05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Ertuğrul Özkök’ten sıra dışı bir Türkiye senaryosu ‘Korku alfabesiyle konuşmaya başladık’ ? Gamze AKDEMİR edi büyük günah… Bir “yırtık don projesi” üstelik… En çok da demokrasi üzerine bir kitap olduğu düşünülürse ne demek bu? Avam geliyor o niteleme farkındayım ama bugün durum aynen de bu. Demokrasiyi çok klasik, artık demode, depase kavramlarla tartışıyoruz. Demokrasi denince, ağzımızdan “milli irade ” kavramından başka bir şey çıkmıyor. Milli irade bana göre demokrasinin en basit kavramlarından bir tanesidir. Sofistike değildir yani. Tartışmamız gereken şey milli iradenin yeni tarifinin ne olacağı olmalı. Yani milli irade, sandıktan çıkan istediği her şeyi yapar değil artık bu çağda. “ÇAĞDAŞ DEMOKRASİ VESİKALIKLARA BAKAR, BÜYÜK RESME DEĞİL” Demokrasinin yeni bir tarife ihtiyacı olduğu yönünde bir önermede bulunuyorsunuz kitapta. Var, işte görüyoruz… AKP’nin Arena stadındaki siyasi mitingini gördük. Bu konudaki tüm yazıları okuyorum ve yeni bir alfabenin gelişmeye başladığını görüyorum. Türkiye bence üçüncü alfabe devrimini yapıyor şu anda. Arap alfabesinden Latin’e geçtik şimdi de dolaylı yoldan konuşmaları anlatacak bir alfabeye doğru gidiyoruz. Arena mitingi hakkında çıkan eleştirel yazıların hepsini okudum. Erdoğan’ı en çok destekleyenler de bile şu ifadeler var; “1930’lardaki mitingleri hatırlatıyor.” Ben “yirminci yüzyılın ilkyarısındaki siyasi gösterileri hatırlatıyor” diye yazdım. Başka biri, “Eskiden çok tartışılan kitlesel mitingleri hatırlatıyor” diyor. Ama kimse adını koymaya cesaret edemiyor. Oysa herkesin neyi kastettiği, bu mitingi neye benzettikleri belli, gelen tehlikenin herkes farkında ama kimse çıkıp açıkça “Arkadaş, bu mitingin anlamı şudur” diyemiyor. En acısı, kayıtsız kalamayacakları büyük bir tehlikeyi gördükleri halde, bunun adını koyamıyorlar. Nazileri mi hatırlatıyor? Biraz tarih bilgisi olan okur, bu ifadelerle neyin kastedildiğini anlar. Niye adı konulamıyor? Belli ki bir şeyden çekiniyorlar. Ben de demiyorum, demek ki ben de çekiniyorum. Demokrasi insanları korkutmayan, insanların korkmadığı bir rejimdir. Korkması gerekenler, demokrasinin kurallarına uymayanlar olması gerekir. Bugün artık en liberalleri dahi, en hükümete yakınları dahi gizli bir alfabeyle konuşmaya başlamışsa ve adını da koyamıyorsa, demokrasiyi konuşmaya buradan başlamamız lazım.Bazılarımız korkuyo2012 Y Yedi Büyük GünahBir Yırtık Don Projesi, Ertuğrul Özkök imzalı… İster lafını sakınmadan sıralanan kelamlar silsilesi olarak düşünün… İster kendi çalıp kendi söylemek diye… İster tef deyin, zil deyin, davul deyin… İsterseniz havai fişek… O, vuvuzela diyor… Hayli bireysel, bir o kadar ulusal, bir o kadar da kitlesel bir Türkiye senaryosu bu kitap. Memleketin geleceği, hâli, ahvali üzerine “korkusuzca” bir geyik (!) dönüyor ki sormayın gitsin. Kendisi söylüyor bunu, hem de “geyik muhabbeti yapan idraksiz okey masası çocukları”ndan takdimimdir diyerek. Kitabının ana fikrinde hep ve ille de “demokrasi” var. Tayyip Erdoğan’ın topluma biçtiği kitch modeli irdeliyor en önce… Örgütlenmelere neden karşı olduğunu, çağın bireyselleşme çağı olduğunu da… Özkök’le Yedi Büyük GünahBir Yırtık Don Projesi adlı kitabını konuştuk. SAYFA 4 ? 14 HAZİRAN ruz, bazılarımız geçmişteki angajmanlarının yükünden kurtulamadı daha. Daha düne kadar “ileri demokrasi” diye savunduğu şeyin, aslında bir illüzyon olduğunu itiraf etmek kolay bir şey değil. Bu hepimiz için geçerli. O nedenle, kimseye “şimdi mi anladın” sorusunu sormamak lâzım. Önemli olan gerçeği görmek, gelen tehlikenin farkında olmaktır. Bazı şeyleri gecikmeden söylemek lâzım. Bu herkes için yararlı bir şey. Hükümet için de yararlı. Mesela bir Enver Paşa olayı. Kafkas Savaşı’ndaki trajedimiz. O yanlışlar zamanında konuşulabilseydi, güçlü ve ikna edici bir muhalefet olsaydı, belki o nesiller heba olmazdı. Yarın da bugünü karanlık günlerdi diye anacağız ama içinde yaşarken toplum öyle sanıldığı kadar yadırgamıyor, kanıksıyor hatta… Oral Çalışlar geçenlerde çok enteresan bir şey yazdı; AKP milletvekillerinin artık her yanlışı otomatik şekilde normalleştirdiklerini söylüyor. Bir parti için en kötü durumlardan biri budur. Demokrasinin kuralları tam işlese, böyle bir şey olmazdı. Kitabınız için bir demokrasi sinirstres testi diyorsunuz… Şunu kastettim; biz neleri konuşmaya hazırız onu bir kere netleştirmeliyiz. Olacak, daha önce de olmuş örnekler zaten içtihat olarak önümüzde var, biz olmayacakmış gibi görünen teorileri, aykırıları konuşmalıyız. Onun için herkesin aksine bir şeylere bakmaya çalışıyorum. Büyük resme bakmıyorsunuz ama… Öyle yazıyorsunuz… Ergenekon davaları başladığında liberaller, yapılan yanlışlıkları perdelemek için bize “Büyük fotoğrafa bakın” dediler. “Bugünün demokrasisi büyük fotoğrafa değil, vesikalık fotoğraflara bakar” dedim. Çağımızın kavramı, “insanların hakları” değil, “insan haklarıdır.” Yani tekil konuşuruz. Büyük fotoğraf kalabalık, ne göreceksin orada? Her ayrıntı, yani “insan” arada kaynıyor orada. İnsanın biri, hapishanede kanserden ölmüş, ne yani o vesikalık fotoğrafa bakmayacak mıyız? O zaman Uludere’ye de bakmayalım. 75 milyon insan içinde 34 tane tek tek insan var orada. Bakmayacak mıyız? Çağdaş demokrasi vesikalıklara bakar, büyük resme değil. Onun için eğer bu ülkede mesela bir tane eşcinsel kendini azınlık altında ezilmiş hissediyorsa hiçbirimizin demokrasi tam işliyor deme hakkımız yoktur. Onun için diyorum ki Türkiye’nin Kürt sorunu daha büyüktür ama eşcinseller sorunu daha önemlidir. “ASIL ÇOĞUNLUKLAR TERBİYE EDİLİR” Birinin temsili daha güçlüdür olayı... Demokrasi açısından Türkiye’nin bir “çoğunluk” sorunu yoktur. Çoğunluk zaten iktidarda. Türkiye’nin bir “azınlık sorunu” vardır. Çoğunluğun elinde gürültü çıkaracak aletleri var, ben “vuvuzela” diyorum. Mesela Kürt lerin gürültü çıkarma kabiliyeti vardır çünkü öbürü harcanır gider. “Kürtler Türkiye’de azınlık falan değildir, oluşturucu çoğunluktur” ne demek? Evet Kürtler, azınlık değildir. Sünni Türkler çoğunluktur, Alevi Türkler de çoğunluktur. Bunları kabul ettik artık biz. Kürt diye bir varlığı kabul ettik. Alevileri kabul ettik. Sünniler zaten hep çoğunluk. Bunlar Türkiye’nin oluşturucu parçalarıdır. Bence tartışmayı Kürtlerin de bu duyguyla yapması lâzım. Azınlık psikolojisiyle değil... Kürt sorununun Türk demokrasisinde terbiye edici bir rolü mü olacak sahi? Terbiye