05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

n bir iz büoygunilerine n kanedikle İNİ sakınpsikahsi iç nsiyet, yla kıenişçe mınız e “Kaumbiyle) önlgilisiylaşılan paydanuz… orma ¥ ha yeter deyip taşan Erbil manifestosunu? Ve adım adım bozduğu o ezberleri odağa alarak haklıca erke, zalime hesap soran, korkmadan diklenen, düpedüz efelenen, boyun eğmeyen bu yaklaşımı? sevgili gamze akdemir bu sorularınızla beni şımartıyorsunuz! Söylediğiniz niteliklerle donanmışsa kitabım ne mutlu. ilgilenmesini beklediğim bir kesim var elbette. “bestseller” olmaya kalkmasın da! zim giusu erçekrlüğü dışlayıp n gendine şturuilkel anca reyden ak eceği or ve e gibi rkındauşaklar n çizgim. koor kenrsine m tekmen olnü ise edebile ki vardır k de iş edein özelere? a var mur, ütünüe hep na kaatla, avuraa, öfvecdle, kla, hun ile marhave da, omzu ek büad gik, geççarak, aşırı yanan e... Yaden ... Sendasığim ki a ¥ 1139 “KİMSENİN GERİ ÇEKİLMEYE, ALİME YOL VERMEYE HAKKI YOK” “Kalan” sevgisiz bir kitap değil ama “sevgili” bir kitap da denemez hani... Yaralı insanlığa şefkatli ama realistçe odaklı bir kalem sizinkisi… Somut, kilidinden firar edip cümle âlemi kuşatmış belalara, dertlere, acılara, bol zaaflı insan doğasına odaklamış aklını fikrini, kalemini, biçemini... Katili, hırsızı, sapığı, akıllısı, delisi, devrimcisi, karşı devrimcisi, safları, müzik, tapınak, taş, toprak, zengin, yoksul, ölü, yaralı, canlı, asalağı, emekçisi, sömüreni, sömürüleni... Evet evet gizil ahlakımızın yöneticileri... Allahın cezasını veresi belki de verdiği ve daha çook vereceği akıllı geçinen beyin sahibi ulu varlık sefil insanın zalim, yırtıcı, zebellah doğası... Kadını, çoluğu çocuğu, zayıfı mıhlayan, nükleer serpiştiren, fosfor bombalarıyla marine eden, belindeki demokrasi ziliyle kıvırtan, birbirini şükür ve hamd ede ede helak eden firavun kompleksli maganda doğası... Derken bedeller... Yüce Musa, Yüce İsa, Yüce Muhammed adına! Yüce yüce yüce! Libidosuna, egosuna kurban içi boşaltılmış tüm o yüce yüce yüce idealler, öğretiler, inançlar silsilesi... İda dağları, asma dalları, maskeli arıları, yedi katı, mumya zamanların kulaktan kulağa neredeyse bütünüyle özünü yitirmiş, çürütülmüş uygulamaları... Hadi gelin de karamsar olmayın! Yanılmıyorsam eğer belki bu nedenlerle en çok, duygusal ve kırılgan olma lüksü yok değil mi Leylâ Erbil yazınının? haklısınız sadece benim değil bu ülkede yaşayan kimsenin duygusal ve kırılgan olmaya, geri çekilmeye, zalime yol vermeye hakkı yok. Hukuk sisteminin bu denli acımasızca işlediği koyun başlı kurtların halkı ele geçirmişlikten aldığı sayısal güçle insanlara kök söktürdüğü bu ülkenin, entelektüellerinin sorumlulukları da çok ağır. yerine getirebiliyor muyuz bilmem. ‘BİZİM BAHAR’IMIZ ÇOK UZAK GÖRÜNMÜYOR!’ “Kalan” gibi bir yapıtın cemaatleri ıskalaması düşünülemez de elbette… Faşist dinci versiyonlarıyla Yahudisi, Müslümanı, ışıl ışıl nurlusu hazretlerin, kısası topu mübareklerin (!) yerli yerlerinde... Kaygıları, korkuları, nasıl bu hale geldikleri, zihin körleştiren ateşlerini nasıl harladıkları, ipe sapa gelir ve genelde gelmez binbir çeşit gerekçeleriyle cemaatler, senin benim onun, sizin bizim onların cemaatleri pusudan sırıtıyor gözlerinin alacasıyla... İslamı dillerine sakız eden, çekiştire çekiştire, “patlata patlata” çiğneyen, kemirgen nur yüzlü güveler ve sinsi icraatları, nihai hedefe kilitlenerek tevekkülkâr bekleyişleri esnasında sahneye koydukları bilumum kostümlü bilmem kaç perde ılık, akışkan sahte hidayete eriş oyunları... İmanın diyalektiği sonra… Sonra devrimci yüreğini avucuna alıp posasını çıkarmaya azmetmiş o sakallı ve poturlu keşişlerin yanı sıra, her dönem kendi geri kalmışlık nevrozunu aydınına ödeten bi zim gibi toplumlara da epey sözü var Leylâ Erbil’in... Tüm bu bağlamlarda tarihe üç boyutlu bakışınızla günü çözümlemekteki ustalığınız arasında din olgusunun konuşlanışını sormadan olmaz… “din olgusunun konuşlanmasını açar mısınız” mı dediniz! bunu bilemem. u.s.a ile bizim devletlilerimiz arasındaki ortak bir işbirliği değil miydi? en doğrusunu cıa ajanları bilir. ortadoğu projesi tıkır tıkır işliyor. bakalım bizim “bahar”ımıza ne zaman sıra gelecek. çok uzak gözükmüyor. komşularla sıfır sorun haritası sürekli değişiyor. “İNSANLAR HER AN BİR İSHAK YA DA İSMAİL OLMA KORKUSUYLA YAŞIYOR” İnsanoğluna miras dini anlatılardan İshak’ı kesme fetişi... Sıklıkla karşımıza çıkıyor, ucu başka olaylarla birleşerek... Metaforlaşarak, kurgularca dile gelerek, emsal olarak... Ve insanoğlu İshak misali kitapta değil mi? Ben, siz, o hepimiz İshak misali korkmakta, direnmekte, çaresizce kurbanlık koyun misali beklemekteyiz... evet, özellikle bu mitoslarla yatıp kalkan doğu toplumlarında yukarıda belirttiğim gibi köklü bir eleştiri kültürü olamayacağından insanlar her an bir ishak ya da ismail olma korkusuyla yaşıyor; böyle korkular insanı ikiyüzlülüğe iten nedenlerden başlıcasından biridir. bazı kaynaklar ibrahim peygambere allah’ın ishak’ı değil, ismail’i kurban et dediği belirtiliyor. bu durumda yapan mı yaptıran mı katil sayılır sorununa da değindim kalan’da. Doğanın ve tarihin, hasılı gezegenin ve bizatihi tüm evrenin milyon hatta milyarlarca yıla tarihli ve talimli diyalektiği içinde akıl ve zaman ötesi gelgitli yapısıyla küreye küreye ilerleyen bir kazı “Kalan”... Değil mi? Homosapiensten sanayi devrimine aynı yamyamlar oluşumuza yuh çekili... Sonra tortusu, taşı, toprağı, tozu, soyu sopuyla, Türkü, Kürdü, Ermenisi, Süryanisi hepimizin, topumuzun şeceresine ve siciline adalı imtinasız bir zürriyet, karındaşlık ve umut meseli... Kuşkusuz MenderesBayar ikilisinin yönettiği bir 67 Eylül gazabına, sağanak yağdırıladuran tüm gazablara yuhunu çekmeyi ihmal etmeyerek... Fener’deki Lahzen’e adalı, ondan güç alarak onu anımsayadurarak... bütünselliği parçalamaya yönelik girişimler her vakit dışarıdan gelmiyor. içerden de doğuyor ayrımcılık. bütünsel olanın parçalanması ardından eski töze de kavuşulmuyor. lahzen ve çevresi başka kökten insanlarla sarmaş dolaş yaşarken hışım iniyor üzerlerine. bu hışım 67 eylül olaylarıyla menderescelal bayar döneminin ürünüdür. hani selanik’te atatürk’ün evine bomba attılar yalanıyla, halkı provoke etmeleri, kendilerinin de içinden çıkamadıkları bir skandala neden olmuştu. Yine akıl ve zaman ötesi yapıya heyecanla adeta çullanarak sorarsam yapıttan şu alıntı da bunu destekler nitelikte mesela: “bazıları sanıyor ki sadece şu şimdiki zamanı yaşamaktayız/ milattan önce 40.00 paleolitik, neolitik, kalkolitik, hitit, roma, bizans’tan hiç geçmemişleriz.” Buna dayanarak “İyi de nasıl geçmişiz, neler kalmış, cahiliz, cühelayız, bilmiyoruz, umursamıyoruz ki geçsek ne olur geçmesek ne?” diyen genişçe bir halk kitlesine nasıl seslenirsiniz bu soruda? sadece şimdiki zamanı yaşıyor olmamız doğru mudur? şimdiki zamanın içinde başka zamanların yattığını bir kalıt zaman algısı olduğunu söylemek istiyorum. bu toprakların tek sahibi bizmişiz algısını sarsmak istedim. geçmiş kültürleri yok saymak ilkel bir milliyetçilik sayılır. dediğiniz gibi, “oralardan geçsek ne olur geçmesek ne olur” diyecekler çoğunluktadır ama gene de yazar bu sorumluluğu, bu dürtüyü atlamak istemiyor. geçmişe, tarihe başka açılardan bakılmasını da öneriyor. “KALAN’DA DA YER YE ÖZYAŞAMSAL KAYNAKLARA DEĞİNDİM” Düpedüz biyografiksel imlere meylederek özyaşamsala da dönüşüyor mu yer yer “Kalan”... Yanıldıysam yanıldım ama sormadan edemezdim… elbette, benim bütün kitaplarımda olduğu gibi burada da yer yer özyaşamsal kaynaklara değinilmiştir. Çocuk masumiyetini iyi ki de yazmış dedirtiyor şu satırlarınız yüreklere hem sular serperek hem dağlayarak: “Ablasıy yapıtın içinde lahzen’in çocukluğu bir büyük bölüm oluşturuyor zaten. lahzen’de de leylâ’dan parçalar mevcut olabilir, bilemem; annesinin yaşamı, mekânlar, çevre hiç benzemese de leylâ’nınkine! aslında kurgunun ağır bastığı bir metin bu. örneğin biz hiç fener’de oturmadık. annemin lahzen’in annesine benzer yanı da yok. kırmızı bir kadın değildi. evde dayıya benzer bir adam yoktu, farandola falan da bilmezdi annem. tango bilirdi tabii! Ne kadar otobiyografik sayılır acaba kalan? “KIERKEGAARD’I TUTMAK YA DA TUTMAMAK! BÜTÜN MESELE BU DEĞİL!” Kierkegaard’ı neden bu kadar tutuyor ve tutmuyor Leylâ Erbil? Ve soruyorsunuz kitabınızda; “kaygı’nın ve hakikat’in peşine düşen bir kierkegaard’cı mıyım sizce,,, onun ibrahimishak efsanesindeki akıl yürütmeleriyle ne kazandı bu dünya bir düşünün sevgili okurlarım,,, imanın diyalektiği en zarif olandır... dediği düşünceleri günümüzde hâlâ can yakıyor,, halamızdan tutun domuz domuz bağ’cıları, tarikat ve cemaatlerde tüm egemenlerde mevcut bu fikrisabit...” Sonra bir alıntı daha… “hayır, hakikatin benim gibi öznellikte olduğunu savunmasına karşın itiyorum onu kendi sınırlarımdan öteye,,, kimi olacak, kierkegaard’ı,, yanık kalbimin kapısından sokmam asla onu içeriye,,, zaten ben henüz hakikatin öznellikte olduğuna karar vermiş de değilim,,, bu kitabın sonunda verebilecek miyim ona da söz veremem şimdiden,,, bakalım,,, öznelin nesneli nesnelin de özneli değişime uğrattığına göre, çok zor.” kierkegaard’ı tutmak tutmamak konu değil aslında. aslında yazar bir kitap yazıyor ve onu kierkegaard’ı da asıl amaçları doğrultusunda kullanıyor. temanın ibrahimismailishak temasının bir kolu olarak tutuyor onu orada. öte yandan hakikatin özünü bulma çabasında ondan yararlanılır mı diye soruyor kendine. bir de kierkegaard’ın tanrı tutkusuyla giderek obsesyon’uyla yansız olamayacağını, bir filozofun zihninin mitoslardan, ideolojilerden, dinden arınmış olması gerçeğini ileri sürüyor. wittgenstein’in değişiyle “bilgelik tutkusuzdur” sözüne katılıyor. bir romanda bir filozof üzerine belki de bu denli yığılmanın doğru olup olmadığını tartışabilirsiniz doğal olarak. Gidişat böyle oldukça, çağ yanmaya devam ettikçe, erk ezmeye, halk bezse de kanıksamaya devam ettikçe, Abdullah Çatlı, İbrahim Çiftçi. Haluk Kırcı gibilerin tezgâhladığı ve bizzat işlediği cinayetler benzerleri ve beterleriyle sürdükçe ve 1978 Maraş Kıyımı acı dağı gibi yükselirken yenileri yazık ki pusuda bekledikçe sonra gözaltında kaybediliverenler kaybediliverdikçe Leylâ Erbil kalemini azimle üstlerine doğrultmaya devam edecek buna kuşku yok… Edebiyatınızın bu açıdan bakıldığında ne yazık ki dobra, devşirilmeyen yaratıcı ve zihne vurucu dil adına bakıldığında da ne iyi ki sonu gelmeyecek! Şeytanların varlığı ve bu kıvıl kıvıllığı tüketemiyor sizi biliyorum, inatçısınız çünkü, dirayetlisiniz ama hayli yıprattığı da bir gerçek değil mi? beni düşünmenize ve sevdiğinize inanıyor ve şükran duyuyorum. ne ki insan ne de olsa bir biçimde yıpranacak. ben yıprandığımın da pek farkında değilim ya! iyi şeyler yapıyorum diye avutuyorum kendimi. sağlığım bozulunca duralıyorum biraz. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Kalan/ Leylâ Erbil/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 252 s. ARALIK 2011 ? SAYFA 17 Leylâ Erbil, bütün kitaplarımda olduğu gibi ‘Kalan’da da yer yer özyaşamsal kaynaklara değinmiş. la komşulara annesinin yaptığı irmik helvasını dağıtan küçük kızın Allah tasviri: “ak saçları dizlerinde, bin yaşlarında ama beli bükülmemiş, yer sofrasına bağdaş kurmuş güleç bir adam! Tek başına irmik helvası yiyor.” Sonra bir alıntı daha; şiddet adım adım yükselirken çocuk dünyasının gözlerinin önünde şöyle haykırıyor küçük kız: “küçüktük küçükcüktük henüz ne vangel’le eftim kaçmış türkiye’den ne gog mogog’lar göçe zorlamışlar bizi, ne de henüz Kierkegaard gibi çatlaklar girmiş beynimize...” Ne bilirdik sürek avlarını küçüktük, küçücüktük...” Çocuk olmak, çocuk gözü “Kalan”da hiç de eksik değil… Yetişkinlerin yarattığı dertlerden muzdarip çocukluklar da öyle… Ayrıca anasının kuzusu, ablasının canı ciğeri, halasının çakırı, hafsalası zengin İstanbul hatıratıyla gönenmiş, ışıl ışıl küçük küçücük çocuk Leylâ da yazıyor bu kitabı Lahzen kılığında, yetişkin, kalemi ergin Leylâ da… Seslenen sanki daha çok çocuk olanı ama değil mi büyümüş de küçülmüş edasıyla, o çocuk masumiyetiyle, o sorulara henüz cevap bulamamış haliyle… 15 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1139
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear