24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Nedim Şener’den ‘Baba Seni Neden Oraya Koydular?’ ‘Bu bir çocuk kitabıdır!’ Nedim Şener 3 Mart 2011’de gözaltına alındı. “Bir yanlışlık var, gidip hemen halledip döneceğim” diye düşünüyordu. Ancak 7 Mart 2011’de girdiği Silivri Cezaevi’nden 12 Mart 2012’de çıkabildi. Tam 375 gün eşinden, çok sevdiği kızından, arkadaşlarından ve tabii mesleğinden uzak kaldı. Gerçeği aramak için yola çıkmış bir gazeteciydi. Yolsuzluk, çeteler, vergi kaçakçılığı, hayali ihracat gibi pek çok konunun yanı sıra Hrant Dink cinayetinin izini sürüyordu. Şener, adını kızının sorduğu sorudan alan Baba, Seni Neden Oraya Koydular? adlı kitabında, kendisini cezaevine götüren süreci anlatırken parmaklıklar arkasında yaşadıklarının ve mahkeme sürecinin bilinmeyen yönlerini de okurla paylaşıyor. Şener’le kitabını konuştuk. ? Gamze AKDEMİR Mart 2011 günü gözaltına alındın, 6 Mart 2011’de tutuklandın ve 375 gün sonra 12 Mart 2012’de serbest bırakıldın. Kızından, eşinden, yakınlarından, meslektaşlarından, okurlarından uzak tutuldun. Tüm bu süreci yazdığın kitabın aslında en çok neyin ifadesi? Bu kitap, aslında kendi kızım nezdinde çocuklara yönelik bir kitap! Çocuk kitabı bile diyebilirsiniz! İçinde yazılanlar da kimi tarafından belki de “çocukça” diye yorumlanabilir! Hatta duygusal yapısı itibarıyla içi çocuksu da gelebilir! Benim gibi duygularıyla yaşayan bir adamın dert anlatmasıdır ve asıl, bu yaşadığı olayı ilerde sorguladığında kızıma cevap olsun diye yazdığım bir kitaptır. Beraberinde de yaşadığım bütün olayları anlatan bir kitaptır. Ama önce kızım içindir. Kızım babasının sebep olduğu bir kaderi yaşamak zorunda kaldı. Hrant Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları adlı kitabı yayımladıktan sonra bana davalar açıldığında beş yaşındaydı. Neyi ne kadar anlamıştı? O kadar küçüktü ki mahkemenin ne olduğunu tam bilmiyordu. Bir yakınımız o zaman boşanmıştı, ben de mahkeme falan deyince “Baba boşanıyor musunuz” diye sormuştu bana. Her mahkemeyi öyle sanıyordu. Sonra onu geçtik, davayı açanlar Dink cinayetinde ihmali olan polislerdi biliyorsunuz, biz kızımıza kötü polis diye bir şey öğretmediğimiz için bu sefer şu soruyu sordu: “Baba sen ne suç işledin?” “Sana niye dava açıldı” diye sormadı “Sen ne suç işledin” diye sordu. Çünkü polislerin yanlış bir şey yapmayacağını sanıyordu. Ama sonra kötü polisle iyi polisin ayrımına o da vardı; çünkü ona da bunu 8 yaşına geldiğinde öğretmiş oldular ki ben de tam olarak böyle öğrendim. Kötü polislerin ne kadar koyu kötü olabileceğini böyle öğrendim ve onu anlatmaya çalıştım. En kötüsü onların kötülüklerinin koyulaştığı yerin adalet mekanizması olması. Adalet böyle bir koyuluğa alet olduğu zaman zifiri karanlık oluyor her yer. “SAVCININ İMZALARI DOSYADA AMA ADALET YOK, VİCDAN YOK!” Her şeyden önce sıradan bir vatandaştan farklı olarak, bir gazeteci olarak pek çoğu bilmediğin, farkında olmadığın şeyler değildi. Fakat yine de hapisSAYFA 16 ? 28 HAZİRAN 3 Hapisten devlete olan inancını ve bakışını yitirerek çıktığını ifade eden Şener, Gamze Akdemir’le... ten devlete olan inancını ve bakışını yitirerek çıktığını ifade ettin. Adaletin kirlendiği, izinin tozunun görülmediği, ortadan kalktığı o zifiri karanlıkta inancını yitirmemek mümkün değildir. Orada hiçbir yön bulamıyorsunuz. Sesinize hiçbir ses alamıyorsunuz. Kimse sizi duymuyor ve bunu da sağlayan adalet, hukuk sistemi. Bu çok organize şekilde mi sağlandı? Kesinlikle. Eskiden şöyle düşünüyordum işte “polis ne yaparsa yapsın, sonunda bir savcı var, bir mahkeme var”. Sonra baktım savcılık da polise yakın durunca bu ülkede hiç değilse mahkemeler var dedim. Baktım ki mahkemeler de zincirin halkası haline gelmiş ve siz entegre bir şekilde bir yerinden elinizi kaptırdığınız zaman sadece kolunuzu değil tüm bedeninizi kaptırıp Silivri’de soluğu alıyorsunuz. Masa masa dolaşıyor dosya. Herkes birbirine imzaya gönderiyor! Kesinlikle. İfadeler, sanki göstermelik alınıyor, tutuklanmamıza çoktan karar verilmiş ve bir formalite tamamlanıyor orada. Her şey göstermelik ilerliyor. Dosyaya bakarsanız hiçbir eksik yok, her imza olması gereken yerde ama o dosyada adalet yok, vicdan yok; ama imzalar olması gereken yerde. Sanıkla psikolojik iletişimleri nasıl? Tabii orada yargılama aşamasına kadar olan kısmı söylüyorum. Yargılama kısmı tabii daha sorguların çapraz yapıldığı, ifadelerin açıkça verilebildiği, iyi ile kötünün kısmen ayrılabileceğini umduğum bir evre. Ama tutuklamaya kadar geçen kısım böyle. O kısımda “suçu ispat edilene kadar herkes masumdur” güme gidiyor... Öyle bir gidiyor ki siz suçsuzluğunu2012 zu ispatlasanız dahi suçlusunuzdur. Tam aksine yani. Bu tam Kafka romanlarındaki fotoğraftır, Kafka romanında der ki tam bir beraat beklemeyeceksin, en fazla kısmen beraat edebilirsin. Yaşadığım süreç de böyleydi. “PARDON DİYEMEYEN DEVLET, BİR CEZA KESER NASIL OLSA” Tahliyelerin gerekçeleri “suç vasfının değişme ihtimali” ve “tutuklu kaldıkları süre”... Suçunun vasfı değişmiş onlara göre. Şu suçu bir açar mısın, hani senin suçun olsa olsa ne olur? Dosyaya baktığımızda benim suçsuzluğum çıkar ortaya. Bana atfedilen suçlamayla ilgili tek bir delil yok. Mesela suçlama konusu bir kitap bende yok ya da dokümanlar bende yok. Benim yazdığım tek bir şey yok. Savcı sadece “yazmış olabilir” diyor, ama tek bir delil koymuyor. Dosyaya bakarsanız olsa olsa Ahmet Şık ile Hanefi Avcı’nın kitap yazımına katkı olabilir, ama bununla ilgili tek bir telefon tapesi, bir mesaj, belge, not, hiçbir şey yok. Sadece Oda TV’nin bilgisayarında Nedim, Ahmet’i çalıştırsın, Hanefi’nin kitabını hızlandırsın diye iki cümle yer alıyor. Diyelim ki o kitaplar propaganda suçuna girmiş olsa, tutuksuz yargılamayı gerektirecek bir suçtur, oradan ancak propaganda suçuna katkı yapmış olabilirsiniz. Ama terör örgütü üyeliği nereden geliyor? Hangi bağlantı? Ne delil var ki onlar örgüt üyesi oluyorlar da ben onlara yardım, yataklık ediyor oluyorum. Ama propaganda suçlaması için önce o kitapların yazımına katkı yaptığımın ispatlanması lazım. Var mı böyle bir delil, hayır yok. Savcıya derdini hiç anlatamadın... Savcı zaten dinleme taraftarı değildi. Daha ilk girer girmez doğrudan şöyle söylüyor işte poliste susma hakkınızı kullanmışsınız, isterseniz burada da hakkını kullanın. Konuşma yani, ben eve gideceğim havasında. Buradan da hemen seni mahkemeye sevk edeyim dedi zaten doğrudan. Çünkü kendisi konuştukça da size bir sürü done sunuyor, istemiyor bunu. Orası bizim de, hele ki gazeteci olarak savcılığı sorguladığımız karşılıklı bir sorgulamaya dönüşüyor. Savcının sorularını, mimiklerini, tavırlarını, onun cevaplarını sorguluyorum her şeyden önce. Ben de ona soru soruyorum. İstemiyor bunu tabii. Kitapta da yaptığın tam da bu, çapraz sorguluyorsun olayları, kişileri, tarafları... Yapıyorum çünkü bir yandan da aslında ilk andan beri sezinlediğim o yanlış gidişat nedeniyle belleğimde delil toplamaya çalışıyorum. Çünkü savcının nasıl bir yalpalama içinde olduğunu görüyorum. Düşünün, polisin getirdiği dosyayı, polisin hazırladığı soruları olduğu gibi soran bir savcı. O zaman sana ne gerek var? Araya ek bir soru bile koymuyorlar. Sen neler sordun, sorabildin? Dink cinayeti konusunda sorular sordum. Dedim ki, “Ergenekon Terör Örgütü denilen yapıyla ya da orada yer alan sanıklarla Dink cinayeti arasında bağlantı olduğunu ısrarla söyledim hatta bu konuda yargılanan bir adamım. Ama siz bana aynı örgütün üyesiymişim muamelesi yapıyorsunuz. Oysa Dink cinayetini Ergenekon’a bağlamayan isim bizzat sizsiniz. Niye yapmadınız bunu?”. “Delil yoktu” diyor. “Delil olmaması mümkün değil, ben bakın Emniyet’in elindeki şemaları bulup yayınlıyorum. Başka deliller de var. Oysa siz bunu yapmadınız” diyorum. “Ben yaptım her şeyi, hatta Dink ailesinin avukatlarına buradan belge de verdim, ben yapabileceğim her şeyi yaptım” falan diye böyle köşeye sıkışan cevaplar. Seni yalnız bırakmayanlar, tüm bu süreçte yanında olanlar arasında başta Dink ailesi seni hiç yalnız bırakmadı, Özgür Mumcu da öyle... İşte o “beraat” kelimesinin bendeki karşılığı da odur. Tutuklandığım zaman dünya başıma bir yıkıldı, hakikaten kendimi o an suçlamanın altında ezilmiş hissettim. Fakat dışarıya çıktığımda, otobüsle bizi götürürlerken kalabalığın içinde Orhan Dink’i, Özgür’ü görünce dedim ki bir dakika ya, kendine gel yani sen aslında busun dedim. Sen o dışarıdaki adamların yanındaki adamsın dedim ve o an başladı benim asıl mücadelem, ağır ağır. İlk baştaki duyguyu biraz açar mısın? Gözaltından tutuklama mahkemesine kadar yani 3 Mart ile 6 Mart sabahı arasında geçen süreçte, bana atfedilen suçlamanın altında eziliyordum. Yani söyledim, anlattım, saatlerce ifade verdim. Karşıdaki insanlar işte delil durumu, işte yok dosyanın muhteviyatı deyip tutuklayınca, bir şey var galiba dedim, yani benimle ilgili olmasa da başka biriyle ilgili bir şey var galiba diye düşündüm. Acaba gizli bir tanık birtakım yalanlar mı söyledi falan diye düşünüyorsunuz ve o suçlama üzerinizde bir baskı oluşturuyor. Çünkü artık inandığınız mahkeme de sizi tutukluyor. Mahkemenin başkanı, tek hâkim vardı, gayet güzel dinledi, diyorsunuz ki bu adam haksız karar vermez. Böyle inandığınız bir anda sizi tutukluyor. O zaman ken ? ? din dış duygula ris’e git beni or gürlük ren. Eğ kolojik yaşardı mecimd beraber tivasyon “Sil ğını ve yorsun. Bir sunuz o niz o ar öfkeliys Hra caksın.. Cez tapta d “ŞİM DEV YAZI Yan medi... Asla devletin dınlanm da bun san unu me düş mevcut cinayet Bense i Bir gün tırmaya dan son Hrant D tap çalı me Kur kararı e lenmes yaptığı vesinde cinayet rektiği bu kon karartıl poru sa üzerind Oysa ya kratik, bir yarı idare ta ğerlend ğerlend dık kalı bağladı mazsını mın ad Yalanla adı da “ ları” ol mamen tıldığı ç Dev nâzır ol Bur hurbaşk Cumhu larının nın kul hurbaşk dir dem dedi ve kadük e dedi ve içeriği d cinayet tılır ve sanlara kitabım dim ki; CUMHURİYET KİTAP SAYI 1167 CUMH
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear