Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Şiirler/ ASOY Ş Y Yeşil Denize Bakan Kaya Çiçekleri iir Atlası CEVAT ÇAPAN Yorgo SEFERİS/ Şiirler/ Çeviren: Cevat ÇAPAN dır’ ‘Yeşil denize bakan kaya çiçekleri’ orgo Seferis’in, Cevat Çapan çevirisiyle geçen hafta yayımlamaya başladığımız şiirlerine bu hafta da devam ediyoruz. Yeşil denize bakan kaya çiçekleri damarları bana başka aşkları hatırlatan, çiseleyen yağmurda parlayan kaya çiçekleri, kimse konuşmazken gelip benimle konuşan yüzler ve o sessizlikten sonra dokunmama izin veren, çamlar, yaban defneleri ve çınarlar arasında. Birlikte yürüdük, paylaştık ekmeği ve uykuyu ayrılığın acısını birlikte tattık bulduğumuz taşlarla evlerimizi yaptık gemilere bindik, gurbete çıktık, döndük kadınlarımızı bizi bekler bulduk zor tanıdılar bizi, artık kimse tanımıyor bizi. Ve dostlar heykelleri giymişlerdi, boş çıplak sandalyelerini giymişlerdi gücün, ve kendi yüzlerini parçalamışlardı dostlar. Anlamıyorum onları. İşte duruyor hâlâ o sarı çöl, yaz, son halkasına kadar uzanan kum dalgaları bitmeyen, acımasız bir davul sesi, kan çanağı gözler güneşe gömülen kuş gibi göğü hızla yaran eller selama durmuş saf saf ölüler beni aşan beni yönetir durumda yitmiş eller senin ellerin o özgür dalgaya dokunan. Güz, 1936 *** İki Acı Arasında İki acı arasında soluk almaya bile vaktin yok yüzünle yüzün arasında incecik bir çocuk bedeni belirir ve kaybolur gözden. *** Matyos Paskalis Güller Arasında Durmadan pipo içiyorum bütün sabah dursam, güller sarılacak bana, boğacaklar beni dikenleriyle dökülen taçyapraklarıyla sürgünleri eğri büğrü, hepsinin rengi pembe biri geçsin diye bakıyorlar, kimse geçmiyor. Pipo dumanımın arasından seyrediyorum onları saplarında bezgin kokusuz duruyorlar. “Bu ele dokunabilirsin” dedi bana bir kadın öteki hayatta, “bu gül de senin, senin, alabilirsin şimdi ya da daha sonra, istediğin zaman.” Basamaklardan iniyorum pipo hâlâ ağzımda, güller de iniyor benimle kızgın ve haykırışa özgü bir ses var davranışlarında, hani insan “anne” ya da “imdat” diye bağırır, ya da sevişmenin o beyaz çığlıkları gibi bir şey. Güllerle dolu küçük bir bahçe bu ben basamaklardan inerken benimle alçalan ve gökyüzü olmayan birkaç metre kare bir yer; “Antigone, gene jimnastiğini unuttun bugün” derdi teyzesi ona, senin yaşındayken ben korse kullanmazdım hiç, asla o yaşımda.” Damarları çıkmış zavallı yaratıktı teyzesi, şakaklarının çevresi buruş buruş, burnu can çekişmekte; ama her zaman bir bilgenin sözleriydi söyledikleri. Bir gün Antigone’nin memelerine ellerken gördüm onu tıpkı elma çalan küçük bir çocuk gibi. Acaba böyle inerken rastlayacak mıyım o yaşlı kadına? “Kim bilir bir daha ne zaman görüşürüz?” demişti bana ben ayrılırken. Sonra ölüm haberini okudum bir eski gazetede, ardından Antigone’nin düğününü, ondan sonra da Antigone’nin kızının düğününü Oysa ne merdivenin basamakları bitti, ne de pipomun tütünü dudaklarımda bir hayalet geminin tadını bırakan bir de hâlâ güzelken çarmıha gerilmiş bir denizkızı. Koriça, ’37 yazı ? 12 NİSAN 2012 ? SAYFA 49 Yaz İçin Bir Söz Güze döndük yeniden, sayfa kenarına yazmaktan yorulduğumuz karalamalar, soyut biçimler, soru işaretleriyle dolu bir defter gibi kaldı yaz; geri döndük elektrik ışığında aynaya bakan gözlerin mevsimine, dudakları sıkılmış ve insanlar yabancılar odalarda sokaklarda biber ağaçlarının altında arabaların farları binlerce soluk maskeyi öldürürken. Döndük; her zaman dönmek için çıkarız yola, Yalnızlığa, bir avuç toprak boş ellere. Gene de sevmiştim bir zamanlar Singru Bulvarı’nı çift yönlü iniş çıkışıyla o geniş yolun bir sihirbaz gibi bizi denize götürüşünü ebedi denize. Günahlarımızdan arınalım diye; sevmiştim gün batarken birden karşıma çıkan ve batmış bir donanmanın kaptanları gibi kendi kendine konuşan tanımadığım o insanları, dünyanın büyüklüğünün kanıtıdır bunlar. Gene de sevmiştim bu yolları, bu sütunları öteki kıyıda, sazlara ve kamışlara, sandalcının susuzluğunu gidersin diye kumlardan su fışkıran adalara yakın bir yerde doğmuş olsam da, yorgun düşünce parmaklarıma sarıp çözdüğüm denize yakın bir yerde doğmuş olsam da artık bilmiyorum nerede doğduğumu. İşte duruyor hâlâ o sarı öz, yaz ve ellerin değince denizanalarına suyun yüzünde, birden açılır gözlerin, ilk gözleri dünyanın ve deniz mağaralarının: kızıl toprağın üzerinde çıplak ayaklar. Hâlâ oradadır mermer sarışın delikanlı, yaz, kayanın oyuğunda bir parça kurumuş tuz yağmurdan sonra dağılmış ve tıpkı yırtık ağ gibi duran kırmızı çam pürleri. Anlamıyorum bu yüzleri, anlamıyorum, bazen ölüme öykünüyorlar, sonra da parlıyorlar sürüngen hayatıyla bir ateşböceğinin sınırlı çabasıyla, umutsuz, sıkışmış gibi iki kırışığı arasına lekeli iki kahve masasının; öldürüyorlar birbirlerini, küçülüyorlar, öteki kavmin yüzlerini pul gibi yapıştırıyorlar camlara. 1151 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1156