Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
OKURLARA ehçet Çelik, Soluk Bir An adlı yeni romanında bireyin yalnızlığıyla yol alan, iletişimsizlik ve dinmeyen boşunalık duygusuyla iç içe geçmiş, her durumda kendisine bir yol çizebilen yaşama isteğine odaklanıyor. Sıradan, açık ve anlaşılır görünen hayatlarımızın gerçekte nasıl bir iç karmaşa taşıdığını anlatıyor. Herkesin yürüdüğü yoldan yürümenin daha sorunsuz ve kolay olacağı umuduyla hayati konulardaki seçimlerini yapmış olan, bunu yıllar içinde hem kanıksamış hem de git gide mağduru olmuş Taner’in özelinde gelişiyor roman. Onun hiç beklemediği bir anda, ummadığı bir “solukla” ve tek taraflı bir aşkla altüst olan dünyasına iç ve dış göz kılan bir okuma, ikili ilişkilerin kırılganlaştığı, yaşama inancın pamuk ipliğine bağlandığı o “soluk an”lara bir tanıklık Soluk Bir An. Çelik’le romanı üzerine Gamze Akdemir konuştu. Çoğu zaman üstüne düşünmediğimiz, bazılarını işlevsel gördüğümüz, bazılarını toplumsal zorunluluk kabul ederek uymaya çalıştığımız, bazıları çocukluğumuzun geri gelmeyecek günlerinden anılar olarak kalan, bazılarına alışmaya çalıştığımız ve bazılarına da tepki duyduğumuz eski yeni eşya, âdet ve ifadeler, kişiliğimizi belirleyen, kişisel veya grup olarak kimliğimizi ifade etmemizde birincil derecede rol oynayan, kültür ve uygarlık ürünleridir. Kudret Emiroğlu’nun yazdığı Gündelik Hayatımızın Tarihi tüm bu kültür ve uygarlık ürünlerinin tarih, coğrafya, kültür, medeniyetler ve zaman içinde yaptığı yolculuklara karşılaştırmalı etimolojileriyle birlikte ışık tutmayı hedefliyor. Kitabı Ferit Tek değerlendirdi. Bol kitaplı günler... B P Y ervasız Pertavsız ENİS BATUR Yapıtları birbirleriyle konuşturmak anlış anlamıyorsam, Jean Clair, Louvre’un çağdaş sanatçılara kapılarını açış biçimini pek onaylamıyor. Sanat bağlamında görüşlerimin en yakın olduğum kişi Clair, üslubunu da beğeniyorum, bu konuda anlaşamıyoruz demek: Tony Cragg örneğinde bir kez daha doğrulandı duygu ve düşüncelerim. XVIII. yüzyıl Fransız heykelleriyle, yarıyarıya açık dış avlu düzeninde (cam çatı altında), göğüs göğse getirilmiş Cragg’ınkiler. Gözde sanatçılarım arasında saymam onu, ama işlerini yabana atmak da geçmez aklımdan: Oldukça “güzel”, belli ölçülerde “süs” vurgulu buluyorum heykellerini, iç içe geçirildikleri klâsik ve neoklâsik örneklerle buluşturuyor o özellikler onları. Diyalogsa, evet, iki çağ arasında bir diyalog köprüsü kurduğu tartışılmaz, bu yanyana getirme projesinin: Sanatın Zaman ekseninde nasıl değiştiğini, Töz ekseninde nasıl aynı kaldığını olanca somutluğuyla gösteriyor buluşma. Louvre’un geleneğinde payı var, çağdaş sanat ürünlerine yeraçmanın; XIX. yüzyıl salonlarında taze yapıtların sergilendiğini biliyoruz. Eskiyle yeni: Peki, biribirilerinin dillerini anlıyorlar mı? Yazık ki geri gidilemiyor; sözgelimi Poussin’e ya da Rembrandt’a, çağdaş bir sanatçı seçerek söyleşi hattı gerçekleştirmeleri isteği iletilemiyor olabilseydi. Bu çifte zaman eksenli sergileme kalkışımının, izleyici açısından çifte kazanımı sözkonusu: Hem çağdaş sanatın yabancısıysa, ona sokulma yolunda bir ölçülendirme ve ilişkilendirme zemini hazırlıyor; hem de, klâsik/neoklâsik sanatın dünyasından epeydir uzaklaşmışsa, bir yeniden temas zemini. Yineleyeceğim: Bana kalırsa doğru niyet, seçim, politika. Yapıtların buluşturulması beni her vakit heyecanlandırdı. Bir tek aynı sanat dalının farklı dönem ürünlerini yanyana getirmekten dem vurmuyorum burada: Bir Pieta sahnesini kulaklıktan Missa Solemnis dinleyerek, bir Holbein tablosunu bir halıyla komşu kılmak, Clouzot’nun filmini Picasso’nun keçi heykelinin yanıbaşındaki duvarda izlemek: Sayısız kombinasyon düşünülebilir bu çerçevede. Bırakılırsa, bir yapıt bir başka yapıtla derinlemesine konuşabilir. * Bir yapıt, yokolmuş bir yapıtla da konuşabiliyor ayrıca. Çağdaş sanatın o tarz girişimlerini, eylemlerini seviyorum. Karşıma yeni çıkan bir örnekten hareket edeceğim Bénédicte Ramade’ın L’œil dergisinin Mayıs 2011 sayısındaki bir yazısı verileri içeriyor: Paris’te, Clichy caddesine, 1899’da bir Charles Fourier heykeli dikilmiş. Vatanperverler böyledir: 1942’de, Vichy hükümeti, top yapmak için eritmiş heykeli; doğal, işbirlikçi faşistlerin gözünde Fourier herhalde ulusal bir çıbandı. Heykel sırra kadem basmış, boş kaidesi olduğu yerde 69 yıl boyunca kalmış 10 Ocak 2011 günü, Franck Scurti’nin yeni yerleştirme heykelinin açılışı yapılmış. Kaideyi, dört cephesi dört farklı renkten camdan oluşan, üstü açık bir küple kuşatmış Scurti, üstüne metalik, ayna parlaklığında bir elma yerleştirmiş. Malum, elma hikâyeleri gözde konularım arasında yeralıyor, bir yenisiyle karşılaşmak kıvanç topu büyüttü içimde. Neden elmayı seçmiş sanatçı? Fourier’yi selâmlamak için, bir bakıma Bir Varmış, Bir Okmuş’un kilit cümlelerinden birine başvurmuş: “Bu bir elma değildir”. Arka hikâye şık: Fourier, 1829’da yayımladığı efsanevi Yeni Dünya’sını, lokantada 14 papele satılan bir elma yüzünden yazmaya başlamış: Aynı paraya, pazardan yüz elma alınabiliyormuş. Eski(meyen) Dünya, o gün bugün sözkonusu bozuk düzeni sürdürüyor. Düşünür, kavşağı şöyle tanımlamış: “O tarihten bu yana, dört ünlü elmadan sözedilebileceğini gördüm; ikisi, yol açtığı felâketler nedeniyle, Adem’e Havva’nın, Venüs’e Paris’in sunduğu elmalar; ikisi, bilime katkıları nedeniyle: Newton’unki ve benimki. Bu dörtlü/dördüz hiScurti, Charles Fourier heykelinin kaidesi üstüne dört cephesi dört farklı renkten camdan, metalik, ayna kâyeye tarihte bir sayfa parlaklığında bir elma yerleştirmiş. ayrılmasın olur mu?”. Dostum Charles, unutmuşsunuz Wilhelm Tell’i! Altıncı elmanın sahibi olarak, sizin elmanızla bunca geç ve bütün bütüne rastlantıyla tanışmam yüzümü kızartıyor gene de. Boş(altılmış) kaideden haberim olsaydı, şüphesiz aklımdan oraya bir ‘şey’ yerleştirmek değil, gönlümden kesinkes ziyaret etmek geçerdi bir ‘şey’ koymak, hayır, bir ‘şey’ yazmak isterdim, boşluğa bakıp. Arka hikâyeyi bilmediğime göre, elmadan sözedemezdim metnimde, olsa olsa bir phalanstere düşü daha kurma yönüne sapardım. Yokolmuş bir heykel ile yazılmamış bir metin yerine, Scurti’nin aynaelma’sını ziyaret etmek kalıyor bana konuşabilene, konuşturabilene saygı duruşu. * Charlotte Perriand ile de L’œil’un son sayısında karşılaştım; Petit Palais’de sergisi açılmış bu sıralar. XX. yüzyılın gölgede kalmış efsunlu kadınlarından biri. 1927’de Le Corbusier’nin yanında çalışmaya başlamış, Villa Savoye’a girişilen günlerde, mobilya tasarımları yapmış. Oradan mimarî düzenlemelere geçmiş. Dergide yeralan iki fotoğraf karesine “Dağ Sığınağı” mıhlanıp kaldım: Jeanneret’yle birlikte gerçekleştirdiği bir “Dağ Sığınağı”nı görünce gözlerim faltaşı gibi açıldı, doğaldır: Hem dağ, hem sığınak, o silindiri ben ısmarlayabilirdim! 1938’de! Sonra, arkadan çekilmiş (1930’a doğru) siyahbeyaz bir fotoğraf: Charlotte, karlı dağlara karşı, belden üstü çıplak, havaya kaldırdığı ellerinde gömleği ve sütyeni, muazzam bir duruş. Kim çekmiş fotoğrafını, bilinmiyor. Ben çekmiş olabilir miyim? Bu kadarı yeterdi, doğrulamaya bir hayatı, besbelli gerisi varmış, olmuş. Sergiyi görmek, ulaşabilirsem anılarını okumak isterim. Peki, bir hayatın doğrulanması ne demek? Soruyu göğüslemek için koca bir kitap yazmam gerekir. Yeter mi, emin değilim. Hayatlarını bir türlü doğrulayamayanların sevmeyeceği bir soru çıktı geldi Charlotte Perriand’dan: Böylesi her tanışma, Charlotte Perriand merdivende basamak. ? TURHAN GÜNAY eposta: turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal/ Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya?Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1155 5 NİSAN 2012 ? SAYFA 3