rolünü çoğunluklar yapamaz. Asıl çoğunluklar terbiye edilir. Başbakan diyor ya “tasmalar” diye, asıl çoğunluğun boynuna bazı tasmaların asılması lazım ki ısırmak için saldıramasın. O bakımdan kitapta yapmaya çalıştığım şey hep bazı uç konularda nereye kadar gidebiliriz onu göstermek. Kitapta da yazdım, mesela lezbiyen bir Cumhurbaşkanı olabilir mi bu ülkede? Onu bu mahremi ile kabul etmeye hazır mıyız? Ne diyor Başbakanımız: “Hayat tarzınızın garantisi benim.” Ben de diyorum ki ben hayat tarzımın garantisini bir insandan bekleyemem. Allah göstermesin bir kaza olur, bir şey olur, siz olmazsınız, ne olacak? Ben kurumlardan beklerim bunu, toplumsal anlaşmalardan, konsensüsten beklerim. Ağzımıza dahi alamayacağımız, artık karakter haline getirdiğimiz birtakım anlayış ve tavırlardan beklerim. Bir insanın güvence vermesinin hiçbir anlamı yoktur. Kusura bakmasın, isterse yüzde 95 oy alsın, bir şey ifade etmiyor. “İKTİDARI KONTROL EDECEK, DENGELEYECEK MEKANİZMALAR ÇALIŞMIYOR” Demokrasi... Aksak, sakat tamam ama Türkiye’de demokrasi hiç yok da değil… Değil tabii… Türkiye’de 60 yıldır çok partili bir hayat var. 60 yıldır seçimlerde bir üçkâğıt yapıldığına dair bir işaret yok. İki tane askeri darbe yaşadık, iki tane ara dönem yaşadık. Bunlar kısa sürdüler. Üçer yıl sürdüler, çok acı izler bırakarak. Fakat öyle ya da böyle seçim sandıkları hep düzgün çalıştı. Geçmişi insafsızca eleştirenler unutmamalı ki, Erdoğan’ı da bu rejim iktidara getirdi. Hem de öyle Tahrir Meydanı falan gibi şeylere gerek olmadan, medeni bir demokraside olması gerektiği gibi getirdi. Bugün itirazım seçim sandığına olduğundan farklı anlamlar verilmesine. Herkes unutuyor. Bülent Ecevit 1977’de, yüzde 42 oyla, seçim sistemi yüzünden çoğunluğu oluşturamadı. Yüzde 51... Tamam çok büyük yüzde 51 ama geçmişte yüzde 51’den fazla oy alan siyasetçiler de var. Ara seçimde Demirel yüzde 65 oy aldı, yüzde 56 oy aldı Menderes. Bunu bu kadar yüceltirseniz, ilahi anlamlar atfederseniz o zaman kontrolsüz bir iktidar çıkıyor ortaya. Kalan yüzde 49 ne olacak? Ülkenin öteki yarısının hiçbir anlamı yok mu? Onların kendi gazetelerini almaya, sevdikleri yazarları okumaya hiç mi hakkı yok? Şunu demiyorum sandıktan çıkanın hiçbir hakkı yoktur, elbette var. Ama sandıktan sadece iktidar çıkmıyor ki? Bu ülkenin başka bölümlerinin de iradesi çıkıyor. Sandık “öz evlat”, “üvey evlat” diye bir ayırım yapmıyor. İktidarı kontrol edecek, dengeleyecek mekanizmalar da sandıktan çıkıyor. Bugün ? Türkiye’de o mekanizmalar çalışı ? yo “SAN DEĞ Büt nusu çı Kita inancın eşitsizli Allah’ı iddialı rıştırm mek, A tır. İsla pil yap ni... Eve yeri gö rımız. S postmo Yaz Sak me. Ta aracıdı mokras necek k ilahi bi şeyler a dönüle Hay ama bir lük yaş loru bil Bak kaybol eşit ara silah gi orantıs yor. “İKT SAM YAN Ve gidiyor dar ezi Ada kede ki mez. B da dah meleri rim. H gıçların gının y Burt L Almany gıcın N miyetle line gel bakıyor savcılar kasıtla, Ama ad tılmıyo niyet ta da inan yanlışla suz bir sidir ki şeylerin “CEM YİYE Cem var kita darbe y Eve “cemaa cemaat mını so Yani he etmek artık. H toplaya tehlike yüzden CUMHURİYET KİTAP SAYI 1165 CUMH
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear