Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
maz, ioğlu. com OKUMA satır aralarına çığlıklar saklamış. Haydi, tutun Rojin’in elinden, alın derin bir soluk… Kakalar Günü’nüz kutlu olsun Fatih Erdoğan’ın yazdığı, Eğlenceli Öyküler Dizisi’nden çıkan Kakalar Günü’nde iki öykü yer alıyor. Kitapla aynı adı taşıyan ilk öykü, eski püskü bir deftere günlük tutan tuvalet temizlikçisinin bu günlüğü tutmaktan neden vazgeçtiğini anlatarak başlıyor. İlk anda, genel tuvaletin temizlikçisinin bu günlüğü yazmayı niçin bıraktığını merak etmeyebilirsiniz... Ama durun, önyargılı olmayın ve devam edin öyküyü okumaya… İyi de tuvalet temizlikçisi tuvalete giren çıkan herkesle ilgili notları neden alır? Bu, bir tuvalet güncesi midir, yoksa da adamın edebiyat merakından mı kaynaklanır? Günlerden bir gün bu tuvalete büyük bir akın olur. Kapıda kuyruk oluşur, kavgalar başlar. Aslında, kafasında kendi boyundan büyük şapkası olan, boynuna çalar saat asmış, sivri pabuçlu tuhaf bir adamın gelmesiyle birlikte başlamıştır her şey. Adam semt kahvesinde “Çay bardaklarının beli niye ince, ayakkabıların içinde neden dil vardır, ilk yoğurdu kim yapmıştır?” gibi tuhaf sorular sormaya başlamıştır. Herkes işi gücü bırakıp adamın bu saçma sorularının yanıtlarını bulma derdine düşer. “Neden evlerimizde tek tuvalet var, ya hepimizin aynı anda kakası gelirse?” sorusu kasabalıların aklını iyice karıştırır. Kahvede, sokakta herkes bu konuyu düşünür hale gelir. Bu düşünce kaygı haline gelince, günden günde tuvalet sorunu büyüyen insanlar haline gelirler; aralarında bir haftadır kakasını yapamayanlar vardır. “Evlerine insan sayısı kadar tuvalet yapmaları pratik değilmiş. O kadar tuvaleti nereye sığdıracaklarmış ki? Lazımlık kullansalar? Ama lazımlığa nerede oturacaklar?..” (s, 14) Gençler, sorunlara çözüm bulma konusunda daha duyarlı olduğu için en çok da onların sıkıntısı vardır, sokaklarda iki büklüm dolaşmaya başlarlar. Yaşlılar ve kaymakam da iki büklüm dolaşanlar arasına girer; artık kimse kakasını yapamamaktadır, fakat bunu dillendirmekten herkes utanır. Günlerden bir gün meydanda “Cırrrrr…” diye bir ses duyulur. İki aylık bir bebek, rahatça kakasını yapmıştır. Onun başına üşüşüp imrenerek bakarlar. İçlerinden biri dayanamaz ve “keşke ben de bu bebek gibi yapabilsem” deyince herkes ondan cesaret alır ve sıkıntısını itiraf eder. Bunun ardından hepsinin sorunu çözülmeye başlar. Fakat korkulan olmuştur. Herkesin aynı anda kakası gelmiştir. Sonra neler mi olur, öyküyü okuyanlar öğrenecek onu da. Yaşam böyledir, tuhaf birileri yalan yanlış sorular koyup giderler kafanıza. Hiç yoktan meşgul edersiniz kafanızı onlarla, değerli zamanınızı harcarsınız. İçinizde büyütüp bin soruna dönüştürürsünüz, sustukça büyür kabızlığınız. O tuhaf insanlar çekip gider, siz içinizde büyüttüklerinizle kalırsınız. Bu öykünün çocuklara ve yetişkinlere “incelikle” anlattıklarına kulak verelim. Kitabın ikinci öyküsü Fındık Ezmesi, Ceren Deniz Güldiken için yazılmış. Daha ilk tümceden sarıp sarmalıyor okuru: “Ceren Deniz’i bir cumartesi sabahı kaçırdılar.” Neden, nasıl, niçin kaçırdıklarının ipucunu vermeyeceğim. Gerek, Ceren Deniz karakterine, gerek ilk öyküdeki karakterlere yazarın kattığı özelliklere dikkat edilirse ortak yönler bulmak olası. Eğlenceli öyküler dizisinden çıkan önceki kitapları da okumuş biri olarak diyebilirim ki; Fatih Erdoğan öykü çatısını hazırlarken öyküye “karakter” olarak yerleştirdiği tiplemeleri inandırıcı özelliklerle donatıyor. Bu karakterlerin gereksindiği özellikleri çoğu zaman abartılı, mizahi bir dille onlara yüklüyor. Okur onu inandırıcı, gerçekçi buluyor çünkü öykü kahramanlarının kişilik, karakter yapısı ile öykü kurguları arasında sıkı bağ kuruluyor. Fatih Erdoğan’ın öykü evrenine kattığı kişilerin her birini karaktere dönüştürmesi elbette onun çocuk yazını alanındaki yetkin kaleminden kaynaklanıyor. Kitaptaki iki öyküyü de merakımızı yitirmeden okuyoruz, gülerken düşünüyoruz, düşünürken çözümler üretebiliyoruz; en önemlisi, okumayı seviyoruz! Kakalar Günü’nüz kutlu olsun!? www.maviselyener.com *Kakalar Günü, Fatih Erdoğan, resimleyen: Mustafa Delioğlu, Mavibulut Yayıncılık, 86s, 2011, 7+ *Haliç’ten Bulutlar Geçerken, Görkem Yeltan, resimleyen: Sedat Girgin, Doğan Egmont, 2011, 100s, 9+ tiğim bir “Galik olsun! m yeriayınme imar hazırsteyen nmedi, mlaar için, dım, nmedi. medim. or şimazdıklamak istemadım sözlere rtmalarkendimi. Sözlüedim madde ktım. üğü” tendim. cini’nde … Sonra r. Ancak korktumını geti ‘İnce şeyler’i anlayan ve anlatan iki çocuk kitabı Yayımlanan onlarca çocuk kitabı ırmağı içinde nitelikli olanları bulup çıkarmak kolay değil. 30. İstanbul Kitap Fuarı’nda edinip okuduğum ve arkadaşlarıma, okurlara önerdiğim kitaplardan ikisi var masamda: Fatih Erdoğan’ın kaleme aldığı Kakalar Günü ile Görkem Yeltan’ın ilk çocuk romanı olan Haliç’ten Bulutlar Geçerken. İki kitap da şairin “Ah, kimselerin vakti yok/ durup ince şeyleri anlamaya” dizesine gülümsüyor; ince şeyleri anlamaya/ anlatmaya vakti olan iki yazarı karşımıza çıkarıyor. ? Mavisel YENER aliç’ten Bulutlar Geçerken’de, derinlikli, bol katmanlı bir romanla karşı karşıyayız. Haliç’ten Bulutlar Geçerken adlı son romanı ile verimlediği diğer çocuk kitaplarını da göz önüne alırsak, Görkem Yeltan’ın dikkatle izlenmesi gereken bir yazar olduğunu söyleyebiliriz. Haliç’in sokaklarına uzaktan şöyle bir göz atıyoruz. Bahçelerden birinin açık kalan demir kapısının aralığından içeri odaklanıyor kamera. Haliç’teki evlerin çoğu gibi o da pek güzel. Bahçede, kırmızı beyaz kareli paltolu, şirin bir kız çocuğu, yani Rojin var. Ev Rojin’lerin değil; ama olsun, kiracılık da kötü değil. Para ödedikleri sürece ev onların! Rojin, demir kapıdan dışarı adımını atıyor, sokakta artık. Arka planda ip atlayan, top oynayan çocuklar var. Rojin kafasını kaldırıp evden eve gerilen iplere asılmış çamaşırlara bakıyor. Kaç pantolon asılı olduğunu sayıyor. Daha ilk sayfalarında okurun yüreğini kuşatan bu romanı bir film karesiyle anlatmaya başladım, çünkü “bu kitabın filmi çekilmeli” duygusunu uyandırdı bende. Geçmişte nice dilin konuşulduğu, nice dinin duasının yapıldığı Haliç, hiç kuşku yok ki eski güzelliğinden çok şey yitirdi. Ancak yine de Haliç, sokaklarında gezintiye çıktığınızda, size fısıldayacak pek çok öyküsü olan bir semt. İşte bu öykülere yelken açıyor Görkem Yeltan. Sayfalardan taşan renkler ve kokular kadar, yaşanan hüzünler, sevinçler de gerçek. “Dışarıdan bakıldığında fakir bir semtin mutsuzlukla kaplı olduğu düşünülür. Oysa birbirlerini seven, kendi sıcaklıklarıyla ısınan aileler vardı burada.” (s,79) Rojin, İstanbul’a göç eden, gelir düzeyi düşük bir ailenin, beş yaşındaki kızı. Rojin’in iki abisi, okuldan arta kalan zamanlarda, trafikte sıkışan arabaların arasında dolaşıp su, kâğıt mendil, gül satıyorlar. Anneleri bir gelinlikçide çalışıyor. Babasının işten çıkarıldığını öğrenen Rojin’in bu durumu çözmek, ailenin para sıkıntısını gidermek için bir planı var! O, annesini, babasını, abilerini, babaanne ve dedesini dünyadaki herkesten daha çok seviyor. Sevgi yumağı olan bu ailede yaşanan pek çok değişime karşın tek değişmeyen şey birbirlerine olan bağlılık ve sevgileri. Gerek ailenin gerek semt sakinlerinin yaşama biçimleri, dilekleri, tasaları, korkuları, sevinçleri irdelenerek düşlerden yola çıkılıp insan gerçeğine çağrı yapılıyor kitapta. ne karnı “birazcık” ağrırken sokağa çıkıyor. Sokak o gün pek ıssız, birkaç kez sokağı baştan sona dolaşıyor Rojin; canı sıkılıp tahta bir sandığa oturduğunda o müthiş şey oluyor. Daha önce hiç karşılaşmadığı, yeşilimsi saçlı, bir milyon yüz yedi buçuk yaşındaki yaratıkla karşılaşıyor. Yaratık onunla arkadaş olmak istediğini söylediğinde Rojin pek de nazlanmıyor. Bu yaratığı, Rojin’in annesi, babası ve mahalledekiler asla göremiyorlar. Onu tek görebilen insan Rojin. Yeşil Saç ve Rojin’in dostluklarını, Asa Lind’in kaleme aldığı Kumkurdu ve Zackarina’nın dostluklarına benzettim biraz da; Kumkurdu’nu pek sevdiğim gibi Yeşil Saç’ı da sevdim. Rojin’in Yeşil Saç’la birlikte fantastik evrenlere gidip gelmeye başlamasıyla Rojin’in tanışıp dost olduğu düş arkadaşları çoğalıyor. Kırmızı yanaklı ejderha, kraliçe, sersem yılan Serpen, sevimli cırcırböceği Lacigale bunlardan bazıları. Hepsine de hemen kanı kaynıyor Rojin’in. Pek çok sorusu var elbette: “O anda Rojin’in aklından binlerce soru geçiyordu. Niye daha önce sormamıştıki sanki bu soruları… Evli mi, bir kral var mı, Kraliçe nereyi yönetiyor, biz neredeyiz, burası tam olarak neresi, acaba burası Haliç mi, Kraliçe kaç yaşında, ne zamandır kraliçelik yapıyor, burası ‘Yaprak Şehri’ gibi bir yer mi, niye diğer insanlar bunları göremiyor? Kraliçe’yi, Ejderha’yı, Lacigale’yi yalnızca ben mi görebiliyorum?” (s,17) Romanda kullanılan isimler, raslantısal koyulmamış; hemen hepsinin metaforik anlamı var. Kız çocuğunun adının Rojin olması, etnik çeşitliliği yansıtan bir ad olması açısından da önemli. Rojin’in anlamına baktığımda “güneş gibi, güneşsi” karşılıklarını verdi sözlük. İşte o zaman kitabın son tümceleri daha da anlam kazandı: “Güneş, belli ki bundan sonra hep onu takip edecekti. Rojin en çok güneşli günleri severdi…” (s,94) Roman, Ejderha’nın kuyruğunda sallanan balıklar, takım elbiseli yılan Serpen, ulaşım aracı olarak kullanılabilen kesekâğıdı gibi pek çok imgeyle dolu. Metnin üçüncü şahıs dilinden anlatılmış olması, gerçeklik duygusunu pekiştiriyor. İyi bir çocuk romanından beklendiği gibi, satırarası iletilerin yanı sıra pek çok alt metin de yer alıyor kitapta. Bu alt metinlerin hangisini ne kadar alımlayabileceği okurun okuma yolculuklarına, yaşına, deneyimlerine göre değişim gösteriyor. Görkem Yeltan, “söylemeden söyleme”nin iyi bir örneğini veriyor kitapta. Örneğin, göç sözcüğü metinde hiç geçmiyor ama aslında Rojin ve ailesinin köyden kente göçtüğünü ve bunun yarattığı sorunlarla boğuştuğunu anlıyorsunuz. Bir başka örnek, Rojin’in roman boyunca karnının ağrıması. Yazar, kahramanın sağlık durumuyla ilgili ayrıntılı bilgi aktarmadığı gibi, ailesinin onun doktora götüremediğini doğrudan söylemiyor. Rojin’in “…yeterli paramız olabilir. Beni doktora götürmedikleri için de üzülmezler…” (s,76) sözlerinden anlıyoruz olayın ardındaki öyküyü. Görkem Yeltan, roman ırmağına kattığı gerçeklikleri düş dünyasının içinde başarıyla yoğurmuş, duyulmayanı duyurmak için H rken, a, kitatişim uz? afalı sata. Mereteni . Zira bazen hâkim debi rmenler sizim ölü! ısınız. ğinizden n rahat dim için yorum akılıyoda basrımda da da ıkmış ke taşısandıden hiç ni ihtien bula Bir milyon yüz yedi buçuk yaşındaki yaratıkla karşılaşma Rojin resim yapmayı, renklerle oynamayı çok seviyor. Bir ejderha görebilmek için her şeyini verebilir! Her çocuk gibi, düşleri sonsuz… Nedense karnı hep “birazcık” ağrıyor onun. Bir gün, yi KİTAPÇI ? A. AKAL, Ç. GÜNDEŞ, N. YILMAZ, M. YENER Neşeli Çalgıcılar (El Yazısı Öğreniyorum)/ Uyarlayan: Alkan İnal/ Resimleyen: Zeynep Özatalay / T.İş Bankası Kültür Yayınları/ 2011 / 24 s. / 67 Kitabın adı “Neşeli Çalgıcılar” ama aslında yıllardır Bremen Mızıkacıları diye bildiğimiz masal bu. Masalı henüz okuma bilmeyen çocuklara okuyabileceğiniz gibi, daha çok birinci sınıf öğrencilerinin ellerine vermeyi yeğleyebilirsiniz, çünkü el yazısıyla hazırlanan dizinin bir kitabı bu. Bazen öğretmenler MEB’in belirlediği el yazısı tipiyle hazırlanmış kitaplar arıyor ya, işte bu dizi, CUMHURİYET KİTAP SAYI tişmiş, ditörler arşılığını künse Yalnızpeşinde özcüklekıyafetimek isiri! Gostemiyor virmezyleyemazdım bu beklentiye karşılık olabilir. Eşek, köpek, kedi ve horoz, yaşlandıkları için evlerinden kovulmuşlardır. Hep birlikte Bremen’e doğru yola çıkarlar. Orada birlikte çalgı çalıp şarkı söylemeyi planlarlar. Ancak geceyi geçirmek için konakladıkları evde haydutlarla karşılaşınca, planları değişir ve.... sonra...Serinin diğer masalları: Kraliyet Süpürgesi, Külkedisi, Minik Ejderha, Turnuva, Kırmızı Başlıklı Kız, Titrek Bacak’ın Masalı, Yaramaz Sırma ile Ayıcıklar. İç kapakta, bitişik yazı büyük ve küçük harflerin yazılış yönleri de açıklamalı olarak gösteriliyor. Dev Örümcek Anadolu Masalları Dizisi/ Derleyen: Cemalettin Kavaklıgil/ Resimleyen: Gökçe Akgül/ BU Yayınları/ 48 s./ 2011/ 8+ Yaşamı boyunca Anadolu’nun her yanından masallar derleyen masalcımız Cemalettin Kavaklıgil’den beş kitaplık Anadolu Masalları Dizisi çocukların kapısını çalıyor. Bir Var İdi Bir Yok İdi, Dev Örümcek, Gökten Gelen Kirazlar, Akıl Oyunu, Enginar İle Bahçıvan Çocuk başlıklarını taşı yan kitaplarda altışar Anadolu masalı var. Dizinin ikinci kitabı olan Dev Örümcek “Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir Masalcı Bilge Dede varmış…” diyerek merhabalıyor okurunu. İlk masal, kitaba adını vermiş. Hepsi de duyulmamış masallar. Kavaklıgil, derlemeci özeniyle, masalları anlatanları da kitapta anmış. Açın kitabınızı, masallarınızı okuyun, okuyun ki masal dedelerimiz sizin için yepyeni masallar derlesinler. Elim Sende/ Betül Tarıman / Resimleyen: AnSu Aksoy / Can Çocuk / 2011 / 70 s. / 8+ Yağmurlu Bulut ve Boyalı Bulut başlıklı iki bölümde, 28 şiir yer alıyor. Barışı çağıran, kitap sevgisi aşılamaya çalışan, kültürün ve bilginin önemini vurgulayan ve bu öğeleri yer yer aile fertleriyle bütünleştiren şiirler… En Büyük Benim Babam adlı şiirden: “Japonya dağlık bir bölge,/ Arazinin çoğunu dağlar kaplıyor./ Mısır bir Akdeniz ülkesi,/ Piramitleri dikkat çekiyor. Dicle ile Fırat arasında/ Kalan bölgeye Mezopotamya/ Diyor büyükler./ Burada birçok medeniyet kurulmuş/ Ayşe öğretmen/ Yazıyı ilk bulanların/ Sümerliler olduğunu söylüyor ...” Barış özlemi ve savaşa karşı duruş yanında, kitap sevgisi ve kültürlü olmanın önemi konusunda da değinmeler var şiirlerde: Bir Hikaye adlı şiirden dizeler: “Dostoyevski büyük bir yazar/ Tüm dünya onu Maupassant da çocuklara/ Hayvan masalları yazmış./ Tüm çocuklar onu çok seviyor. Rıfat Ilgaz hem şair/ Hem öyküler yazmış.../ Sınıfın en haylazını/ En iyi o bilir./ Türkiye onu çok seviyor.” Vee, devamı “Elim Sende” adlı kitapta... ? ARALIK 2011 ? SAYFA 25 1138 1138 8