05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Savaşan dünyaya barış çağrısı: Edebiyat... zaman böyle dolmadı ağzına kadar/ Seninle ey sevgili yurdum/ Ve hiç bu kadar çırpınmadı/ Seni tutuşturan yaralar için/ Can havliyle”. (112, 113) Bulut’un geniş yaşamöyküsünün yer aldığı, kitaplarında olmayan şiirleriyle yazılarının, söyleşilerinin, mektuplarının toplandığı, F.Saadet BilirAli F.Bilir ikilisinin hazırladığı Abdülkadir Bulut / “Kasabalı Lorca” (E, 2010) ile yine Ali F.BilirF.Saadet Bilir’in hazırladığı Abdülkadir Bulut’a Sevgi Sözleri (E, 2010) adlı kitaplar da eklenebilir bu şiirlere. Abdülkadir Bulut şiirleriyle bu iki kitabı bir “Kitaplar Adası” yazısına konuk alacağım ileride. Biz buradan kalkıp masal kuşlarına uğrayalım mı şimdi? “Masal kuşu” denildiğinde usumuza ilk gelecek ad yine bir Toros çocuğu olarak Oğuz Tansel (1915–1994) kuşkusuz. “Toros” yerine, Türkçeyle uyumlu “Torus” deyişini yeğleyen Tansel de bir güzel şairimiz. Ölümü sonrasında Mehmed Kemal Cumhuriyet’te, onunla tanışmasını şöyle anlatıyor (2.11.1994): “Konya’da postanede, telefon kulübesinde, İstanbul’a haber yazdırıyorum…/ Kulübenin önünde uzun saçları arkaya taranmış, koltuğunun altında kitaplar biri dolaşıyor. Şair mi? Belki. Polis mi? Olabilir. Polis olsa gider içerden dinler. Herhalde şair olmalı./ İşim bitti./ Uzun saçlı meraklı da tepemde bitti./ Elini uzattı./ ‘Ben şair ve öğretmen Oğuz Tansel…’/ ‘Şair Oğuz Tansel’i tanırım’ dedim. Öğretmen Oğuz Tansel’le yeni müşerref oluyorum.’/ Şairlerin ilk tanışta kanı kaynar; hemen, kırk yıllık dostmuşuz gibi el sıkıştık.” Oğuz Tansel, “Sarıkız Yolunda” diyerek bakın nasıl çekiyor dilini göndere: “Düş mü gerçek mi pek ayırt edemiyorum. Ağrı Dağı’nda mı, Uludağ’da mı, İda Dağı’nda mı gördüm kesinleştiremiyorum. Ortalık günlük güneşlikti, dağın tepesine yakın bir düzlükte, orman ala sabah boyasına büründü. Ulu, görkemli bir çınar, gökyüzü katlarında bulutlarla sarmaş dolaştı. Bir köyü gölgeleyecek genişlikteki dalları, yaprakları arasında, türlü, boyalı kuşların ötüşmesi, çamları, gürgenleri ürpertip dağı kökünden sallıyordu.” (Mutluluk Peşinde, Evrensel, 2005, 11) Oğuz Tansel masalcılığından söz edip de onun Allı ile Fırfırı’sına (Yaz, 1976) değinmemek elde mi? Ama Oğuz Tansel’i de şiirleri, masallarıyla “Kitaplar Adası”na konuk alacağımdan burada bırakıyorum. Mustafa Şerif Onaran’a sunduğu “Assos’lu Çoban” şiirinin son dizesiyle veda edelim ona: “Bir istesek cennetleşir yeryüzü!” (Dağı Öpmeler, YKY, üçüncü basım, 2006) ÖYKÜ ROMAN EVRENİNDE HEM TEKLİK HEM ÇOKLUK... Günün öğle saatleri kararsızlıklarla örülüymüş gibi gelir bana. Sabaha dönseniz küskün sırt çevirir, akşama uzansanız yüz vermez bir türlü… Öykü, roman okumak için idealdir ama; evrenlerinde gezinir kişilerin peşine takılırsınız gönlünüzce. Füsun Akatlı, yazarların kendi anlatımlarından kalkarak yazınımızda birkaç ad dışında ne kadar yazar varsa, tümünün de değeri bilinmemiş yazarlar olduğunu söyleyivermişti bir denemesinde kendine özgü o alaysamasıyla. Selda Uygur’un kitaplık’taki (TemmuzAğustos 2011) yazısını okuyunca bunu anımsadım. Uygur, “Türk edebiyatında unutulmuş, keşfedilmemiş, belki de hakkı yenmiş romanlardan biridir Denizin Çağırışı (1944)” diyor, “(Aylak Adam’dan) daha önce yazılması ve Türk romanında günümüzde de işlenmeye devam eden birçok izleği barındırması açısından ilginçtir. Bugün yazılmış gibidir.” Kimden mi söz ediyoruz? Yazınımızın beş kemalinden biri olan Kemal Bilbaşar’dan (19101983)… (ötekileri Kemal Tahir, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Bekir) Kemal Bilbaşar, Denizin Çağırışı’nı (Can, 2003) tam yetmiş yıl önce 17.9.1941’de İzmir Karantina’da tamamlamış. 1943’teki ilk basımından sonra roman gerekli ilgiyi görmediği için, zamanın tozları ardında acı bir unutuluşa terk edilmiş yazık ki… Nitekim Fethi Naci de “Denizin Çağırışı, bende unutulmaz izler bırakmış bir romandır” dedikten sonra “talihsiz roman” olduğunu vurguluyor yapıtın. Şöyle sonlandırıyor yazısını: “Denizin Çağırışı, her zaman keyifle okunacak bir roman… Yazık ki değeri anlaşılmamış bir roman…” (Yüzyılın 100 Türk Romanı; Adam, ikinci basım, 1999, 317, 334) Bu romanı okumamış olmak bir kayıp kanımca. Bunu bizde vurgulayanların başında inceliklerin insanı, değerbilir Selim İleri geliyor yanılmıyorsam. Ama başkaları da anımsanabilir romanın değerini vurgulayan. Örneğin Behçet Necatigil, Hikmet Çetinkaya (Bak.: Cumhuriyet, 3.8.2003) İyisi mi romandan hiç söz etmeyeyim. Nasılsa Bilbaşar’ı da konuk alacağım adaya. Yetmiş yıl sonra bu eksiği gidermeye ne dersiniz? Kısacık, başlayıp bitirivereceksiniz iki bayram ziyareti arasında… Nezihe Meriç’in (1925–2009) öykü kitapları var, biliyoruz. Ama bir de ondan yapılan bir seçki yer aldı sergenlerde. Güven Turan’ın yayına hazırladığı Zor Yokuşu (YKY, 2010). Kitabın, pek çoklarınca yakından bilindiğini sandığım “Doğan Kardeş” dizisinde yayımlandığını ekleyeyim. Toplam on dört öykü yer alıyor seçkide. Öykümüzün yenilenme damarını oluşturan kavşaktaki yaratıcılardan biri kuşkusuz Meriç aynı zamanda. Üstelik kadın sorunsalını halk katmanlarından seçtiği kişileriyle, hem de doygunluk yansıtan verimlerinde ortaya koyarak alana önemli erke kattığı söylenebilir onun. Sevgilerle örülü bu öyküleri okurken, hiç kuşkunuz olmasın, çocukluğunuzun bayramlarında el öpmeye giderken sokak aralarından geçişinizde duyduğunuz esrik erinci anımsayacaksınız… Okuyup bitirdiğinizde öyküleri, iyi ki okumuşum diyeceksiniz bunları… Çünkü iyimser sevgisiyle bir iyilik meleği gibi sarıp sarmalayacak bunlar sizi. Bayramlara, barışlara yürümenin şekersi bilincine varacaksınız… OYUNDAN DENEMEYE GENİŞLEYEN UFUK BOYUMUZ... Derken gün yatmaya koyuluyor diyelim; akşamın sessizliğiyle karanlığın el değmemişliğinde barışa, bayrama sırt dönüleceğini sanmayın sakın, ürpermeyin öyle… Kitap bohçanızı unuttunuz mu? Bayrama, barışa devam öyleyse; edebiyat toprağını bulup da burada boy atmamak elde mi? O halde bayramla, barışla, kitapla bir aradasınız… 1 adi hadi, açın kapılarınızı, pencerelerinizi… Yürekleriniz kabartılarla havalanıp dalgalansın şöyle perdeleriniz gibi… Kapınız mı tıkırdıyor, geleni çevirmeyin sakın; bakarsınız şiirdir, öyküdür, romandır, oyundur, masaldır, denemedir, neyse nedir, geri dönmesin hiçbiri! Dünyanın tüm savaşları, şiddetleri, tacizleri, çocuk, genç, yaşlı, kadınerkek kölelikler, beyaz efendilerce insana biçilen yaşamasız hayat başköşede hüküm sürdüğüne göre her gün yeniden, yeniden yaşadığımız bir dünya gerçekliği değil mi bu? Öyleyse sanatla gelecektir yaşam armağanınız; kapıdan değilse bacadan, pencereden değilse ışıklıktan… Ama siz açın kendinizi, kurtulun kapılarla bacalardan. Baksanıza yürüyüşe çıkmış kitaplar dizi dizi, bugün bayram, bugün Dünya Barış Günü… Geri çevirmeyin size doğru yola çıkmış bu kitapları… Kapatın televizyonlarınızı, bırakın irkiltici o üçüncü sayfaları; çevirin başınızı öteye, sırtınızı dönün yalana, dolana… Sonra bakın, belki bohçacı gelmiştir kapınıza, bir kucak kitapla… Karıştıralım şu bohçayı… Bakın, bakın şiirler, öyküler, oyunlar, romanlar, hepsi sizi bekliyor… Ne güzel! Öyleyse bayramdan, Dünya Barış Gününden daha güzeli olabilir mi okumaya zaman ayırmak için? Kendi payıma seçtim kitapları, bakalım siz ne diyeceksiniz bunlara?… ŞİİR, MASAL DİYARINDAN BİR SELAM ALMAK... Güne şiirle, masalla başlamak bir bardak süt gibi hem iştahını açıyor insanın hem de cilalıyor ruhunu, yüreğini… Buruşmuş beynini geriyor, pelteklenen dilini çözüyor kendi bağlarından… Suda seker, buzda kayar gibi yol açıyor öteye. Bugün Toroslar’a uzansak ne dersiniz? Cemal Süreya’nın “Kasabalı Lorca” dediği şimşek çakışlı Abdülkadir Bulut’la (1942–1985) şöyle bulutlara uzanıp değiversek bir çalım? Ülkemin Şiir Atlası (E, ikinci basım, 2010) Bulut’un ölümünün yirmi beşinci yılında yeniden basılan “bütün şiirleri”ni bir araya getiriyor. Ne diyor kâh esen kâh gürleyen Toros bulutu şair, hele Anamur denildiğinde üveyik gibi yekinerek: “Yolum düşünce Anamur’a/ Havalar yağar eser de olsa/ Elini kulağına götürerek/ Uzunhava çeken köylüleri/ Dinlemeliyim mutlaka”. “Aşkı En Güzel Bizim Oralılar İşler” şiirinde de savruluyor Abdülkadir Bulut: “Şiirlerim hiçbir H Düşünün geçmişten günümüze kitaplara can vermiş o gerçek kahramanları. Bunlardan biri de İbrahim Müteferrika değil mi? İşte bir bilimci yazar olarak Jale Baysal (1925–2009), Cennetlik İbrahim Efendi (Cem, 1992) adlı yapıtında onu sahnedeki biri olarak getirirken önümüze, tatlı, esintili bir belgesel oyun havası estiriyor denebilir. Hoş, oyunun sonunda İbrahim, sayıklar gibi söylenir: “Neden okumadılar? Neden merak etmediler? Neden öğrenmek istemediler?” (89) Oyun kişileri ortalığa dağılarak canlanmış gibi usunuzda varlığını sürdürürken siz de oyunun içine dalma olanağı bulursunuz. Tiyatro diyalogdur; herhangi soru tümcesi içermese de çatışmayla ilerler… Bu bakımdan denemenin, dramatik yansımalı kardeşidir de denebilir oyun metni için… Kavramsallaştırma yatkınlığı da farklı konum kazandırır oyuna. Jale Baysal’ın İbrahim Müteferrika’sı, elinde fener, okuyanları ararken Azra Erhat da (19151982) çıkabilir bu arada bir yerlerden karşınıza… Elinizin altındaysa eğer Osmanlı Münevverinden Türk Aydınına (Can, 2002), onu dinlemeye hazırlanırsınız bu kez. Neler söylemez neler, Azra Erhat. Sözgelimi, “münevver ile halk arasında kopukluğun bol ve çeşitli örneklerin(e)… Bu ikiliğe ilk parmak basanın Atatürk olduğuna bir kez daha işaret ed(iverir)” (26) örneğin. Ekler: “Toplumsal bir psikoz mu? Atatürk sevgisi derler, kimisi de güler bana. Başka insanlarda, başka ülkelerde uluslarda yoktur, aklı başında kimse de anlamaz. (…) Bu topraklar engin, Anadolu bir yüce varlık yüzyıllar boyu ve de bugün, ama perişan, ama gariban. (…) Bir İsviçre, bir İngiltere kurtarıcı mı bekler? Biz hep bekler, ikide birde acil gereksinim oluverir kurtarıcı. Dram burda işte.” “Mustafa Kemal ‘varlığı’ yarattı, varlığın da yaratılarak var olabileceğini anladı, gösterdi.” “Az mı boğuştu o da zamanının aydınıyla! Nasıl olsun istedi ve nasıl da olamadı…” (147 vd.) Kalemini barış için adamış, bayram sevinçleri çoğalsın diye ürünler vermiş bu yazarlarımızın hiçbiri aramızda değil. Onlar bizim birer sevgili ölümüz… Aile yakınlarımız gibi onları mezarlarında ziyaret edemesek de kitaplarını okuyarak sevgi sözleri fısıldayabiliriz kulaklarına yine de… Baksanıza, barış için bıraktıkları yapıtları, sessiz çığlıkları, sesleri, gülüşleri bizimle birlikte…Sahipsiz mi kalsın bu onurlu duruş? Gelin sevgili ölülerimizi bu kez yaşayan bir yazarımız Adil İzci’nin çocuklar için kaleme aldığı Deniz Olsun Adı (Günışığı, 2011; Resimleyen: Sadi Güran) başlıklı yapıtından “Böyle Bir Ülke” şiiriyle esenleyelim: “Süt içiyorum ineklerin sırtında/ Bazen bir koyunla kucak kucağa/ Elma yiyorum bağlarda/ Ağaçların kokulu gölgelerinde. //Annem ızgara yaparken/ Bir kekikli yamaçtayım/ Portakal yiyorum Finike bahçelerinde/ Elbisemin kumaşı Çukurova’da dokunmuş/ Salata yapıyoruz ailece bir bostanda/ Zeytinleri amcam Ayvalık’tan getirdi/ Fırından ekmek yiyoruz, sıcacık/ Ohoo, ta neredeyiz, Konya ovasında/ Fasulye ayıklıyoruz bir serada/ Bir de su içiyoruz şişelerden/ Güzel pınarlarını anarak.// Anlattı babam, Anadolu’da/ Sular, kocaman pınarlardan kaynarmış./ Böyle bir ülke sevilmez mi?// Ne hoş, büyüleyici, özverili/ Şu bizi besleyip büyüten doğa.” (15, 16) İşte barış, işte bayram okumalarla taçlandırabileceğiniz… Kutlu olsun efendim… EYLÜL 2011 SAYFA 21 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1124
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear