05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Ayşegül Çelik’ten ‘Kâğıt Gemiler’ Uyan ve uyanık kal! Ayşegül Çelik’in Kâğıt Gemiler dosyası Yunus Nadi Öykü Ödülü’ne değer görüldü ve kitap olarak okura sunuldu. Çelik’in Korku ve Arkadaşı ile Şehper, Dehlizdeki Kuş adlı diğer iki öykü kitabı da yayımlanmıştı. Şehper, Dehlizdeki Kuş ise Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü’nde mansiyona değer görülmüştü. Ë Makbule SEZER öl, deniz, yol. Kanatlanıp seccadeden uçan kuş motifleri, insanın aklını karıştıran beyaz kelebekler, sayfa arasına konan bir reyhan yaprağıyla afsunlanıp uyuyan, günü gelince başka bir kadının parmaklarıyla uyanan kelimeler. Yanından geçse de herkesin göremediği, varlığını dahi bilmediği bir deli orman. İnsan gelmeden önce, her şey yerini almış, denizler ve göller oyuklarına girip oturmuş, yıldızlar yerlerine takılmış, dağlar dev pabuçlar gibi ovaların ortasına düşüp kalmış. Çiçek açan, kök salan, koşan, kanat çırpan, güreşen ve otlayan çeşit çeşit yaratık ve bunlar göğün altında bir vakit boy gösterip sonra günü gelince bir kayanın arkasında sessizce ölüveriyor. Çünkü insan eli karışmadıkça gayet kolay bir iş ölmek. Burada geçer akçe merhamet. Dil ise aşk. Aynı nehirden sulanan geyikle kaplanı, gökte kol kola gezen güneş ve ayı göreceksiniz. Evet, kederi misafir edeceksiniz, zaman zaman gözleriniz dolacak, içinize bir ağrı yerleşecek, belki bir daha da gitmek bilmeyecek. Yine de gelin siz bu kâğıt gemiye binin. MERHAMET Kâğıt Gemiler on öyküden oluşuyor. Afsun, Kuşlar, Kelimeler Masalı, Gökteki Kara Boncuk, Toprağın Öyküsü, Beyaz Kelebek, Çöl Gemileri, Ah, Seni Bahtsız Yalnız, Deli Orman, Son Hikâye. Bir de üç noktalı bir giriş var ki yazmak, kadın olmak ve yaşamak meselelerine özellikle işaret ediyor. Çelik okura, daha en başta, şöyle seslenerek, hikâyesini öykülerle anlatmaya başlıyor. Seslenen Çelik mi kahramanı mı yoksa yazı aşkına yazmanın peşine düşmüş “kadın” mı, gemileri çöl rüzgârlarının dalgasına bırakanlar, arkalarından bakanlar düşünsün: “Sen, kâğıdın sesine fütursuzca kulak kabartan okur… Bilmelisin ki, bu satırların yazanı bir kadındır. Elinde tuttuğun sayfaya, kalemin kondurduğu işaretler, bir kadının avaz avaz bağıran avuçlarından kaynıyor.” Suç olmayanın suç olduğu, suçu olmayanın cezalandırıldığı öykülerden geçiyoruz kitap boyunca. Töre ile konulan kuralların acımasız gerçekliğinden, ötekileştirmenin acımasızlığında çöl yolları uzuyor da uzuyor. İnsanlar bir kuru sıcak kumun içinde, vaha nerede, yeşil var mı demeden dönüyor da dönüyor. Soru soran, arayan, yeşilin, denizin peşine düşen varsa bunların çoğu “öteki”: “Kırgınlıklarımız içimizi yakıyordu, ama merhametliydik ve tepeden tırnağa aşk dolu.” Öykülerde, günümüz yaşantısında ne zamandır unutulmuş bir sözcüğe özellikle vurgu var: Merhamet. “Yeni bir hayat kuracağım ben. Kurgulu düzenleri değil, vicdanı, umudu kutsayan, gerçek bir hayat. Bunu yapabileceğimi biliyorum. Eğer taş üstüne taş koymayacaksak, omuzlarımızdaki kuvvet ne işe yarar? Birbirimizi yerden kaldırmayacaksak neye uzanacağız bu kollarla? Merhamet bile hatırımıza gelmeyecekse, içimizde oturan iyiliğin anlamı ne? Ben olması gereken bir hayat inşa edebilirim. Boyumdan büyük işlere kalkıştığım yok, insan zaten hünerlidir.” Güzel olan her şeye, iyi olan her şeye masal deyip geçmeyi, masumiyeti seçenle saf diyerek alay etmeyi aklın ölçüsü sayan günümüz dünyasının egemen zihniyeti bilsin ki merhamet öfkeden daha kolaydır. Aslında, istisnasız herkesin incitilmiş olduğu bugün yine herkes bilmeli ki iyi bir insan olmak yetmez. Birbirimize karşı iyi olamadıktan sonra, yürekte uyuyan iyilik beş para etmez. İyilik masallarda uyumuyor. Akıl edip masalı yazan insan onu getirip bahçesine kurabilir. Bizim anlatıcımız da iki sayfa arasına koyduğu reyhan yaprağını anlatacağı masalın ilk harfi sayıyor. Çöle komşu kupkuru bir köyde, bulduğu her kâğıda bir şeyler karalayan kadın o. Parmakları kalemsiz kalınca ne yapacağını, nasıl duracağını bilmeyen. Bir öykücü, bir dilbaz, hayali karışık bir kadın. Okuma yazmanın sırrı şeyhlere aitken kaleme el sürdüğü için suçlu olan. Masallar genelde uyumak içindir değil mi? Kâğıt Gemiler’in masalcısı ise uyan diyor ve uyanık kal. YALNIZLIK Gerçekliğin başrolde olduğu masallar bunlar. Keşke masal olsa denilen türden hikâyeler. Bakışımlı, birbirlerine açılan, kapanan, kendinden önceki ve sonrakilere selam veren bu öyküler yazmak diyor, kadın olmak, kadın olunca kader ve keder olmak, kurallar, töreler diyor. Vicdan sözcüğünün ardına ünlem ekliyor, merhamet derken ifade ettiğine noktalama işaretleri yetmiyor: “Her ölenle öldüğümüzü, ağacın, kuşun acısını topal bir bacak gibi içimizde sürüdüğümüzü anlamadılar. O zamanlar vicdanımız kuyruklu bir böcek gibi kalbimizi yiyordu.” KELİMELER MASALI Öykülerde öne çıkan diğer sözcük yalnızlık. Kalabalık içinde bir başına bırakılmış insanların yalnızlığı. Onların yalnızlığı, bu sessizlik içindeki farkındalığı, farkındalıklarının yol açtığı keskin duyuların algıladıkları ağrı olup oturuyor içinize. Oysa, bir başına yaşasa da bir başına olmaz bazı insan. Tüm mahlukat arka çıkar ona. Hele de bu insan, kulübesi tepelemesine seslerle dolu bir lisan tamircisi ise. “Kelimeler Masalı” öyküsü böyle bir lisan tamircisini konu ediyor. Sesleri ayırmak için değil birleştirmek için bir araya getirir bu tamirci. Savaşmayı bilmez, ganimetten, kazanıp kaybetmekten anlamaz. Diğer öykü kahramanları gibi “öteki” denileni incitmenin Ç Ayşegül Çelik baba geleneği olmadığı bir “deli orman”da yaşar o da. Kelimeleri tamir eder. Kimini keskiler, eğelerle düzeltir, kimini rendelerle ufalar. Herkes ırmağın sesini, bulutun rengini tastamam anlayabilsin. Birbirinin yüzüne tam bakabilsin diye. Sonra bu kelimeleri kuşların boynuna takıp çoluk çocuğun arasına yayar. Kuşlar buldukları şeyleri getirir lisan tamircisinin çekicinin, örsünün yanına yığar. Gece gün düz çalışan tamirci hiçbirini geri çevirmez, başka tamirde kullanılabilir diye onları istifler. Bugün bazı sözcüklerin topallayıp düşmeden yürümesi zamanında onun taktığı tahta bacaklar sayesinde. Bu masal, açgözlülüğün kıskacına yakalanmış, vicdanlarını kara almış insanlar, onun çekicinin, örsünün yanına yığılı parlak taşlara göz dikene dek mutlu mesut devam eder. İnsanların, tamircinin kulübesini yağmalama emelini fark eden bir kadın tamirciye yardım eder. Savaş bilmez tamirci. Onun işine saygı ve hayranlık duyan, kelimelere büyülenmişçesine bağlı kadın ona “İlla can yakmak gerekmez” der. Bir yol önerir. Kelimeleri birbirinden ayırmak. Tamirci bu aklı beğenir, durmadan çalışıp insanların dillerini, kelimelerin anlamlarını birbirinden ayırır. Böylece açgözlüler, birbirini anlamadığı için bir olup üstüne de yürüyemez. O hengâmede tamirci kaç dil icat etmiştir, hangisini kime vermiştir bilinmez... Kitabın sonlarına doğru, bir an geliyor kalbinizi tutuyorsunuz, “Ah, Afsun...” diye, “Senin de mi başına bir şey geldi?” Afsun, hikâyelerin zaman zaman birbiriyle örüldüğü, bir önceki öyküde anlatılan kahramanların bir sonraki öykünün başka bir yerinde durabildiği, bir başka öykünün anlatıcısı olabildiği bu kitabın ilk karşılaştığımız karakteri. Öykü kitaplarını baştan sona sırayla okumak gibi bir zorunluluk yoktur, Kâğıt Gemiler için de böyle... Öyküler elbette kendi başlarına dimdik durabiliyorlar ve fakat kitabı baştan sona sayfa sayfa okumak hazzı katlanan, katmanlanan bir okuma süreci demek. ? Kâğıt Gemiler/ Ayşegül Çelik/ Yapı Kredi Yayınları/ 80 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1067 SAYFA 15
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear