Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Joyce Oates’ten ‘Dul Kadının Öyküsü’ Geride kalan Amerikan yazınının çağdaşımız olan üretken yazarı Joyce Carol Oates Dul Kadının Öyküsü adlı otobiyografik romanında ölen kocasının ardından hayata yeniden tutunma çabasını anlatıyor. Dul Kadının Öyküsü; yaşam, ölüm, sevilen birinin beklenmeyen ölümü karşısında tutulan yas, hissedilen ıstırap, keder gibi duyguları yeniden sorgulamaya sebebiyet veren bir kitap. ? Bahar Çelik OMUR nsanoğlunun kaç yaşına gelirse gelsin, ne yaşarsa yaşasın aşamadığı korkuları oluyor. Zaman zaman inkâra yönelsek de kaybetme korkusu bu korkularımızın en başında yer alıyor galiba. Sahip olduklarımızı kaybetme korkusunu aşan korku var mıdır bilemiyorum ama sevdiklerimizi kaybetme korkusu hepimizi zaman zaman yoklar dersek abartmış olmayız sanıyorum. Kaybetme korkusunu karşımızdakine duyduğumuz sevgi besler elbette ve bu sevgidir kaybımızın arkasından iç sorgulamalarını başlatan. Karşı köşede bizi bekleyen ilk duygu genelde vicdan azabıdır. Sonrasında gelen ise neden sorusu. Zamanı geri almak için nelerimizi vereceğimizi düşünürüz. Bunun mümkünü olmadığını bilmemize rağmen. Zamanı geri alamayacağımızı fark ettiğimizde ise savunma mekanizmaları işlemeye başlar. Çıldırmadan önceki son çıkış da budur. Yapabilenler yeniden hayata döner. Yapamayanlar ise gidenin peşine düşer hızla. Yakın birinin kaybını kazasız belasız atlatmak elbette kolay olmayacaktır. Yollar çetin ve karanlıktır. Güneş ise hayli uzakta. Karanlık yollardan uzak güneşe ulaşmaya çalışan bir kadının hikâyesi var şimdi karşımızda; Joyce Carol Oates’in hikâyesi. Amerikan yazınının, çağdaşımız olan bu üretken yazarı Dul Kadının Öyküsü adlı otobiyografik romanında ölen kocasının ardından hayata yeniden tutunma çabasını anlatıyor bizlere. likleri boyunca mutsuzluklarını, sorunlarını birbirleri ile paylaşmamış, bunun sadece birbirlerin sıkıntı verecegini düşünmüş ve bundan hep kaçınmışlardır. “Mutsuzluğunu bir başkasıyla paylaşmanın, o insanı da mutsuz etmekten başka ne faydası olabilir ki?” Ray editör olmasına rağmen Oates’in yazdıklarını okumadığı gibi onlarla ilgili yorumların çoğunu da okumaz. Ray hayattayken aralarına koymuş oldukları mesafe, Ray’in ölümüyle büyük bir kayıp olarak karşısına dikilir Oates’in. Ray’in ölümün ardından yapacağı ilk iş aralarındaki duvarı kaldırmak, tanımadığı Ray ile tanışmak olacaktır. Bu yüzden Ray’in kişisel eşyasını başka bir gözle incelemeye başlar. Geride bıraktığı taslak roman çalışması “Kara Ayin”in de bu yolda ona yardımcı olacağını düşünür. Ancak kitabı incelerken bir taraftan da Ray’in mahremine girmiş olabileceği düşüncesinden kendisini alamaz. Zira Ray isteseydi yazdıklarını GİDENİN ARDINDAN onunla paylaşabilecegini düşünür ancak kitabı okumaya devam eder. Ray’in kiOates ve Smith’in evlilikleri bilinen tabında ise kendi yaşamından kesitler, evliliklerden biraz daha farklıdır. Evlianılar bulur. Kitabın kahramanı tıpkı Oetes’e benzemektedir. Diğer taraftan Ray’in yaşamının, Oates tarafından hiç bilinmeyen tarafı da kitapta yer almaktadır. Ray’in babası ile arasındaki mesafe, çocukluğu, kız kardeşine uygulanan lobotomi. Oates bunlar hakkında neden yeteri kadar bilgi sahibi olmadığını sorgular. Özeleştiri yapar. Ray’in anne ve babasına olan uzaklığından toy bir kadınken nasıl haz aldığını fark eder. Yaşını bir hayli almış olan Oates’in hayata bakışı elbette içinde yaşadığımız kültürden çok daha farklı. Beklenenin aksine Ray’in ölümüyle bir şeyler yazması yavaşlamış olmakla birlikte, üniversitedeki görevine ara vermez. Farklı şehirlerde verdiği seminerleri, buluşmaları aynı şekilde sürdürmeye Kırk sekiz yıllık evlilikleri boyunca hiç ayrılmayan, hep yan yana devam eder. Bu esnada duran Raymon Smith ve Joyce Carol Oates’in son derece dengeli arkadaşları da onu yalnız yaşamları vardı. bir gece acil olarak hastaneye çağrılır. Telefonda geçen diyalog ise “anı havuzu”na, oradan bir daha hiç silinmemek üzere kaydolacaktır: “Şu an yaşıyor mu? Kocam yaşıyor mu? Evet. Kocanız henüz hayatta.” Henüz kelimesini duyduğunda kocasının ölüme çok yakın olduğunu anlar. Hastaneye gidene kadar kafasından geçen binlerce kötü düşünce ile mücadele etmeye çalışır. Her şeyin eskisi gibi olacağına dair kendisine telkinler verir. Hastaneye vardığında ise kötü haber Oates’i beklemektedir. Asla kabullenmek istemediği, değiştiremeyeceği gerçek tüm çıplaklığı ile karşısında durmaktadır; Ray ölmüştür. Oates’e geç kaldığını düşünmenin verdiği, suçluluk duygusu ve derin ıstıraptır. Ray’in gidişiyle birlikte ise artık her şey bambaşka olacaktır. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Şimdi yapması gereken en önemli şey hayatta kalmaktır: “Yaşamlarımızın boşunalığı. Birbirimize olan sevgimizin ve evliliğimizin boşunalığı. Yaşamlarımızın bize ait olduğuna ilişkin o boş düşüncemiz.” bırakmaz. Topluluk içinde rahat edemiyor olsa bile gülümsemeye devam eder. Tahammül sınırlarının uçlarında gezer fakat pes etmez. Uyku sorununa karşı ise antidepresan kullanır. Ancak ilaçları kullanırken de son derece temkinlidir. Bir taraftan ilaçları nasıl azaltabileceğinin planlarını da yapar. Ve bu haliyle bizim tarafımızdan dışarıdan görünen Oates “yaşam dolu” bir kadındır. Ray’in ölümünden sonra her ne kadar kendini suçlamış, bir sorumlu aramış olsa da yaşama tutunmayı bir şekilde başarır. Yaşam biçiminde içinde bulunduğu kültürün etkisi yüksek olsa da onun üretkenliği, yazar kimliği, hayata bakışı hayatı bir taraftan sevdiğini de göstermektedir. YAS KÜLTÜRÜ Peki ondan vazgeçmeyi düşündüğü hiç mi olmaz? Parlak bakışlı ejderha ilk başlarda sık sık yoklar onu. Ama Oates onun gözlerinin içine bakmaz. Kimi zaman görmezden gelir ve yaşadığı kötü zamanları otobiyografik bir roman halinde bizlere aktaracağı günlere ulaşmayı başarır. Yas ve ağıt sadece yaşadığımız topraklara mahsus bir gelenek değil elbette. Acının karşısındaki farklı ifade biçimleri acının daha kolay atlatıldığını da göstermiyor. Acı ile baş etme, kendini yeniden var etme biçiminde birileri için olmazsa olmaz, başka bir kültür içinde anlaşılmaz bulunabilir. Ya da bir yerde nezaket ifadesi olarak sunulan bir hediye, başka bir yerde hakaret olarak addedilebilir. Ray’in ölümünün ardından Oates’e hiç durmadan gönderilen içi çikolata ya da bilumum yiyecekle dolu hediye sepetleri gibi. Kimi kültürlerde şekerin haz ile eş tutulmasından mütevellit taziye için gelen konuklara şekersiz kahve ikram edilirken nerede kaldı çikolatalı hediye sepetleri! Jose Ortega Y Gasset, Roman Üzerine Düşünceler isimli denemesinde “Bir sanat yapıtını kurtaran, asla konusu değildir, heykele değerini verenin maddesinde altın olmadığı gibi” der. Oates’in romanını okunur ve çekici kılan da elbette başlı başına sadece yazarın büyük bir kaybın ardından yaşadığı derin boşluk, ya da tuttuğu yas değil. Onun başarısı yaşadıklarını anlatma ve aktarmasında. Olayların akış sırası, başlıkları son derece etkili. Öte yandan Ray’in hastalığı esnasında gösterdiği tutum, felsefe eğitimi almış bir yazar demek ki böyle olabiliyor diye düşündürüyor okura. Zira Ray’in sağ akciğerindeki bakteri enfeksiyonuna karşı antibiyotik tedavisine başlandığında Oates’in bunu sorgulaması oldukça düşündürücü: “Spinoza’nın gözlemlediği gibi: Her canlı kendi varlığını sürdürme çabasındadır. Doğada iyi kötü yoktur, yalnızca yaşam, yaşamla savaş halindedir. Yaşam, yaşamı tüketir. Ancak insanın yaşamının öbür yaşam biçimlerinden özellikle de bakteriler gibi ilkel yaşam biçimlerinden daha değerli olduğuna inanmak isteriz.” Dul Kadının Öyküsü; yaşam, ölüm, sevilen birinin beklenmeyen ölümü karşısında tutulan yas, hissedilen ıstırap, keder gibi duyguları yeniden sorgulamaya sebebiyet veren bir kitap. Oates’in aktarımdaki başarısı okuru öylesine etkiliyor ki insan yanı başındaki sevdiklerine sımsıkı sarılma hissi duyuyor. Dul Kadının Öyküsü/ Joyce Carol Oates/ Çeviren: Alev K. Bulut/ Kırmızı Kedi Yayınları/ 416 s. HAZİRAN 2012 SAYFA 5 ? İ İLK VE SON AYRILIK Kırk sekiz yıllık evlilikleri boyunca hiç ayrılmayan, hep yan yana duran Raymon Smith ve Joyce Carol Oates’in son derece dengeli yaşamları olur. Kötü sürprizlerden, büyük kayıplardan, iniş çıkışlardan uzak bir yaşam. Birkaç günlük iş gezisi ayrılıkları dışında yaşamları hep yan yana geçmiştir. Ancak bu yan yanalık birbirilerine yapışık gezen çiftlerin birlikteliğinden farklıdır. Her şey olabildiğince dengeli ve rutininde giderken Raymond’un hastalığı yaşamlarındaki büyük değişikliğin başlangıcı olacaktır. Zatürre teşhisi ile hastaneye yatırıldığında kocasının birkaç gün içinde eve geri döneceğini düşünen Oates bir yandan kendi işleri ile ilgilenirken diğer taraftan eşinin işlerinin yürümesi için de elinden geleni yapmaktadır. Ray’i hastanede bırakıp eşya almak için eve geldiği CUMHURİYET KİTAP SAYI 1167 28 ?