25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Irmak Zileli’yle ‘Eşik’i konuştuk ‘Yazar, metinle okur arasında fazla gölge etmemeli’ Irmak Zileli, Eşik’te “bireyin” üzerinden, Türkiye’nin 12 Eylül’ünü; bununla birlikte, kimi değerlerin dünyanın dönüşümüne paralel olarak nasıl değiştiğini ve değişimin “bireyi” nasıl etkilediğini anlatıyor. “Eşik’in hikâyesini anlatmadan başka hiçbir hikâye anlatamayacağımı gördüm” diyen Zileli, yazarken silgisini hep yakınında tutmuş. Böylece ortaya olgun bir ilk roman çıkmış. Ë Satı DÖNMEZ şik, bir ilk roman. Önce oluşum aşamasından söz edelim. Nasıl bir dinamikle doğdu? “Zamanı geldi, artık bu hikâyeyi anlatmalıyım” dürtüsüyle mi? “Benim de anlatacak hikâyelerim var, artık yazmalıyım” düşüncesiyle mi? İnsan yazmaya nasıl karar verir? Acaba bu bir kararla mı olur, kökleri nerelere kadar ulaşır? Bunun üzerine sayfalarca konuşma yapabiliriz. “Bir dürtü” diyenimiz olur, bir hikâyecimizin dediği gibi “yazmasak çıldıracakmışız” gibi hissederiz. Yazmak kendini ifade etmek için bir araç olur kimileyin. Önce kendimiz için yazarız, sonra başkalarına da ulaşsın isteriz. Ben de bu ve daha sayısız nedenle yazmayı hayal ettim yıllarca. Roman olmasa bile yazıyla ilişkim çok eskiden beri sürüyordu. Dediniz ya, “Benim de anlatacak hikâyelerim var, artık yazmalıyım” düşüncesiyle mi? Aslında anlatılacak hikâyeler yalnızca benim hikâyelerim değil. Ben kendi hikâyelerimi anlatma derdinden çok, insanların (ve tabii o insanlar içinde kendim de varım) anlatılacak hikâyesi olduğu derdinden çıktım yola. Üzerine düşündüğünüz binlerce mesele oluyor. Her birinin bir karşılığı var hayatta. Felsefi düzlemde bir düşünme serüvenine başlıyorsunuz belki, sonra onun hikâyelerini buluyorsunuz ya da tam tersi. Hayatta bir hikâye çıkıyor karşınıza, onun üzerine düşünürken bunun felsefi temellerine kafa yormaya başlıyorsunuz ve anlatmak istiyorsunuz. İnsanları o hikâyeye davet etmek. Çıktığınız yolculuğa onları ortak etmek. Ben içimde bu duyguları hep taşıdım ve kendime hikâyeler aradım. Sonra da tam yanı başımda duran bir hikâyeyi görmezden geldiğimi fark ettim. Başka hikâyeler anlatabilmemin önünde bir engeldi neredeyse. Eşik’in hikâyesini anlatmadan başka hiçbir hikâye anlatamayacağımı gördüm. Önce bu “eşiği” geçmem gerekiyordu. SAYFA 4 8 EYLÜL 2011 E “İYİ BİR OKUR OLMADAN, İYİ BİR YAZAR OLUNMAZ” Yazar için en eğitici okul yazının kendi olsa gerek. Yazarken, nasıl bir yol katettiğinizi düşünüyorsunuz? Yazar için en eğitici yol öncelikle okumanın kendisi bana göre. Yazı sonra geliyor. İyi bir okur olmadan, iyi bir yazar olunabileceğini sanmıyorum. İyi okurluktan kastım çok okumaktan farklı bir şey; eleştirel okuma, okuduğu her şeye eleştirel bir gözle bakabilmek. Aslında bu sadece okumalar için değil, hayatın kendisi için de geçerli. Baktığımız her şeye karşı bu eleştirel gözü yitirmezsek onu kendimize de yöneltebiliriz sanıyorum. Yazma sürecinin eğiticiliği burada devreye giriyor olmalı. Bunu Eşik’i yazarken çok net bir biçimde saptadım. Yazarın metniyle ilişkisinde içi rahatsa, kendine güveni sonsuzsa orada sorun var bana göre. Bunun tersi de bir engel, mükemmelliyetçiliğin de sonu metnin asla ilerleyememesi olabilir. Ama günümüzde ve ülkemizde bu tür bir sorunun çok az yaşandığına eminim. Sanıyorum yazma sürecinin eğiticiliği kişinin emek verme oranıyla son derece koşut. Eduardo Galeano’nun bir sözünü hiç unutmadım bu süreçte. Galeano “Arkasında silgisi olan eski kalemlerle yazar gibi yazmak gerektiğini” söyler. Çünkü “ucundan Irmak Zileli’nin ‘Eşik’i dünyanın dönüşüm süreciyle iç içe geçen ve yer çok arkasıyla yazılır yer çatışan bir kadının var oluş hikâyesi... kalemin, yani ekleyerek değil, silerek.” Yazar öncelikle kendi yazdıklarına hayran olmaktan vazgeçerek yapabilir bunu. Bu söylediğinin ikinci bir anlamı da şu, az sözle çok şey anlatabilmek. Bence kişi bunu yapabildiği oranda ustalaşıyor. Bir konuya hâkim olmayan ve derinleşmemiş biri düşünün, durmadan benzer cümleler kurarak kendini an latmaya çalışır. Ama düşüncelerinde derinleşmiş biri, tek bir cümleye bile sığdırabilir onu. Edebiyat söz sanatı ama, bu, sözü hunharca kullanma hakkı tanımaz ona. Irmak Zileli tanıdık bir imza. Editörsünüz, eleştiriler kaleme alıyorsunuz. Roman Kahramanları dergisini hazırladınız. Bu üretimlerle sizi tanıyoruz. Yine de, oluşum sürecine ilişkin sohbetimizi tamamlaması açısından soruyorum, Eşik’in arkasında nasıl bir edebi bakış, nasıl bir edebiyat tavrı var? Demin biraz başlamıştık, oradan devam edelim. Tabii soru oldukça genel, burada o genelliği dolduracak kadar çok şey söylemek mümkün değil. Ama şunu söyleyebilirim, hani editörlük, eleştirmenlik, dergicilik dediniz ya, tüm bu işleri yaparken karşılaştığım ve beni içine alan, kavrayan, saran metinlere özendim hep. Bu özenme itici bir güç oldu. Bana nasıl bir şey yazmak istediğimi söyledi o metinler. Burada elbette konuların, üslubun ya da kurgunun kopyalanmasından söz etmiyorum. Ama ortak bir edebiyat dilinden, duygusundan ve anlayışından söz ediyorum. Aynı şekilde, karşıma çıkan metinler içinde olumsuz olarak eleştirdiklerim de bana nasıl bir şey yazmayacağımı gösterdi. O nedenle her iki türde okuduğum eserlere çok şey borçluyum. Her birinde edebiyat üzerine tekrar tekrar düşünme olanağı buldum ve her biri kendi metnimi oluşturmamda bana yol gösterdi. Elbette önümde daha çok uzun bir yol var. Bu yol boyunca daha çok şekillenmeler, yeni fikirler, yeni buluşlar çıkacak karşıma. Ama şimdiki yolculuk Eşik’se eğer, Eşik’i yazarken nasıl bir edebi bakış kazandığımı, nasıl bir edebiyat tavrı edindiğimi, en azından bunları gerçekleştirmeye çalıştığımı söyleyebilirim. Tabii bu buluşlar da yazarken gerçekleşiyor. Metni oluştururken karşısınıza bir problem çıkıyor. O problemi aşmaya çalışırken aslında dile, kurguya ve edebiyat anlayışınıza ilişkin bir tartışma yürüttüğünüzü fark ediyorsunuz. Böyle böyle de sanırım yazar kimliği oluşuyor. Kim bilir ikinci, üçüncü romanlarda bu nasıl gelişecek... Eşik’i yazarken diyordum, evet bu ilk romanı yazarken anlatım tekniği üzerine çok düşündüm. Anlatıcı ses nasıl bir ses olacaktı? Bu hikâyenin kendisinin gerekleri üzerinden konuşulacak bir mesele olduğu kadar, yazarın edebi bakışıyla da yakından ilgili bir durum. Sonunda yazar sesini olabildiğince ortadan kaldırmaya karar verdim. Üçüncü tekil olmakla birlikte karakterler arasında gezinen ve bize hikâyeyi onların bilincinden aktaran bir anlatıcı ses oluşturmaya karar verdim. Burada her şeyi bilen, gören, belirleyen ve değerlendiren yazar sesine bir itiraz var. Böyle bir ses yalnızca karakterlerin sesini duymamızı engellemiyor, okurun kendi sesini duymasını da engelliyor çünkü. İşte buradan da yine bir başka bakış açısına geliyoruz. Yazarın, metinle okur arasında fazla gölge etmemesi gerektiğini düşünüyorum ben. Baskın bir yazar ya da anlatıcı ses okur için de yaratma süreci olan okuma eylemini tahrip ediyor bana göre. Eşik için söylenebilecek en kestirme cümle, bunun bir 12 Eylül ro¥ manı olduğu. Aklıma bir filmi “E pımda, gezdiri melik s cuğu v ğini bir için mi Eve den bir lince ak baskıla tı. Bu d yaşamı bir hik ce, 12 E tüm dü şüm rü gıç nok etkileri süreç a etkisi o ca, 12 E dıkları dükleri larla da ca da o bir bire önem k birkaç tirme c çocuk mızı sa yılda n bakış k kuşağın aralam men be yapılan mıyor, lamda çalıştım man ka hikâyes saydım bana g Az daha: R sonrası bile tar muamm Kes kü som dırdığı bu rom Eylül’le göre ro yutuyla olasılık Aynı şe Türkiy o kada sızcaya de çevr okuru kendile düşünü yim, as örülmü birlikte litikayl söyleye ¥ ge “EDE DİLL DUY Kita cümle serüven le iç içe kadının bireyi a Ancak romanı CUMHURİYET KİTAP SAYI 1125 CUMH
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear