28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Faruk Ulay’ın yeni romanı ‘Bırakmak’ Bizi bu ‘kaygılar’ heder etti Faruk Ulay ikinci romanı Bırakmak‘la okuyucularla yeniden buluştu. Bırakmak, roman boyunca adını öğrenemeyeceğimiz isimsiz anlatıcıkahramanın çevresi dar, aklı firarda ve kendi başına alabildiğine yalnız dünyasında geçiyor. Bu anlatıcıkahraman koca bir evde tek başına yaşıyor, yatağından çıkmıyor, perdelerini açmıyor, dışarıdan gelen sesler üzerine yorum yaparak ve kimsenin okumadığı kitaplar çevirerek yaşamını sürdürüyor. Kahramanını bu hallerine götüren nedenlerle Ulay okuyucuları da bir kaygı dehlizinin içine çekiyor. “Yaşam üç devreden oluşur, açık devre, kapalı devre ve kısa devre. Kısa devrede kalmamaya bak.” (Kitaptan) bolmuş buluyorum kendimi, bazen terk edilmiş, bazen kaçıp da boşluğa sığınmış, bazen kaçtığına pişman, bazen neden o boşlukta olduğumu anlamaya çalışırken.” YALNIZ VE BAŞIBOŞ “ (…) çatıları ancak kiremitle kaplanmayı kaldırabilecek yenilikteki evlerle dolu bir semtteyiz. (…) Doğup büyüdüğün ve görünüşe bakılırsa ölene değin ayrılmamaya karar verdiğin yerdeyiz. (…) Hiçbir şey yerli yerinde durmuyor bu semtte ama eskilikten de kurtulunamıyor.” Annesi, babası ve büyükbabası ölmüş kahramanımızın. Karısından boşanmış. Koca bir evde tek başına yaşıyor. Yatağından çıkmıyor, perdelerini açmıyor, dışarıdan gelen sesler üzerine yorum yaparak ve kimsenin okumadığı kitaplar çevirerek yaşamını sürdürüyor. Çeviri macerası da tıpkı kendisi gibi garip bir şekilde gelip onu buluyor. Çevirdiği kitapları yayımlatabilecek birini ararken yayıncısı gelip sokakta adeta karşısına çıkıyor. Onun öncesinde ise dil öğrenmek için gittiği bir yurtdışı macerası var başından geçen. Çevireceği kitapları da oradaki sahaflardan buluyor zaten. Mimar olamayacağını anlayıp kendini bu işe veriyor. Dışarıya çıkmamasının temel nedenini ise onun kendi sözlerinden yola çıkarakher şeyin değiştiğini inatla söyleyen arkadaşlarına rağmen çevresinde değişen hiçbir şey görememesine bağlayabiliriz. Bu değişen “şey”in ne olduğu ise roman boyunca belirsizliğini koruyacak. Bırakmak’ın her noktasında önemli bir motif olarak karşımıza çıkacak “belirsizlik”in merkez noktasını da bu değişimin kendisi sırtlıyor. Ama kahramanımız ne derse desin onun bulanık zihnine pek güvenmemek gerekir. Bu yüzden onun dışarıyla iletişimini koparan nedenleri yakınmalarından, hayalleriyle sürdüğü 2012 onun: “Herkes.” Sokağından geçen bir kamyon da sebebi olabilir dışarı çıkmamasının belki zamanında evlerinin önünde işlenmiş bir cinayet de… Önemli olan kaygı noktasına koyduğu hedefinin “biricik” olmaması! Bu bağlamda etrafı kendisine acı veren nesneler ya da kişilerle dolu kahramanın. Bir acı çemberiyle sarmış Ulay onu. “Şeylerin masumiyeti” ilkesinin tam tersi işliyor Bırakmak‘ta. Nereye baksa en azından rahatsız olacak bir şeyler görüyor ve sonunda o da bakmaktan vazgeçip kendini evine kapatıyor. Hâsılı bu romanda “şeyler” biraz zalim! İnsanı sokağından, eşinden, dostundan ediyor. Kahramanımıza yaşatılan bu kaygıyı biraz netleştirip nesnesini bulmaya çalıştığımızda ise genel anlamıyla bir “kent” fotoğrafı ortaya çıkıyor. Bir tür “kent korkusu” da diyebiliriz kahramanımızın bu hallerine sebep aslında çünkü romanı basit düzlemde ele aldığımızda, coğrafyanın kalabalık topraklarından bunalmış insanlarının korkularıyla eş değer birçok noktaya rastlıyoruz. Kalabalığın kendisinden, boş konuşmalardan, yüksek sesten vs… Bu korku listesini uzatabiliriz ancak genel hattıyla kentli insanın gerçek korkusunu yaşıyor o: İnsan korkusunu. “İnsanlara güven olmuyor özellikle kentte yaşayanlara.” OLAYI EZMEYE PRANGALI “DİL” Kahramanı bir kenara bırakıp metnin yazınsal değerine odaklandığımızda da yine kahramanı gibi ayrıksı bir roman gözümüzü alıyor. Yazınsal arayışların derdi tasasıyla ortaya çıkmış bir metin Bırakmak ama bu arayışın hasat sürecindeki acı tatları değil, olgunlaşmış meyvelerini sunuyor bize yazar. Klişe olacak belki ama yazarın “neyi anlattığı değil, nasıl anlattığı” burada önemli olan ama ne olursa olsun klişeleri de güvenmek gerekiyor bazen çünkü Bırakmak‘ta Ulay’ın yaptığını anlatabilecek daha iyi bir cümle yok. Roman ilerledikçe konuyu yakalamaya çalışırken yazarın diline kendinizi kaptırdığınızı, konuyu yakalamak için geri döndüğünüzde ise aslında olay bazında çok da mesafe kat etmediğinizi yakalayacaksınız sık sık. Bunu Faruk Ulay’ın romanı için bir “okuyucu kusuru” olarak görmemek gerekir. Aksine yazar tam da bunu yapmak istiyor kanımca romanında çünkü akıp gitmeye, anlatılan olayı ezip geçmeye prangalı olarak tasarlanmış romanın dili. Bir üslup arayışının sonucu değil, üslubun ta kendisi Bırakmak. Bu bağlamda da romanı okurken kafasını kaşıyıp bolca düşünmek isteyen, göze sokulmayan göndermeleri göze alan, geriye dönüp dönüp tüm kurguyu her okuyuşunda yazarın altın kelimeleriyle yeniden ve farklı biçimlerde yaratmaktan haz duyan okuyuculara sesleniyor. Ulay’ın kurduğu bu dilde ise “şiir” aslan payına sahip. Tüm bir romana aslında koca bir şiir desek ne abartı olur ne de “roman” lafzının hakkını yemiş oluruz. Bırakmak’ta şiirin metne etkisi onu roman bazında ezmek yerine, etkisini güçlendirmek. Yine aynı şekilde romanın o tekinsize yakın atmosferini desteklemede, kahramanın sanrılı hallerini perçinlemede ve neye duyulduğu bellisiz, nesnesi tahmin edilse de şüphe duyulan bir özlemin bağırılmasında şiir kendini çokça öne atıyor. Kahramanın, gerçeğin sınırına dek yanaşan zihni de metnin içinde ayrı bir şiir dünyası kuruyor gibi.? e.erayak@gmail.com Bırakmak/ Faruk Ulay/ Notos Kitap/ 162 s. ? ? Eray AK aruk Ulay Bırakmak’la okuyucuların karşısına tekrar çıktı. Edebiyatın birçok kulvarında koşturuyor Ulay. Arada kalemini romana da uzatıveriyor. Bırakmak da bunların ikincisi. Roman, adıyla müsemma bir fikrin tohum tohum işlenmesinden doğmuş. “Bırakmak zordur!” derler ya hep Bırakmak gibi bir romanı, aynı fikrin doğurduklarıyla birlikte yazmak da aynı şekilde zor kanımca. Bir “amacıtükenmiş”in yaşamına dalmak, onu bırakmaya sürükleyen yola asla ışık tutmak değil ortak olmak, bu yaşamın deliliğe yakın sınırlarında dolanmak ve onun sanrılarını düşlemenin düşünmesi bile zorken, bir yazarın sarsılmış ruhların temsilci bir kahramanla yola çıkabilmesini cesaretten başka bir kelimeyle tanımlamak gelmiyor aklıma. Bırakmak, roman boyunca adını öğrenemeyeceğimiz isimsiz anlatıcıkahramanın çevresi dar, aklı firarda ve kendi başına alabildiğine yalnız dünyasında geçiyor. “Yalnızlık” bu noktada kahramanımızın durumunu açıklamak için yeterli bir kelime olabilecek mi bilmiyorum çünkü sanrıları onun yalnızlığını kalabalıklaştırmış durumda. Bu noktada her zaman yokluğu imleyen bir kelime yetişiyor imdada ve kahraman adına açıkta kalan noktaları dolduruyor: “Boşluk.” Kahramanımızın ruh durumunu en iyi açıklayabilecek, onu “bırakmalara” sürükleyen nedenleri anlamlandırabilecek en ince kelime bu. Sözü kahramanın kendisine bıraktığımızda da bize farklı şeyler söylemeyecek zaten: “Bazen kaySAYFA 14 17 MAYIS F yaşamdan ve sıkça ziyaret ettiği hatıralarından çıkarmak gerekecek. Yakınmalarından bize yansıyan “tembellik” mesela: “Durum; tembellik durumu, devinimsizlik durumu, benim durumlarım.” Hatıralarında ise en çok yer kaplayanın, tuhaf uğraşlarıyla aklında yer etmiş büyükbabası olduğunu anlayacağız. Anlatıcıkahramanın yaşadıklarını burada her ne kadar bir nehrin akışı gibi “düz” ve “kesintisiz” dile getirebilsek de roman kurgusu içinde böyle bir şeyden bahsetmek zor. Romanın başı, sonu ve ortasına dağılmış durumda kahramanımızın başından geçenler. Bu da aslında zihninin berraklığına güvenemeyeceğimiz anlatıcımıza yaraşacak türden bir davranış. Yazar, kahramanının karmaşık zihin koridorlarından süzerek anlatıyor bize her şeyi. Ortaya çıkan da haliyle kahramanıyla hemhâl bir metin oluyor. ZALİM “ŞEYLER” Anlatıcıkahramanı yatağa bağlayan elle tutulur nedenlere el uzattığımızda ise onun karışık zihninden çok farklı yansılar çıkıyor karşımıza. En önemlisi de “kaygı”. Farklı bir açıdan yaklaşmış Ulay “kaygı” kavramına bu romanında kahramanıyla birlikte. Romanın temel motiflerinden “belirsizlik”i de yanına alarak “kaygı” bazında başka koldan yolunu tutan bir pencere aralamış. Ulay’ın kahramanının nesne ya da kişiye bağlı gelişen bir ruhsal sıkıntısı yok. Genel düzlemde ele alınması gerekir onu bu noktaya getiren yaşanmışlıkların. Dışarı çıkmıyor çünkü kendini dışarıda iyi hissetmiyor. Aslında temel, bu kadar basit bir noktaya dayanıyor. “Dışarısı bana iyi gelmiyor. Herkes dışarıda çünkü.” Kaygı duyacak bir değil binlerce hedefi ve “şey”i var ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1161 1
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear