Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
K Y azının başlığı “Yazarlar Yeni Yılı Nerede Karşılar?” Yanıtı basit: Her yazar yeni yılı, yeni yılları kendi sanat adalarında, coğrafyalarında, yapıtlarından oluşan deryanın tam da orta yerinde karşılar… Üstelik dümensiz, yelkensiz, yapıtları nereye götürürse onları… Anı yazmanın bir yaşı var mı? Sözgelimi anılarını kaleme alacaksa eğer, şu yaşlarına dek insan bundan bir ölçüde uzak durmalı, şu yaşlardan itibaren de iştahlanıp bu yolda kollarını sıvamalı türünden bir öne sürüş getirilebilir mi? Yine de yaygın kanı, ancak olgun yaşlara varıldığında, yaşanmışlığın kazandırdığı çarpıcı deneyimler biriktiğinde ya da yaşama karşı omuzdaşlık yapılan insanlar yavaştan çekilmeye başladığı, kişi yalnızlaşmaya koyulduğunda, ülkeyle, kentle, kültürle, coğrafyayla vb. ilgili bu alanların öncülerine değgin açılımlar getirmek gerektiğine inanıldığında herhalde daha kolay sarılıyor kaleme insan… Okunacak anıların kimin kaleminden çıktığı önemli elbette. Örneğin herhangi birinin yazdığı anı diyelim önemlidir ama bunlar okunurken yazınsal tat bırakmayabilir. Siyasal, tarihsel, bilimsel vb. bu tür anılar alanlarında ilgiyle karşılansa bile, yazınsal olmadığı için bunlara sırt dönebiliyor pek çok kişi. Ancak erbabının elinden çıkma, yazınsal niteliğe sahip bir anı kitabına sırt dönülebilir mi? Hoş at gözlüğü takarak yazınsal tür bağlamında kendilerini otomatik biçimde romana, ötesinde yalnızca aşk, tarih, siyasa, polisiye vb. odaklı kitaplara bağlamış bir okur kesiminin bulunduğu da biliniyor… Oysa günümüzde öykünün, romanın, denemenin dışında gezi, günlük, mektup, izlenim, röportaj vb. okurun ufkunu açıcı, onu zenginleştirip geliştirici öyle türler var ki… Yazınsal anılar da böylesi değer taşıyor işte… Bütün bu sözleri Kemal Bekir’in (d.1924) anılarına getirmek için söyledim diyebilirim… Onun kaleme aldığı anıları okuyorum şu sıra. Henüz kitaplaşmış da değil üstelik, dosya halinde… Ama öykümüzün, romanımızın seçkin bir yazarına aitse eğer anılar, okumaya can atıyorsunuz… Ayrıca yazıncı kaleme aldığında, kendinizi kolayca kaptırabiliyorsunuz bunlara… “Yazınımızın Beş Kemali”nden biri saydığım Kemal Bekir’in (Ötekiler Kemal Tahir, Orhan Kemal, Kemal Bilbaşar, Yaşar Kemal) daha önce tüm öyküleriyle romanları üzerinde durmuştum “Kitaplar Adası”nda. Bu kez anılarına mı getireceğim sözü? İyisi mi baştan özetlemek, neden buralara sürdüğümü konuyu… YENİDEN İZMİR’E DÖNMEK... Yazınımızın, tiyatromuzun alçakgönüllü ustası Kemal Bekir, yaşamını sürdürdüğü İstanbul’dan ayrılıp İzmir’e dönmüş bulunuyor… İzmir önemli bir kent onun için. Adını duyurup sanat dünyamızda ilk kez kendinden söz ettirmeye koyulduğu kent. Tarık Dursun K. nasıl döndüyse İzmir’ine, öyle işte… Tek fark, belki de onun yaşamayı yeğlediği yerle ilgili. Çünkü birkaç aydır Narlıdere’de, tüm hizmetlerin aksamasız yürütüldüğü, geniş alana yayılmış, bakımlı, düzenli, övülesi konuma sahip pırıl pırıl bir huzurevinde yaşıyor Kemal Bekir. Ancak onun buraya geçişi yoksunluk, kimseSAYFA 20 ? 27 ARALIK itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Yazarlar yeni yılı nerede karşılar? sizlik, yalnızlık algısına yol açmamalı kesinlikle. Çünkü kendi seçimi bu Kemal Bekir’in. İstanbul’daki dairesini, yerleşik düzenini terk ederek İzmir’e gelişi, yaşamının bu evresini bir ölçüde daha kolay, aynı zamanda üretken karşılama arzusundan kaynaklanıyor. Hoş kendisi, buraya “Son Durak” adını vermiş vermesine ya, nasıl mutlu, nasıl üretken, geleceğe güven duygusuyla nasıl dolu yaşıyor, görmek gerek… Kızı, yazar, çevirmen, tiyatrocu Esen Özman’ı çalışmalarında özgür bırakmak istemesi de rol oynuyor kuşkusuz bu kararında. Nitekim tiyatromuzun çalışkan yönetmeni dost Özman da şu sıra karlar altında Erzurum Devlet Tiyatrosu oyuncularıyla yeni bir oyuna çalışıyor. Evlat Esen Özman Erzurum’da çalışırken baba Kemal Bekir de İzmir Narlıdere’de körfezi süzen odasında, ardında minik kitaplığı, önünde bilgisayarı, Yaşamımdan (yayımlanmamış dosya, 201213) başlıklı anı kitabını tamamlamış da yarım bıraktığı roman dosyasına dönmüş oysa çoktandır… Böyle bir yazarı yalnız bırakmaya gönlüm elvermedi diyebilirim. İstedim ki bir belgeselle onu görsel olarak daha yakından tanıma fırsatı bulalım, meraklısıyla bu filmi buluşturalım… Geçtiğimiz ekim ayı ortalarında kimi çalışmalarımda yıllardır bana destek veren, gerek belgesellerimde gerekse kimi kitaplarımın tamamlanması sürecinde yardıma koşan sevgili kardeşim Ümit Topaloğlu’yla birlikte soluğu İzmir’de aldık ellerimizde kameralar, ses düzenekleri, çantalar… Başlangıçta Kemal Bekir’in anılarını kaleme almak gibi bir derdi yok belki. Ancak Afrodisyas Sanat dergisinden yaşamöyküsünü anlatması istenilip de kaleme sarıldığında bir ırmak da akmaya koyulunca gürül gürül, bu anılar kitabı çıkıyor ağırdan ortaya… Kemal Bekir’in İzmir’e dönüşü bir rastlantı değil. Öyle ya, o nasıl İzmirliyse, İzmir’in, İzmirlinin de oğlu… Anıların bir yanı 1940 başlarında İzmir Altınpark’ta Mustafa Şerif Onaran’la, Şükran Kurdakul’la, yardımcı öğretmenleri olarak derslerine giren Salâh Birsel’le şiirde kesişiyor kuşkusuz… Derken bir yandan öyküyle, ötesinde romanla, ama bu arada meslek olarak tiyatro sahnesiyle, sinema oyuncuğuyla sürüyor, sonrasında parlak bir oyun yazarı olarak büyük olasılıkla Türk tiyatrosunun dönüştürücüleri arasında yer alacakken bir anda tutuklanıveriyor, sözde demokrasi önderiymiş gibi köpürtülen Menderes’in ünlü 1950 karanlığında… Bu çerçevede İzmir kentiyle Kemal Bekir’i birlikte almak gerekiyor odağa… İZMİR’İN BİR KEMAL BEKİR’İ VAR... İzmir, o günlerde de Cumhuriyet aydınlanmasının önemli bir kenti bugün olduğu gibi. O dönemde Ankara, cumhuriyetin ilk kentiydi belki ama, bütün kentler Anadolu aydınlanmasının rüzgârıyla dalgalanıyordu. Halkevleri de bunun lokomotifiydi adeta. Yayın yaşamına daha önce başlamış olsa da Vedide Baha Pars’ın yeniden dirilttiği İzmir Halkevi yayını Fikirler dergisi, Kemal Bekir için yalnız bir yazın okulu olmakla kalmamış, yanı sıra bütün Türkiye’nin yeni bir öykücüyle tanışmasına da aracılık yapmıştı. Bir yazarın, hatta tiyatrocunun önündeki engelleri aşarak büyük parıltılarla nasıl ortaya çıktığının da önemli bir göstereni elbette bu anılar… Adını, ilk olarak, şiirlerinin yer aldığı Eminönü Halkevi’nce çıkarılan İstanbul dergisiyle duyursa da öykücü olarak onu öykücülüğümüzün gündemine taşıyan Fikirler yine de. Bu olgu Cumhuriyet aydınlanmasında bir taşra dergisinin yazınımıza nasıl kan pompaladığını da ortaya koyuyor. Oysa bugün belirleyici olan salt İstanbul… Taşradaki yazın dergisinin, bir genç yazar adayını İstanbul gündemine taşıyabilmesi hadi olanaksız demeyelim, ancak çok güç… Bu gerçeği pek çok genç acı bir deneyimle yaşamış olmalı… Bu nedenle Kemal Bekir’in Yaşamımdan başlıklı anı dosyası bir an önce yayımlanabilse keşke. Çünkü özellikle yazın dünyası içinde veya sahnelerimizde kendine yer bulmaya, ötesinde yer açmaya çabalayan binlerce gencin kendi paylarına yararlanabileceği sayısız bölümceyle örülü dosya… Şu satırları, anılar demetinin Sandıklı bölümünden aktarıyorum: “…Süleyman’la Halkevi’ne uğramıştık. Girişteki uzun masaya, gazeteler, dergiler serpiştirilmişti; halka açıktı. Benim şiirin çıktığı İstanbul dergisi de onların arasındaydı. Şiir sayfasını açtım, gösterdim, “Süleyman, bak bu şiir benim” dedim. Gözleri fal taşı gibi açıldı, baktı baktı, şaşkına döndü. ‘Hadi len, delirdin mi, sen kimi kandırıyorsun?’ Şiirin altında adım aynen şöyleydi: ‘Kemal B. Özmanav’ Ama o, buna asla inanmadı, ülkede bu adı taşıyan başkaları da olabileceğine inanıyordu. Ona göre Anadolu’nun bu ücra kasabasında, böyle şeyler yazıp koskoca devletin çıkardığı bir dergide ya da gazetesinde yayınlayabilecek bir Allah’ın kulu asla bulunamazdı. Yani ben şimdi kimi kandırıyordum? Onları enayi yerine mi koyuyordum?” Kemal Bekir’in bir İzmir’i var da, İzmir’in Kemal Bekir’i yok mu peki? Gerçi doğum yeri Çivril dikkate alındığında o Denizlili, baba yurdu Sandıklı ölçü alındığında Afyonlu, sonradan evli ablasının kucağına sığındığı, ardından ailesinin yerleştiği kent oluşuna bakılırsa İzmirli… İlkokulun ardından kültürel altyapısını pekiştirdiği, meslek yaşamının belirlenmesini kolaylaştırdığı, ülke genelinde tanınması fırsatını yarattığı için de İzmir, Kemal Bekir’in tartışmasız İzmirli olmasını sağlamış görünüyor… Hoş cambazlarla, ortaoyuncularıyla daha ilkokuldayken Dinar’da tanışmış, çocukluğun beslediği sahneye dönük ilk deneyimlerini burada yaşamış, Denizli’de süren ilkokul öğrenciliğini baba yurdunda tamamlarken öğretmenlerinin ilgisiyle beslenmiştir. Yine de Kemal Bekir’i Kemal Bekir yapan yurt, hiç kuşku yok ki İzmir! Zaten yazar, kendisini bir sanatçı olarak ileriye taşıyacak yeteneklerinin nasıl ortaya çıktığını, bunun ileriye dönük nasıl geliştiğini aktarırken hepsi de apaçık dökülüyor ortaya. İzmir’de başladığı ortaokul yıllarında sanat dünyasından içeri derinlemesine daldığını görüyoruz Kemal Bekir’in… Yazına tutkusu kadar sinemaya, tiyatroya ilgisi de alabildiğine yoğunlaşmıştır. Yazar, “yöneleceğim ilgi alanları iyiden iyiye değişmişti” diye not düşüyor bu dönemlerine değgin. Sonrasında İzmir’de yapılan sınavla otuz yedi delikanlı arasından sınavı kazanıp Ankara’da konservatuvarda parasız yatılı okuma hakkı kazanıyor… Ama çocuk yetenekleri doğrultusunda göklerde süzülmeye yükselirken tam, yirmilerini sürerken tutuklanıyor, sonra da dünyası karartılıyor genç Kemal Bekir’in. YAZARLARIN YURDU YAPITLARIDIR... Demek Kemal Bekir’in İzmir’e dönüşü bir rastlantı değil. Öyle ya, o nasıl İzmirliyse, İzmir’in, İzmirlinin de oğlu… Buna göre Kemal Bekir için İzmir varsa eğer, İzmir için bir Kemal Bekir’in bulunması da çok doğal… Nitekim o İzmir’e dönerken yalnızca bir coğrafyaya yelken açmış değil. İzmir’de bulunmanın, orayla ruh özdeşliği kurmanın asıl önemli yanı, onun sanatına, sanatsal yaşamına dönüş yaptığı anlamına geliyor gerçeklik temelinde… Artık o, asıl ana yurdunda, ata yurdunda, kendi sanatının topraklarında… Bütün öteki yazarlar gibi… Yazının başlığı “Yazarlar Yeni Yılı Nerede Karşılar?” idi, yanıtı basit öyleyse; her yazar yeni yılı, yeni yılları kendi sanat adalarında, coğrafyalarında, yapıtlarından oluşan deryanın tam da orta yerinde karşılar… Üstelik dümensiz, yelkensiz, yapıtları nereye götürürse onları… Hey Kemal Bekir, Tarık Dursun K., Muzaffer İzgü, öteki İzmirliler, öteki yazarlar, okurlar sizden yeni yıllar, yani yeni yapıtlar bekliyor, unutmayın sakın, olmaz mı?.. Yeni yılınız kutlu olsun efendim…? Sadık Aslankara, Kemal Bekir ve Ümit Topaloğlu... 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1193