05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

¥ öyküde bu içe kapanıklığın perdesi aralanıyor: “Çocuklara kalkan eller, çocukları korkutmak için kalkan ama kalkmışken inen eller. Bir babanın eli. Babasız büyüyen bir bebek. Bir annenin eli. Geçim yükünü kocasız tek başına yüklenen bir annenin ağır eli. Ama kalkmışken geri inmedi, çocukluğun masalsı örgüsünde yer yer gedikler açtı. Sinirli bir el, gazaba gelince sağını solunu görmeyen, acıtıcı bir el: Annesinin eli.” Öykülerdeki ‘o adam’ büyüyüp erişkin dünyada yer aldığında, bu kez ‘büyük resim’deki başedilmesi olanaksız çelişkilerin farkına varıyor. Gündelik mutlulukların geçici sevinçleriyle aşılamayacak varoluşsal sıkıntı, çözüme yönelik eylemden alıkoyuyor öykü kahramanını. Eylemsiz düşünceler yoğunlaşarak cinsellik, tabu, din referanslı mesellere uzanıyor. Öykülerin ‘o adamı’, Kâmuran Şipal’in Bartleby’si hiçbir verili sisteme uymak istemeyen, ancak farklı bir dünya için de uğraşmayan bireyin prototipi olarak bakıyor hayata. Ancak dünyayı ‘saçma’ bir yer olarak gören bir nihilist değil o, sevmeyi sevilmeyi çok isteyen ama, her şey yolunda gider gibiyken, içinden kaynaklanan tekinsiz çağrıyla odalara kapanan birisi. ‘Odalar’ deyince; Kâmuran Şipal ‘Bol Uykular’ adlı öyküde ve daha bir çok öyküsünde odalardaki yalnızlığı bire bir yaşatıyor okura. Van Gogh’un ‘Benim Odam’ tablosu geliyor gözümün önüne: Tek kişilik bir yatak, iki sandalye, küçük bir sehpa, çiviye asılı bir peşkir, başka çivilerde birkaç eprimiş gömlek, el kadar bir ayna, kanatları aydınlık kırlara açılmaya hazır ama açılmamış küçük bir pencere, duvarda oda sahibinin birkaç çocukluk resmi, yalnız gecelerin geçtiği yatağın üstünde kor kırmızı bir örtü… di geçmişine uzandığı, ‘Sizin Ev’ ve ‘Recep’in Nikâhsız Karısı Aysel’ adlı öyküler geliyor. 1940’ların zorluklarla dolu, ama yine de güzel eski İstanbul’unda geçen öyküler bunlar. Çok canlı öykü kişileri, gencecik, yoksul bir delikanlının ‘kadın olgusuyla’, sevgi kıpırtılarıyla tanışması, eskinin değişen ama, bir incir dalıyla, bir kaya kovuğuyla belleğe gerisin geri hücum eden yaşantıları, o beyhudelik bu iki öykünün öne çıkan özellikleri. ‘Kıskançlık’ ve ‘Café Royal’ ise, insana ‘çek ellerini geçmişten, günahı kabul et, sevabı kabul’ dedirten, yolu aşktan/ayrılıktan geçmiş, kadın erkek herkesin tanıdık bir şeyler bulabileceği iki güzel öykü. KÂMURAN ŞİPAL ÇEVİRİLERİ Kitap bitince yazarın ilk sayfadaki biyografisine döndüm: ‘Kâmuran Şipal 24 Eylül 1926’da Adana’da doğmuş. İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirmiş. İlk öyküsü 1951’de Varlık dergisinde çıkmış. 2009’dayız. Demek ki 58 yıl önce başlamış edebiyat yolculuğu. Beş öykü kitabı, bir roman (Demirköprü), bir inceleme (Çağdaş Alman Hikayesi) yazmış. Burada yol çatallanıyor; biri Kâmuran Şipal’in kendi yazın evrenine gidiyor, diğeri ise Franz Kafka, Alfred Adler, Ingeborg Bachmann, Wolfgang Borchert, Heinrich Böll, Alfred Brauchle, Bertold Brecht, Max Brod, Elias Canetti, Sigmund Freud, Gustav Hans Graber, Günter Grass, C.G.Jung, Thomas Mann, R. M. Rilke, Robert Musil, Bernhard Zeller, Hans Zulliger, Hermann Hesse’ye. İkinci yolu seçmiş Kâmuran Şipal, ağırlığı oraya vermiş. Bu kararı ekonomik zorunluluklar mı verdirdi, içinde gezindiği edebi yapıtların büyüsüne mi tutuldu bilmiyorum ama; bir öyküsünde, “(…)sık sık karşılaşılan bilinmedik sözcükler el altındaki bir sözlükten aranıp bulunarak(…) Engeller aşılıyor, yeni engeller, yeni engeller aşılıyor, bu kez yeniden engeller. (…) Uzun bir vakit baş önde, baş kitaba eğik, gözler önde, gözler kargacık burgacık yazılara eğik.”dediğine göre, ‘bir yapıtı farklı bir dile dönüştürme’ olarak tanımlanabilecek Kâmuran Şipal çevirilerinin zihne zevk veren birer edebi üretim olduğu tartışılmaz. Bir an durup, gece gündüz demeden kitapların başında geçen yalnız zamanları gözümde canlandırıyorum… Masadaki işler bitip odasına gitmeden önce, çekmecedeki deftere ya da bilgisayarındaki isimsiz bir dosyaya bir şeyler yazdığını… Ve böyle sürüp giden yılları… Peki, ya o kitaplar dilimize çevrilmeseydi..? Ya da daha beteri: yalan yanlış çevrilseydi..? O yapıtlarla tanışmamak yaşanacak büyük bir sevgiye teğet geçmeye benzer, öylesine yeri doldurulmaz bir eksiklik olmaz mıydı? Bu nedenle Kâmuran Şipal’e bir okur olarak teşekkür borcum var. Elli sekiz yıldır edebiyatın içinde olup, kendisini bu kadar geri planda tutan, çoğu kişinin yüzünü, dahası fotoğrafını bile görmediği, yalnızca kitaplar aracılığıyla varlığını duyuran, ‘iyi yazdığını’ yapıtlarıyla, aldığı ödüllerle kanıtladığı halde, ‘çevirmenlik’te karar kılan Kâmuran Şipal, bu duruşuyla ülkemizde pek tenha olan ‘Ret Kulübü’nün saygıdeğer üyelerinden biridir. “Gece Lambalarının Işığı Altında’, gündüz uzatamadığım elimi uzatıp onu sevgiyle kucaklıyorum”.? Gece Lambalarının Işığında/ Kâmuran Şipal/ Yapı Kredi Yayınları/ 506 s. SAYFA 17 ERKEĞİN YALNIZLIĞI... Cinsellik, özellikle ‘Buhurumeryem’ ve ‘Köpek İstasyonu’nda yer alan hemen her öyküde, bazen bir değinme, kimi kez de yoğun, direten, önüne geçilemeyen bir anafor olarak öne çıkıyor. Hazdan öte, bir insana yakınlaşmayı, tenin tene gereksinimini, erkeğin yalnızlığını anlatıyor yazar. ‘Nar Çiçeği’ ve ‘Kamalar’ adlı öyküler burada mutlaka anılmalı. ‘Buhurumeryem’ çocukluğa giden bir yapıt. Eski Ahit’ten yapılan birkaç ironik alıntıdan yola çıkılarak, iyi/kötü, güzel/çirkin, kadın/erkek, günah/sevap karşıtlıklarını sorguluyor yazar. Simgesel söylemler nedeniyle donanımlı okurun daha yoğun anlamlar üretebileceği bu kitaptaki masalsı dil dikkat çekici. Son öykü kitabının ilk öyküsü, kitaba adını veren ‘Köpek İstasyonu’. Bu öykünün, gerçeklikten kopup zihin oyunlarıyla yol alan farklı bir öykü olduğunu belirtmeliyim. Diğer öykülerde çözümlere kapalı olan ‘o adam’ bu kez, bir yandan; “Bir parmaklık oyunu sürdürmüştü sürekli; ne dışarıdan içerinin, ne içeriden dışarının gereği gibi görülebilmesi sağlanmıştı.“ diyerek iletişimsizliğine kesin tanı koyarken, öte yanda kendine düşsel bir alan yaratıyor. Yine tren, yine çocuk, yine kadın yüzü ve bedeni; ama duygu bağlantısı çok daha gevşek. Öykünün sonunda çok gönülden değil ama, aynı diğer insanların her zaman yaptığı gibi, idareten bir yaşama sevinci kurguluyor yazar. Orta Avrupa yazınının kendine özgü kaotik atmosferini sağlayan bir yazım tekniği kullanılmış bu öyküde. Daha sonra orta yaşlı bir adamın ken CUMHURİYET KİTAP SAYI 1023
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear