05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Menekşe Toprak’tan ‘Temmuz Çocukları’ ‘Aidiyetsizlik kendine güvensizliği doğurur’ Daha önce öyküleriyle tanıdığımız Menekşe Toprak, ilk romanı Temmuz Çocukları’nda Almanya ve Ankara arasında, 80’lerle geç 90’lar arasında gidip gelen, iç içe geçmiş aşk hikâyeleriyle yurdundan kopmak zorunda kalmışların aidiyetsizlik öykülerini anlatıyor. Birkaç kuşağın kaderini etkileyen, geçmişte kalmış bir yasak ilişkinin, Alman Klaus ile güzel ve evli Süheyla’nın aşklarının fonda yer aldığı roman, kadınlar ve erkeklere dair en derin gönül kırıklıklarını dile getirirken geri plandaki kahraman Ankara’yı da anlatıyor. Toprak’la romanı üzerine söyleştik. Ë Eda GÖKMEN emmuz Çocukları, anne babalarını ancak yaz tatillerinde gören göçmen ailelerinin çocuklarını ifade ediyor değil mi? Evet, tam da onları ifade ediyor. Almanya’nın elli yıllık göç tarihinde binlerce çocuğun yaşadığı dram bu: Bebek yaştan itibaren akraba yanlarında büyümüş, kimi çocukluklarının belli evrelerini anne baba yanında Almanya’da geçirmiş, tekrar Türkiye’ye getirilmiş, ailelerini çoğunlukla yaz aylarında yaşamış bir nesil. Romanın ana karakterlerinden Aysu, bu çocuklardan biri. Bu öykü sizi ne kadar zamandır meşgul ediyordu, nasıl doğdu? İçinde kendi öykünüzden ne kadar parça var? Bence pek çok yazarın yaşamla ilgili temel bazı meseleleri var. Çoğunlukla da o meselenin etrafında dönüp dolaşır ve gün gelir korkusuzca o meselenin üstüne giderler. Bu roman da, benim için tam da böyle bir şey. Çünkü ben de Temmuz Çocukları olarak nitelediğim çocuklardan biriyim. Aysu’nun ilk kez karşılaştığı Ankara, benim Ankaramdı. Ama benim hikâyem daha çok bir duygu, bir ses olarak var burada. Romandaki ailenin hikâyesi, bir Almanla evli Türk kadının yasak aşkı, ailenin bugününü belirlemiş olan geçmişi tamamen kurgu. Yine de tabii ki seslerine, tınılarına vakıf olduğum insanları anlattım. Son on yıl içinde Berlin’de yaşamanın, radyoculuk mesleğim sırasındaki gözlemlerin romanın böyle yazılmasında önemli bir payı var. “KİM BUGÜN DOĞDUĞU TOPRAKLARDA YAŞIYOR Kİ?” Neden özellikle o yılları seçtiniz? Romanda iki dönem var: Biri Aysu’nun defterinde yer alan metinlerdeki zaman, ki bu 80’lerin ortasına denk düşüyor, diğeri ise romanın iskeletini oluşturan 90’lı yılların sonu. 80’li yıllarda Ankara donuk, içe kapanık bir şehirdi benim için. Doksanlı yılların sonlarında ise hızla değişmeye ve genişlemeye başladı. Bu romanda amacım mekânlarla birlikte değişen yaşam biçimlerini de anlatmaktı. Bu yüzden Temmuz Çocukları’nın sadece Almanya’ya göçün hikâyesi olarak okunmasını istemem. Kahramanlarımdan biri olan Ankara da, geçirdiği değişimlerle, farklılaşan yüzüyle SAYFA 22 3 MART 2011 T bir göçebelik yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. İki arada büyüyen çocukların dramını Aysu daha kitabın ilk cümlesiyle dile getiriyor: “Benim hikâyem burada başlamıyor.” Ancak kitapta köklerinden koparılmış tek karakter o da değil. Babaanne dahi doğduğu yerden koparılmış. Anneler hep gizli gizli ağlıyor. Romandaki tüm karakterlerin ortak dramı “aidiyetsizlik”ten mi kaynaklanıyor? Aslında Anadolu insanının yüzyıllardır yaşadığı bir şey değil mi bu? Hangi birimiz bugün doğduğumuz ve büyüdüğümüz topraklarda yaşıyor ki? Benim ailem 70’li yıllarda Almanya’ya göç etmiş ama ailemin göçebeliği çok eskilere dayanıyor. Atalarımız, bir zamanlar Sivas’tan Kayseri’nin Sarız ilçesine göç etmiş; ama biz bunun tam ne zaman gerçekleştiğini bile bilmiyoruz. Göç, yirminci yüzyılda bütün dünyada yoğun bir şekilde yaşandı, yirmi birinci yüzyılda devam ediyor ama artık sıra onun edebiyat ve sanat aracılığıyla bireyler üzerindeki izdüşümlerini anlatmaya geldi. Aysu her anlamda iki arada kalmış bir karakter. “Belki güzel olmak bu dünyadaki varoluşuyla benzer bir özelliğe sahipti: İkisi de ne vardı ne yoktu, ne tam silikti ne tam görünürdeydi.” Aidiyetsizlik insanın kendine güvensizliğini de beraberinde getirir. Dışarıda ve eşikte durduğunuz her an ayaklarınız yere sağlam basmaz. Görüntünüz, yapıp ettikleriniz hep yerleşik olanın bakışına göre biçim değiştirir. Aslında insanın en çok esip gürlediği yer aile ortamıdır. Ama, Aysu örneğinde olduğu gibi ortada bir aile de yoksa, varoluşunuzu en çok onaylayan, destekleyen mercii de bir şekilde ortadan kalmış olur. Bu öykü yalnızca aidiyetsizliği değil, kuşak farklarını ve farklı bakış açılarını da anlatıyor. Yine de her olay tekerrürden ibarettir dedirtiyor. “Aslında her bir yaşam, her bir nesil, şartlar ne kadar değişirse değişsin, özünde tekerrürden ibaretti, hepsi birbirinin aynısıydı.” Bu, romanın sonunda baba Sabri’nin vardığı bir sonuç. Sabri Bey kurallarına vakıf olmadığını sandığı bir çağda yaşadığını düşünürken gizlice çocuklarını dinliyor ve insani ilişkilerin, kuralların, hassasiyetlerin kendi dönemindekilerden pek de farklı olmadığını kavrıyor. Bunu şöyle de yorumlayabiliriz: Yüzyıl önce yazılmış kimi klasiklerde neden hâlâ kendimizi bulabiliyor, ilişkilerimizi sorgulayabiliyoruz? Bu eserler evrensel değer ve kuralları, en önemlisi de insanı çelişkileriyle anlatabildikleri için. Çünkü insanı insan yapan kavramlar, kurallar, duygulanım halleri zaman içinde biçimsel olarak değişmiş gibi görünse de özünde aynı. “68 KUŞAĞININ FELSEFİ OLARAK TALEP ETTİĞİNİ, 80 KUŞAĞI TÜKETTİ” Romandaki baba karakteri günün birinde yurda dönmek istiyor, hatta arsa ve ev bakıyor. Ancak sürekli olarak anne karakter tarafından engelleniyor. Bunun nedeni annenin bu ülkede hiç tanımadığı bir özgürlüğe kavuşması ve aynı zamanda bebekken kaybettiği küçük kızlarının travmasından uzaklaşma isteği mi? Yoksa başka nedenleri de var mı? Bunu sorduğunuza göre, annenin ruh halini az buçuk anlatmayı becermişim. Şükriye Hanım Anadolu’dan Almanya’ya göç etmiş bir kadın olarak ilk kez başını dik tutmayı ve dünyaya erkeklerin gözüyle bakmayı bu ülkede öğreniyor. Ama gençken çocukları peş peşe ölmüş, bu yüzden travma yaşamış ama bunun farkında olmayan bir kadın. Ancak bu travmayla yüzleştikten sonra en azından yaz aylarını memleketinde geçirmeye razı oluyor. Böylece bir çeşit iç huzura kavuşuyor. Süheyla biraz da kendi güzelliğinin lanetini yaşıyor. Güzellik sizce de bir lanet mi? Süheyla bütün hikâyenin gerçek Bu romanda Menekşe Toprak’ın amacı mekânlarla birlikte değişen yaşam biçimlerini de anlatmak. kurbanı mı, yoksa tüm aile dramının bencil üyesi mi? Süheyla’nın kendi güzelliğinin farkında olup olmadığından emin değilim ama aile için bu güzellik bir lanet. Çünkü Süheyla güzel olmasaydı Klaus’la aşk yaşamaz, “ağzı var dili yok, iyi huylu kadın” olarak evliliğini sürdürürdü. Süheyla ancak kadınlığını, cinselliğini keşfetmeye başladığında talepkâr olmaya başlıyor. Kesinlikle bencil değil, sadece değişen yaşam koşullarında birey olmayı, talep etmeyi geç keşfetmiş ve bunun sancısını yaşamış biri. Ayrıca öykü boyunca tüm karakterlerin içseslerini duyabiliyoruz ancak Süheyla ve Yaşar karakterlerini sessiz bırakıyorsunuz. Onların iç dünyalarını tanıyamıyoruz. Süheyla’nın durumunun olayın dramatik gidişiyle de ilgisi var tabii. Sanki özellikle onun sesini duyurmuyorsunuz bize. Yaşar da diğer gizemli karakter olarak kalıyor aynı şekilde. Yaşar’ı bilinçli olarak dışarıda bırakmadım. Onun kurgu gereği dışarıda kaldığını yeni fark ediyorum. Sanırım Yaşar’ı anlatsaydım, bu biraz daha farklı bir roman olurdu çünkü Yaşar ailesinden hep uzakta yaşamış, ailenin ve Süheyla’nın dramına hemen hemen hiç ortak olmamış biri. Süheyla’nın sesi ise hem kurgu hem de göç tarihinde üstlendiği rol gereği biraz kısık. Süheyla ne tam taşralı ne tam kentli. Geleneğin ve modernin ortasında, tam anlamıyla eşikte duran ikinci nesil göçmen kadınlardan. Sesini çocukluktan itibaren yükseltmeyi öğrenememiş, böyle olduğu için de dışarıdaki şiddeti kendisine yöneltmiş biri. Bu yüzden sesine ancak çevresindeki insanların onu algıladığı kadar yer verebildim. Klaus, Süheyla’yla tanıştıklarında onu “dünya nimetlerini oburca tüketmesi gereken 80 kuşağının tipik bireylerinden biri işte” diyerek tanımlıyor. Süheyla’nın bu maceraya girmesindeki güdülerinden biri de bu mu? Bu, 68 kuşağı Klaus’un bir yargısı, 68 kuşağının kendisinden sonraki nesle getirdiği eleştirilerden biri diyelim. 68 kuşağının belki felsefi olarak talep ettiklerini, 80 kuşağı tüketmeye başladı. Ama tüketirken “tüketilmeyi” de dilemez miyiz? Yani talep edilmeyi, başkaları tarafından arzu edilmeyi… Peki, Klaus nasıl biri? Yalnızca gençlik ve güzelliğin peşinde olan, sorunsuz bir Batılı erkek mi? Yok ¥ ¥ sa ve yılların olarak ramıyo 68 k yebiliri niyle d aşk yaş özgürlü leri sor yabiliri toplum man 68 mış ve kaldırı yaşlanm ise dah larını y hem de Süheyl ise için yaşama çok. “M adamla fından sanki.” la’nın h nen Az Aziz’e açar m seleleri Azi özümse basan t değil. Ç hafızala kod gib dramın ablası S üzerind dınlanm ca istem lışmış, nı verm üst etm ablasın istediği akıl edi kutsallı rin kim duğuna söyletiy dınları, lışan bi “İNS ANL KER Yin “onları den, ağ lerle ba çiriyor düğüne geç far çevresi Nedir? Asl yiz. He Aziz ve cinsel a kez Me yor. O nın diğ düzeni Nihaye evinin insan b sın, son nin ve Rom Ankara nın ve düşünd çok sev Çün CUMHURİYET KİTAP SAYI 1098 CUMH
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear