çoktan dönüşmeye başlamış… İşte; burada hem yazılarla hesaplaştım, hem de dönemle… “Bu, bildiğimiz anlamda bir gazete yazıları toparlaması değil” diyorsunuz kitapta... Değil... Zaten, bu tür kitaplar, internetin sunduğu olanaklar yüzünden anlamını da yitirdi. Artık isteyen herkes, istediği yazıyı internetten bulup çıkarıyor. Oysa geçmişte kalan o yazıların yeniden yazılması, yorumlanması, izinin sürülmesi; hem yeni, hem de çok zor bir şey... Diyelim ki; bir tanıktan söz ediyorsunuz... İyi de adam, aradan geçen sürede kaybolmuş ya da ölmüş... Yani yeni bilgiye ulaşmak zorlaşmış... İşte bu yüzden bazen çok kısa bir 2012’den Bakınca bölümü için haftalarca çalışmak zorunda kaldığım oldu. Gelen ilk tepkilere bakılırsa; bu kitap, ülkemiz yayıncılığında yeni bir “tür” yaratacak... Çünkü birçok köşe yazarı şimdiden, benzer kitaplar yazmak için kolları sıvadı. Yani artık yazarlar, okurlarının karşısına toplama yazılarla değil, “hesaplaşılan yazılarla” çıkacak. Bu da sevindirici bir şey... ? Gamze AKDEMİR azılarla hesaplaşma konusu... Siz nasıl hesaplaşıyorsunuz kitapta? Her yazı sadece tarihe not düşmekle kalmaz; bizde pek umursanmasa da (!) aynı zamanda yazarını bağlar… En azından dün “ak” dediğinize, bugün “kara” diyorsanız, aradaki bu farkın nedenini açıklamak zorunda bırakır. Ülkemizde öyle köşe yazarları biliyoruz ki; örneğin 12 Eylül darbesinin hemen arkasından yazdıkları yazılarda darbecilere alkış tuttular… Aradan 30 yıl geçtiğinde ise; hepsi bir gecede “demokrat” olduklarını hatırlayıp, o darbecilerin yargılanmasını isteyen kampanyalara öncülük ettiler. Bu arkadaşlar; eski yazılarıyla hesaplaşmayı bırakın, okumaya bile cesaret edemezler… Çünkü kendilerindeki değişikliğe, kendileri bile inanamazlar. Ben hiçbir zaman böyle bir “köşe yazarı” olmadım; istesem de olamam zaten… Bu yüzden eski yazılarımı sık sık okurum. Çünkü gazeteciliğin bir “fikri takip mesleği” olduğuna inanırım. Bir gazeteci; haberine ya da yorumuna konu edindiği olayların yıllar içindeki seyrini de izlemelidir. Bu sadece gazetecilik görevi değil aynı zamanda halkın haber alma hakkının teslimidir. Örneğin yedi yıl önce bir yazı yazmışsınız ve diyelim ki “Işık Evleri” konusunda başlatılan bir soruşturmayı işlemişsiniz… Sonra… Gündemin yoğunluğuna kapılıp gitmişsiniz ve olayı hem siz unutmuşsunuz; hem de kamuoyu… Ama arşiv unutmaz. Eğer gazeteci, sık sık arşive bakarsa ve yazdığı yazılara göz atarsa; yıllar önceki o yazının devamını getirme şansını da yakalar… Yani ortaya yeni haberler çıkarır… Maraton’da Sona Doğru’yu yazmayı beş yıldır planlıyorum. Bu yüzden gündem oluşturan yazılarımı bir kenara SAYFA 4 12 TEMMUZ Y “SAKIN BANA ‘ÇÖZÜM NE?’ DİYE SORMAYIN” Zamanın durağan olmadığının nişanesi, yakın tarihe düşülen kayıtlardır da yazılar kuşkusuz. Sonra yerinde saymamanın, hep ileriye bakmanın; gezegenin ve homo sapiensin hali ahvali etrafında sosyoekonomik, sosyopolitik ve sosyokültürel ilerleme veya gerilemenin olduğu anları tespit eden yazıcılar gibidir de gerçek gazetecinin durumu...Dolayısıyla gazeteci eskiden aslında her şeyden birazdı sosyolog, psikolog, antropolog, ekonomist, siyasetçi desem ve bir geçmişten bir 2012’den bakarak yanıtlamanızı rica etsem ne dersiniz? Eskiden neydi şimdi ne? Tabii, bu yıl meslekteki 30’uncu yılını dolduran bir gazeteci olarak, sanırım bu soruyu yanıtlama hakkına sahibim... Benim mesleğe başladığım yıllarda gazetecinin iki temel görevi vardı: Kamuoyunu yansıtmak ve kamuoyu oluşturmak...Kamuoyunu yansıtmak haberle, kamuoyu oluşturmak ise yorumla, yani köşe yazısıyla yapılırdı. Ama ülkemiz son 10 yılda öylesine büyük değişiklikler yaşadı ve siyasi iktidara muhalif olan aydınlar, hatta siyasetçiler öylesine sindirildi, susturuldu ki; gazeteciler bu iki görevi de yapamaz hale getirildi. Örneğin bugün Türk basınının yarısından fazlasında; iktidar aleyhine tek satır haber ve yoruma rastlayamaz hale getirildik... Toplum; bu “kuşatma”yı kabul etmeyen ve hâlâ gazetecilik yapmaya çalışan habercilere ve özellikle yorumculara yeni ama mesleğin doğasına aykırı bir misyon daha yükledi: Liderlik etmek... Okur; gelebilecek baskılara aldırış etmeden eleştiriGamze Akdemir, Mustafa Mutlu ile beş yıldır planladığı Marathon’da Sona Doğru’yu oluşturan yazılarını konuştu. lerini sıralayan, toplumun 2012 dikkatini çekmeye çalışan ve şimdilerde “muhalif” diye sıfatlandırılan gazetecilerden; bir de “çözüm önerisi” bekler hale geldi... Yani bir şeye “yanlış” diyorsanız, çözüm önerisini de sunmak zorundasınız... Bununla da kalmıyor beklenti, sunduğunuz çözüm önerisi beğeniliyorsa, onu hayata geçirme görevini de size yüklüyor kamuoyu... Oysa bu “uygulamacıların” yani siyasetçilerin, bürokratların işi... Bir gazetecinin kesinlikle böyle bir misyonu yok... Tam tersine; gazeteci, “sorun tespit etmekten” yani ayna olmaktan uzaklaşıp, çözüm bulmaya ve onu hayata geçirmeye kalkıştığı oranda gazetecilikten uzaklaşıyor. Bu yüzden ben; son iki senede 40 küsur il ve ilçede verdiğim konferanslara hep, “Ben size fotoğraf çekeceğim ama sakın bana ‘İyi de çözüm ne Mustafa Bey?’ diye sormayın” kaydıyla başladım... Eğer kendimi toplumsal sorunlara çözüm bulmaktan ve hayata geçirmekten sorumlu görseydim; o zaman mesleği bırakır, siyaset yapmaya başlardım. Haaa; bunu yapan meslektaşlara da sonsuz saygı duyuyorum. Tabii tek bir şartla... Örneğin milletvekili seçilmişlerse; gazeteciliği bırakacaklar... Hatta öyle bırakacaklar ki; milletvekillikleri bittiğinde bile tekrar gazetecilik yapmaya soyunmayacaklar. Çünkü siyaset kişiyi bir partiye ya da örgüte bağımlı kılar, gazetecilik yapmanın tek şartı ise bağımsız olmaktır. Geleceğe hayli dönük bir gazeteci olmayı anlatır mısınız? Ve yazılarınızda özellikle de kitabınızda bu yaklaşımın nasıl hayat bulduğunu? Hem alaylı hem de okullu bir gazeteciyim... Doğal olarak hem alaylı kültürünü, hem de okullu eğitimini aldım. İkisinden de öğrendiğim tek şey var: Bugün yaşadıklarımız sadece sonuçtur. Temelleri mutlaka aylar ya da yıllar önce atılmıştır. Bu bakış açısı; geçmişi benim için hep önemli kıldı... Örneğin Demokrat Parti dönemini bilmezseniz, bugün AKP iktidarını ve halktan aldığı desteği asla anlayamazsınız... Ben dünü unutmadan bugün yaşananları anlamaya ve gelecekte yaşayabileceklerimizi öngörmeye çalışıyorum... Ve o yüzden de “hesaplaşma yazıları” yazarken hep “Keşke yanılsaydım” demek zorunda kalıyorum. Bu özellik; elbette gazeteci olarak çok olumlu... Ama insan olarak çok zor! Çünkü başınıza geleceği görüyor ve “Aman önlem alalım da bu süreci böyle yaşamayalım” diyorsunuz. Bu süreçte duyduğunuz tek şey, “Sen de fazla abartıyorsun” oluyor... Ama günü geldiğinde korktuğunuz şeylerin bile bile lades halinde yaşanması çok zor geliyor. Bu toplumsal öngörüsüzlüğe ve aldırmazlığa üzülmekle geçiyor hayat! “ÜLKEMİN VAKTİ TÜKENİYOR!” Teslim olmadınız, olmazsınız... Sizi teslim alamazlar... Peki vaktiniz tükeniyor mu o zaman ne dersiniz? En kolay sorun bu Gamze... Gazeteci özel yaşamına dikkat ederse, gazetecilik meslek ilkelerine ve sorumluluklarına uygun bir hayat yaşarsa, kimseyle ahbapçavuş ilişkisine girmezse, başkalarının değil de kendi vicdanının sesi olursa yani “bağımsız ve bağlantısız” durabilmeyi becerebilirse, cemaat ya da camia adamı olarak değil de mesleki başarılarıyla yükselirse; teslim olmamayı da beceriyor... AKP’liler benim “CHP’li bir yazar” olduğumu düşünürler ama bilmezler ki meslek hayatım boyunca bana en çok davayı CHP yöneticileri açtı! Gerçi hepsini kaybettiler ama durum bu... Gazeteci cemaatlerine de ? ? gir dım Ve en edilebil Yani “t yüzden mayı ge nen sad şımın ü ülkemi dayana uyarma rum. B “kasap dukları nu da b Yur yen mi ka zam Meslek çoğunu Yur ma kıza liyetçili ğil... Ev kültürü nım am yım” di daşıyım etnik k mesind rum. So ğumun dığını v müzü g yorum. dığım d rum; çü ihaneti nin ayd yakın b ra prog lemeyi sa; bu “ Emin tidara m bölümü çok dah yor... “ diğinde tarmak diye ya çok am Kita tarih ev mesleğ “Ke yitmese olmakt İnte Her lanmak interne saydı; s Müthiş kötü am ra” ned “MİL OLD Bu bu mem kalabilm neden z Yin kırtaca leketin meyi ba cak kad o kadar rumlulu lere kar genelle ama “g yeti biz ce, insa gemiler ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1169 CUMH
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear