29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Gökçe İspi Turan’ın ilk romanı ‘Arabada Kim Var?’ mitolojik ve psikalitik bir “alt metin” okuması da yapabilecekler. Bu da işin bir başka bulmaca tarafıydı benim için. İnsanları sıkmadan, kuram da kullanabilmek yani. “KALEMİ KAMERA GİBİ KULLANAN KADIN” Sinematografik bir roman da diyebilir miyiz Arabada Kim Var? için sizin kişisel geçmişinizden de yola çıkarak? Kesinlikle! Dile gelip canlanıyorsa öykü okuyucuda, benim için “Evet, işte bu!” diye çığlık atmanın zamanı gelmiştir. Bunca sene film analizleri yazdıktan sonra, ki ben bir film eleştirmeni değilim diyorum yıllardır inatla, kalemime kameranın değmemesi olanaksız olurdu. Bunu hakaret gibi algılayan edebiyatçılar olabilir, fakat ben büyük bir gururla kabul ediyorum, çünkü yapmaya çalıştığım şey buydu. Belki de bu yüzden “kalemi kamera gibi kullanan kadın” diyorlar bana. Polisiye türü genelde, bir kitaptan çok da fazla edebiyat beklemeyenlerin seçtiği bir tür olarak anılır. Ancak, Arabada Kim Var?’da siz işin içine oldukça edebiyat da katmışsınız. Polisiyelerde pek de alışık olmadığımız şiirsel bir dili yakalıyorsunuz yer yer. Polisiyede yeni bir üslup denemesi mi bu? Yine hem evet, hem hayır. Bu biraz türler arasında oynamanın bir getirisiydi. Biraz da zaten şiir yazan biri olmanın. Kalemim bir şekilde şiire değiyor benim. Tıpkı kamera meselesinde olduğu gibi. Onu da gururla taşıyorum. Bu, o an içinden geçtiğim ruh hallerinin de yansımasıydı. Ama şu an yazdığım metinde de kalem yine ne kameradan vazgeçebiliyor ne şiirden. Bunu kişisel bir soru olarak alın lütfen: Romanın bilmecesi son satıra kadar devam ediyor ve romanın sonu hakkında bin türlü farklı hikâye okuyucuların kafasında kuruluyor. Yani bitiş, okuyucunun hayal kurabilmesi için bolca malzeme veriyor. Bu son satıra kadar süren heyecanı neden daim kılmadınız? Okuyucunun hayallerine sekte mi vurmak istediniz yoksa “Al sana final!” diye okuyucuyu dumur dehlizine sürüklemek mi? “Ben Nergis oldum!” kadar sağlam bir iltifat bu “romanın sonu hakkında bin türlü farklı hikâye okuyucuların kafasında kuruluyor” lafı benim için. Ben en az sonunu kolay tahmin ettiğim hikâyeler kadar haz etmemişimdir muğlak sonlu işlerden. Herkes yatağına rahat girsin istedim. Tamamen tercih meselesiydi. Bu tip kurguları seviyorum. Hatta sonu muğlak işler biraz “beceremedi, kıvırıyor” havası yaratıyor bende. Ben hikâyeme hâkimim. Ee, sadist de değilim. Bu kadar emek vermiş, o sayfaya gelmiş okuyucu belli ki zaten dumura uğramaya hazırlıklı. Sıkı bir sonu hak ediyorlardı. Son olarak söylemek istedikleriniz var mı? Yeni kitabımın kurgu aşaması tamamlandı. Satırlar ve hatta bölümler ortaya çıkmaya başladı. Önümüzdeki seneye kadar bir sağlık ve huzur problemim olmazsa biteceğini tahmin ediyorum. Daha doğrusu kendime böyle zaman hedefleri koyuyorum. Bununla ilgili takipleri de okuyucular http://twitter.com/gokceispituran adresinden, Arabada Kim Var? ile ilgili gelişmeleri ise http://twitter.com/arabadakimvar adresinden yapabilir. e.erayak@gmail.com Arabada Kim Var?/ Gökçe İspi Turan/ Cumhuriyet Kitapları/ 240 s. ‘Ben bir polisiye yazarı değilim’ Arabada Kim Var? bir ilk roman. Gökçe İspi Turan, polisiye bir hikâye ve bir polisiyeden beklenmeyecek edebiyatla okuyucularını karşılıyor. İstanbulToronto arasında mekik dokuyan üç paralel öyküde okuyucular, farklı uçları bir araya getiren karakterlerle çoklu bir kurgunun içinde geziniyor. Bunun yanında, sinematografik öğelerle de beslenen Arabada Kim Var?, heyecanlı bir sona bilmeceli koridorlardan gidiyor. Ë Eray AK rabada Kim Var? ilk romanınız. Söyleşimize de bu ilk romanın heyecanını sormakla başlamak istiyorum. Neler hissediyorsunuz? Enteresan bir şekilde hem çok mutlu hem de tedirgin... Bu iş biraz kız vermeye benziyor sanırım. Kız çocuk sahibi anneler derler ya hani “Tahtını yaparsın ama bahtını yapamazsın” diye. Bakalım artık, buradan sonrası onun kendi kısmeti. Ben onu okuyucusuna sağsalim ulaştırmak için elimden geleni yaptım, artık o devine devine bir canlı gibi kendi hayatını yaşayacak. Ama epostalar ve yüz yüze okuyucu yorumları geldikçe, işin bana düşen kısmını iyi yaptığıma dair inancım artıyor. Kastım şu “yapmak istediklerim iyi anlaşılmış”, bu da bana yeter. Yoksa ben ortaya çıkardığım işten zaten son derece memnunum. Peki, “erkek egemen” bir polisiye dünyasında, kadın bir polisiye yazarı olarak nereye koyuyorsunuz kendinizi bu ilk romanınızla? Öncelikle şunu bir açığa kavuşturmak isterim: “Ben bir polisiye yazarı değilim.” İlk kitabım için bir tanımlama yapmak gerekirse, evet, ana hikâyemin en yakın olduğu tür polisiye ama diğer öyküler için bu tanımlama yanlış olur. Arabada Kim Var?’da birbirinin sarmalı olan ve işin sonunda birbirine dokunan üç öykü var çünkü. Biri bir ölümün sebebinin peşine düşen Nergis’inki, diğeri kim olduğunu hatırlamayan ve Misafirhane adı verilen bir hastaneotel arası yere terk edilen bir kadınınki, diğeri ise Toronto’da yaşayan muhafazakâr bir Müslümanınki. Her biri ayrı kulvardan ilerliyor. Türler arası oyunlar oynamayı seviyorum. Yer yer şiirsel bir metin bu mesela. Hatta diyebilirim ki bilimkurguya bile yaklaştığı satırları var. Melodramanın içinden geçtiği satırları var. Şu an üzerinde çalıştığım yeni kitabın türü de polisiye değil, ama yine de içinde koşturmacalı bir cinayet öyküsü olduğunun ipuçlarını verebilirim okuyucularıma. Ben daha ziyade ana hatta “gerilim” diye tanımayabileceğimiz, ama içinde kesinlikle bir alt tür tanımlaması da gerektiren karışık işler yazıyorum. Gayri ihtiyari gelişiyor. Belki de üniversite yıllarında “sinemada türler” meselesine çok takıldığım için olabilir SAYFA 4 A bu. Yeni kitap yine bir gerilim ama aynı zamanda bir alt tür olarak “Noir Fantasy” diyebileceğimiz bir proje. Yani oldukça karanlık bir fantazi hikâyesi. Yine aynı şiirsellik, aynı cinayet kokusu ve yine ortada dolaşan polisler olacak, ama bir polisiye olmayacak. “ŞAŞIRTMAYI VE ŞAŞIRMAYI SEVİYORUM” Okurunuzla oynamayı seviyorsunuz sanırım. Her sayfada hissettiriyor bu kendini. Romanda onları çoklu işleyen bir kurgunun, sürekli genişleyen bir bulmacanın içine atıyorsunuz? Okurumla oynamayı da seviyorum, okuyucu olduğumda benimle oynanmasını da. Sadomazo bir tarafı var bu işin. Hayatımın favori öykülerinden biri Agatha Christie’nin The Murder of Roger Ackroyd’udur mesela. Hani şu hikâye anlatıcısının katil çıktığı kitap. Okuyucuya atılmış daha büyük bir kazık yoktur bence tarihte. Bütün kalıpları yıkar ve okkalı bir tokat atar okuyucusuna. Ben de. Sonunu tahmin ettiğim bir öykü en büyük hayal kırıklığıdır benim için. Şaşırtmak istedim ve sanırım başardım. Daha büyük ödül yok şu an benim için. Romanınızın başkarakteri diyebileceğimiz Nergis Öztoprak’tan konuşalım biraz. Sizin hikâyenizin içinde başka bir hikâye yazıyordu ve yazarken de birçok sıkıntıyla karşılaşıyordu Nergis. Edebiyatta kendine sıkça yer bulan, yazarın kendi yazma sürecini romana dahil etmesi olayı bu. Sizin Arabada Kim Var?’ı yazma aşamasındaki sıkıntılarınızı mı yansıtıyor Nergis bu halleriyle? Hem evet hem hayır. Evet, çünkü Nergis’le çok ama çok ortak yönümüz var. Hayır, çünkü asla onun kadar korkak ve çekimser olmadım. Nergis daha ziyade okula yeni başlamış bir senaryo öğrencisinin çektiği komik çileleri çekiyor diyebiliriz. Çok basit şeyleri kendine problem haline getiriyor çünkü. Sadece Nergis’de değil üstelik, başka karakterlerde de benden çok şey var. Nergis dışındaki diğer kahramanlarınız da çok önemli kanımca. Hepsinin mutlaka anlattığı bir şeyleri ve hikâyesi var. Hepsinden önemlisi de çok farklı uçları Gökçi İspi Turan’ın romanında bilmece son satıra kadar devam ediyor. bir araya getiriyorlar. Özellikle de Ali: Tutucu bir Müslüman ailede seks bağımlısı o... Bir okuyucum “Ben Nergis oldum!” diye bir mail atmış, aldığım en büyük iltifat bu. Ama itiraf etmeliyim ki, benim bir favori hikâyem varsa eğer, o da Ali’nin öyküsü. Ben de, onun kadar uzun yıllar olmasa da, hayatımın bir sene kadar bir bölümünü Toronto’da geçirdim. O soğuk şehri çok severim. Ali radikal bir karakter gibi görünüyor ama hepimizin sıradan çatışmalarını yaşıyor aslında. Tanrı’ya derinden inanmakla, yapmaktan büyük zevk alınan ama “günah” olarak tanımlanan şeyleri yapmamak arasında bir karar vermek zorunda kalıyor. Bir taraftan da bu öykü için psikanalitik anlamda bir “anneden kopma öyküsü” diyebiliriz. Günahtan zevk alıp, yaptıklarından pişman olup sabahlara kadar secdede kalan “arada kalmış” bir adamcağız o. Bu arada bunu da söylemeden geçmemeliyim, okuyucular satır aralarına dikkatli bakarlarsa, CUMHURİYET KİTAP SAYI 1093
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear