05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

İbrahim Yıldırım’la son romanı üzerine Gamze Akdemir söyleşti. ¥ deyken; her cumartesi çıkılan kanamalı yolculukların sonuncusunda kaleme almıştır. Daha açık ifade edersem, “Son Rüya” ölmeden önce yazılmıştır. Söylediğiniz gibi bu metin, Osmanlıca sözcüklerle ve eski harflerle doludur. Bir tür psişik metindir ve çevrilmeden anlaşılması mümkün değildir. Niye böyledir diye sorulduğunda ise, Suat Arıca gençliğinde Klasik Şark Dilleri öğrenimi görmüş biridir, diye yanıt vermek mümkün... Anlatıcı, Suat’ın ölümünden kısa süre önce intihar eden Hülya adındaki bir başka kadının varlığını fark ediyor defterin sayfalarında. Birkaç sayfa sonra ise ikinci ama yaşayan bir Rüya’ya tesadüf ediyor. Bu Rüya ve Hülya’lar karışıyor gibi. Onları açar mısınız? Bu sorunuza çeşitli okuma biçimleri üzerinden giderek yanıt verebilirim: Öncelikle Her Cumartesi Rüya’ya istenirse, aşk ekseninde ilerleyen; düğümleri çözerek, ama aynı zamanda yeni düğümler de atarak gelişen bir polisiye denilebilir. Okurlar bu ekseni, aşk üçgeni şeklinde de ele alabilirler. Böylece Rüya ve Hülya’ya bir kimlik de bulmuş olurlar. Böyle bir okuma tabii ki olasıdır. İkincisi romanı; okurla interaktif bir ilişki kurmaya çalışan roman kişisinin, yani anlatıcılık görevini üstlenmiş doktorun Rüya adlı genç kıza olan aşkı olarak gören okurlar da olacaktır. Öte yandan, anlatıcı doktorun kendine meczup ve mecnun demesini öne çıkarıp aktarılanların ruh ve us yarılması sırasında yazılmış bir metin olarak görenlerin olması da mümkündür. Romanın geçtiği yılı temel alanlar ise “Her Cumartesi Rüya”nın siyasi roman olduğunu da söyleyebilirler. Yabana atılacak bir saptama değildir bu. Ancak okuma biçimleri yalnızca bunlarla sınırlı değildir. Herkes dilediği gibi okuyabilir, yorumlayabilir. Benim için önemli olan iki kapak arasına aldığım metnin yani Rüya’ların ve Hülya’ların inandırıcı olmasıdır… oluşturulmuş birer varlıktır. Dileyenler bunlara kavramları, sözcükleri de ekleyebilirler. Doktorun varlığını algıladığı tarifi zor şey de yazınsal bir varlıktır. Yazar tarafından yaratılıp okura takdim edilmiştir. Saçma bulunup bulunmaması önemli değildir, inandırıcı olması önemlidir. Suat’ın öldüğü taşra kentinde 1949’da basılmış, M. Eşref Ankaravî’nin yazdığı En Manalı Aşk Tabirleri (Aşkın Esrarı, Az Bilinen Hususiyetleri ve Bilumum Cihetleri) adlı bir kitaptan referanslar alınıyor romanda, göndermelerde bulunuluyor. Ankaravî aslında bir roman kahramanı olsa da hayli gerçek kılınmış metinde... Ankaravî evet bir roman kahramanı, yani yazınsal bir varlık olarak değerlendirilmeli. Romanda onun olduğu söylenen En Manalı Aşk Tabirleri adlı kitabı yazmak için aylarca uğraştım. Böyle bir kitapta olması gereken dili kurmak için yalnızca yazmakla yetinmedim, okumalar da yaptım. Aynı şey, Suat Arıca’nın “Son Rüya” adlı metni için de geçerlidir. Amacım çoksesli bir yapı kurmaktı. Umarım başarmışımdır. “HER ŞEY İNANDIRMAKLA DOĞRUDAN İLİNTİLİ” Dramatik dolaysızlık... “Bu edebi adabı meğer bilinçsizce uygulamışım” diyor anlatıcı. Yazar olarak siz bunu nasıl kullandınız? Şöyle düşünüyorum; roman ve öykü yazarken mutlaka uyulması gereken bir kural vardır. O da yazarın en başından itibaren her şeyi biliyor olmasıdır. Nesnel olabilmek için ne denli uğraşılırsa uğraşılsın, bu böyledir ve yazarın her şeyi bildiği baştan kabul edilir. Kalın hatlarıyla “sanat” dediğimiz şey böyle bir gereklilik üzerine kurulmuştur. Ancak “sanatlılık” ise bunu örtmeye, saklamaya çalışır ki İngilizcede buna “artifice” deniyor. Bence her iki kavram arasında çok ince bir çizgi vardır ve bu çizgi her an ihlal edilebilir. Bu ihlali çok usta yazarlar, bazen bile bile yaparlar. Çünkü birincil amaç yazılı nesnenin inandırıcı olmasıdır. Dolayısıyla bu yazınsal geleneğe; ister “yazarın aradan çekilmesi”, ister “dramatik dolaysızlık” adı verelim; her şey, inandırmakla doğrudan ilintilidir. Günümüzde türler birbirinin içine girmişken, dahası alışılmış türler dışında metinler üretilirken; bu tür kavramlar üzerinde sanırım artık daha serinkanlı düşünceler geliştirmeliyiz. Peki, ya yazarın ve okurun mevt hali? Sanırım doktorun “ölü yazarlar” ve onların ölü okurları üzerine yaptığı yorumları kastediyorsunuz. Ben, buna aşkın mevt, yani ölü halini de ekliyor ve romanın ikinci isminin “Aşk ve Mevt Tabirleri” olduğunu söylemekle yetiniyorum… Yazar olarak sizin ve anlatıcı doktorun Suat’a dönüşmesi... Son soruda, ne ölçüde gerçekleşti bu hal? Bütün anlamlı, güzel ama bir o kadar da zor sorularınız için size teşekkür ediyorum. Ama bu soru, en zoru. Hatta en tehlikelisi… Belki de en iyisi, yanlış anlamaları daha fazla kışkırtmamak için yanıtı törene katılmak isteyenlere bırakmak... gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Her Cumartesi RüyaAşk ve Mevt Tabirleri/ İbrahim Yıldırım/ Doğan Kitap/450 s. 10 . “AMACIM ÇOKSESLİ BİR YAPI KURMAKTI” Anlatıcının dediğine göre Suat, Ahit Sandığı adını verdiği kutuyu ne zaman açıp şarkıyı çalsa odanın içinde hırçın bir bulut uçuşmaya, kimi zaman bir iken iki olup kapıya pencereye saldırmaya başlıyor. Suat’ın şoförü İsmail bu şeyi ilk fotoğrafhanede gördüğünü söylemişti. Anlatıcı önceleri inanmasa da zamanla kendisi de mesela Suat’ın ölü bulunduğu gün çekilen 3 Kasım tarihli gazetede yayımlanan fotoğrafta bile görür olmuştu bulutu. Hatta diyor ki “İster saçma bulunsun, ister bulunmasın, bu tarifi zor şey, benim hissettiğim bir hal, yazınsal bir varlık!” Bir metinde bulunan her şey yazınsal varlıktır. Zaman, mekân, kişiler, nesneler, kısacası her şey yazar tarafından CUMHURİYET KİTAP SAYI 1095 ŞUBAT 2011 SAYFA 5
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear